Lt tradutor Português
3,988 parallel translation
- Vızıltı.
Sibilância.
Onu makine hakkında daha fazla bilgiye ulaşmadan önce durdurmamız gerekiyor ya da Vızıltı konusunda, her neyse artık.
Precisamos de o deter, Sr. Reese. Se souber mais sobre a máquina, acerca da sibilância, seja lá o que for isso.
Vızıltı konusunda herhangi bir şey bulamadım ama ofisindeki kart okuyucusuna sızmak için gerekli kablo işlev şemasını bulabildi.
Ele não foi capaz de desenterrar nada sobre a Sibilância, mas teve a sorte de encontrar um padrão de pinos... para aceder ao leitor de cartões no seu escritório.
Bir de "Vızıltı" denen bir olay var, o da NSA ağında bulunan bir dahili teftiştir.
Então há este, "Sibilância" que é uma auditoria interna da intranet da NSA.
Fısıltın bile şişko senin.
Mesmo o som seus sussurros como gordura.
Biliyorsundur, öleceğin zaman küçük bir parıltı... göreceğini söylerler.
Sabes, aquela luz branca de que se fala que vês quando estás a morrer?
- Hafif kaka parıltısı var.
- Têm uma certa tonalidade.
Bir parıltı var.
Há um brilho.
Gördüm mü tanırım o parıltıyı.
Conheço o brilho.
Evet, sessiz de bırakarak çünkü vızıltılarını da çaldın o arıların Antony.
Sim, e silenciosas também. Tu roubavas o zumbido delas, Antonio.
LT, lütfen onu sorgulama odasına götürür müsünüz?
Tenente, pode levá-lo para interrogatório? Obrigado.
Biraz indir. Teşekkürler, LT.
Obrigado, LT.
Gözlerim beni yanıltıyor mu yoksa?
Será que os meus olhos me enganam?
Rüşvet parasıyla kaçmış gibi görünmediği sürece... -... dünyadaki tüm sarhoş fısıltıların hiçbir önemi olmayacak.
Look, all the drunken whispers no mundo não interessam if it doesn't look like he's made off com o dinheiro do suborno.
Genelde elbise ve parıltılı ayakkabılar getiriyor.
Geralmente um vestido, ou sapatos brilhantes.
Sabahları nefes alırken vızıltısını.
Como ela canta baixinho na parte da manhã.
Parıltılı toz, fevkalade.
Pozinho brilhante. Admirável.
Belki bir dahaki sefere yıldızlar üzerimizde daha ışıltılı parlar.
Talvez da próxima vez, as estrelas brilhem mais sobre nós.
İşte birini böyle bayıltırsın.
É assim que se põe alguém inconsciente.
Yoksa onları acımasız bir şekilde, kirli ellerinin ötesindeki dünyanın parıltısıyla ayartmış olursun.
Caso contrário, tenta-los cruelmente com um vislumbre de um mundo que está além dos seus dedos cheios de fuligem.
Sokaktaki adı MCAT veya Vızıltı. Sokaktaki adı MCAT veya Vızıltı.
O nome nas ruas é MCAT ou Drone.
Mahkûmdan okuduğumuz bilgiler yanıltıcıymış.
A leitura do prisioneiro foi enganadora.
Tetanoz takviyesi verin, 4 ünite kanı çapraz karşılaştırın saatte 200 mg olacak şekilde 2 lt serum ve saatte 5 mg olacak şekilde 2 gram ancef ve biraz da fentanil verin.
Temos grave contaminação das feridas. Dá-lhe uma injecção antitetânica, 4 sacos de sangue, iniciem 2L de solução salina, 200mL por hora, 2g de cefalosporinas, 5mg por quilo, e um pouco de fentanil.
İdrar salınımını da 200e çıkaralım ve bikarbonat verin. % 5lik 1 lt 3 ampul olacak şekilde saatte 100 ml dekstroz verin.
Olivia, injecte salina a 500 ml / h. Vamos aumentar a diurese para 200. Bicarbonato e 3 ampolas de glicose a 100 ml / h.
Bayıltıcının vücudunda yayılışını hissedebiliyorum.
Sinto o cheiro do tranquilizante no organismo dele.
Dün deri giyen Arla'yı yakalayıp bağlamıştık ama Dave beni kafama vurarak bayıltıp onu serbest bıraktı.
Ontem, amarrámos a Arla, a metamorfa, e o Dave bateu-me na cabeça e libertou-a.
Hayır. Bayıltıcı iğne sadece.
São apenas tranquilizantes.
Bayıltıcı iğne.
- Dardos tranquilizantes.
Eğer onu dokunursan kıçındaki bayıltıcı iğne olmaz.
Se tocar nela, não vai ser um tranquilizante que vai levar no rabo.
Ortaya çıktığım anda, nemli cildimin parıltısı aynı ay ışığındaki elmaslar gibiydi.
Quando emergi, a minha pele molhada brilhou como diamantes ao luar. Ele aproximou-se...
Fırtınadaki fısıltı kadar fark edilmez olacağım.
Serei tão insignificante como um sussurro numa tempestade.
Yanıltıcı manevralar yaptılar.
Estavam a andar depressa e a fazer manobras evasivas.
- N'aber Hırıltı?
- E aí, Soprinho?
Gözetim memurumuz kılığındaki o herif bize saçma sapan şeyler anlattı, sonra da bayıltıp buraya tıktı.
Este tipo fingiu ser o nosso agente da condicional. Contou-nos uma história marada, drogou-nos e pôs-nos no congelador.
Yeniden görülecek bir parıltı yok. "
Sem brilho para ser visto de novo. "
Suda var olan bir parıltı.
Um brilho enterrado na água.
Bunların 74 tanesinde kendi imalatım olan ve sarı papatya çayı, antihistamin ve reçeteli at sakinleştiricisi içeren bayıltıcı bir karışım olacak.
Setenta e quatro desses queques vão conter soporíferos, que eu mesmo fiz com chá de camomila, antiestamínicos, e tranquilizante para cavalos.
Aşırı düşük frekansta bir vızıltı yakaladık.
Achei qualquer coisa na B.F.E.
Parıltı, bu sabahtan kalma.
Esta é desta manhã.
Harold Pierce halka arz konusunda sorun çıkarırsa onu bayıltıp bir dolaba kapatabiliriz.
E se o Harold Pierce se tornar um problema, injectamos-lhes a droga e escondemo-lo no armário.
Beni M-99'la bayıltıp o uçağa bindiren ve buraya getiren kişi ya sendin ya da senin gibi biriydi.
E acho que tu ou alguém injectou-me o M99 e colocou-me no avião até aqui.
Kan kaybı. Bana kalırsa 0,5-1 lt falan. Susuzluğunuz da buradan geliyor.
Perda de sangue, meio a um litro, se tivesse que adivinhar.
Askeri tasarımlı, lakabı Vızıltı.
Desenvolvida por militares.
- Onu ilaçlarlarsa herkesi bayıltırlar.
- Contaminaram. Apanham todos.
- Işıltılı!
Com pouca iluminação.
- Kurbanı kendinden geçirir, bayıltır.
- Deixa a pessoa inconsciente.
Yukarıda parıltılı ve sinir bozucu bir floresan ışığı.
O brilho quente de uma clarabóia irritante.
R-44 aşağı yukarı kilometrede 10-12 lt harcar, yani yaklaşık 70 km uçmuştur.
O R-44 queima cerca de 4 litros a cada 6 ou 8 Km. Então ele voou uns 72 Km.
İçinde bir parıltı vardı.
Houve uma faísca.
18 haftayı geride bırakmadan ultrason yanıltıcı olabilir.
A ecografia não vai ser definitiva até 18 semanas.
Ben bayıltıcı hapları getiriyorum Sen de makası al.
Eu vou buscar os soporíferos e tu as tesouras.