Thomás tradutor Português
7,385 parallel translation
Thomas'la benim bildiğimiz tek aşk bu çürümüş duvarların arasında saklanmak.
O único amor que eu e o Thomas alguma vez conhecemos foi o amor de um pelo outro. Entre estas paredes degradadas. Escondidos.
- Thomas.
Thomas...
Sonra bir anda dünyanın öbür ucunda lanet Thomas Jefferson çıkıveriyor.
De repente, estás do outro lado do mundo a foder com o Thomas Jefferson.
Dük sürekli beni, John Thomas'ına bakmam için... -... helasına götürmeye çalışıyordu.
O duque convidou-me várias vezes para ir à casa de banho ver o zezinho dele.
Seni seviyorum, Thomas.
Eu amo-te, Thomas.
Madam Schirmer, Thomas Kelmot ben.
Madame Schirmer, fala Thomas Kelmot. Deixe-me entrar.
Yalnızca Thomas böyle bir durumda garantiye almam konusunda ısrar etti.
É que o Thomas está em muito mau estado. Ele insistiu que verificasse.
Thomas beni o kadar az tanıyormuş ki gerçeği ortaya çıkarmak için dedektif tutması gerekmiş.
Que o Thomas conhecesse-me assim tão mal que tivesse de contratar um detective para descobrir a verdade.
Thomas çocuklarımla konuştuğum için deli olduğumu sanıyor.
O Thomas julga que estou louca porque falo com os meus filhos.
Kongre üyesi J. Parnell Thomas ve Amerika'ya Uymayan Aktiviteler Komitesi ( * HUAC ).
O congressista J. Parnell Thomas e a sua Comissão Parlamentar para as Actividades Antiamericanas.
Ve gerçekler bütün gizemini, mutluluk dağıtarak federal ceza sistemine, J. Parnell Thomas'a teslim etti.
E a realidade forneceu, com todo o beatífico espanto, ao sistema penal federal,
- Vergi kaçırmaktan hüküm giymişti.
J. Parnell Thomas, condenado por evasão fiscal. Olhe só para nós...
Peter ve Thomas.
O Peter e o Thomas.
Sanık Thomas Chambers'ın elleri gerçek anlamda kurbanın kanına bulanmış.
As mãos do acusado, Thomas Chambers. Esse é o sangue da vítima.
Beynim çılgın gibi dönüp duruyordu. Bu yüzden bu işi çözmeye çalıştım. Acaba Thomas Chambers'ın ailesinde hemofili geçmişi olabilir miydi?
Entãoa a minha cabeça encheu-se de pensamentos, tentando descobrir se a família Chambers tinha um histórico de hemofilia.
Lord Thomas Hamilton?
Lorde Thomas Hamilton?
Vali Thomas Sullıvan Otobanı.
THOMAS SULLIVAN
"N" Nancy, "T" de Thomas, 703-1.
N de "Nancy," T de "Thomas," 703-1.
Thomas, prensiplerle görür dünyayı.
O Thomas só vê o princípio.
Thomas gibilerin senin gibilere ihtiyacı var.
Homens como o Thomas precisam de homens como vós.
O kadar çok alay konusu oldum ki biraz tehlikeyle ölümcül tehlikenin ayırdına varabiliyorum. Şu anda üçümüzün karşısındaki saydıklarımdan ikincisi.
Tenho sido motivo de gozo e de insinuações para saber a diferença entre perigo e perigo mortal, e estou a dizer-vos que o que vós, Thomas e eu enfrentamos neste momento, é a segunda opção.
Thomas oranın gelecek vaat ettiğini söylerken haklıymış.
Thomas tinha razão sobre o seu compromisso.
Yeni Dünya'nın imarını gözetmeyi Thomas'tan daha fazla hak eden var mı?
Quem está melhor qualificado para vigiar a construção do Novo Mundo, para além do Thomas?
Thomas nerede?
Onde está o Thomas?
Thomas artık yok.
O Thomas foi embora.
Thomas'ın istediği şeyi.
O que Thomas queria.
Thomas, parlamentoda kimsenin Peter'dan daha etkili olmadığını biliyordu.
O Thomas não conhecia ninguém mais capaz em levar decisões a votação no Parlamento, do que o Peter.
Mantık, erdem ve bağışlamanın önemine dair Thomas'ın salonunda sohbet eden aynı adam olduğunu ona anımsatacaksın.
E lembrar-lhe-ás que és o homem que estava sentado no salão do Thomas, que falava de virtuosidade, de razão e de perdão.
Nassau için, adamların için, Thomas ve hatırası için savaşıp durduğunu söylüyorsun.
Dizes que lutas pelo bem de Nassau, pelo bem dos teus homens, pelo Thomas e a sua memória.
Thomas kocamdı.
Thomas era o meu marido.
Bunda utanılacak bir şey yok. Thomas Hamilton.
Não tenhas vergonha.
Halbuki Thomas bir şeylerin, temel şeylerin tekrardan ele alınmasını söylediğinde buna yürekten inanırmış gibi bir hali var.
Mas o Thomas... quando fala sobre a necessidade de repensar nas coisas, coisas relacionadas com o funcionamento do sistema, acho que ele acredita mesmo naquilo que está a dizer.
Thomas mı dedin?
O Thomas?
Thomas Hamilton'ın kanatları altında sağlanacak faydanın haddi hesabı yoktur.
Imagino que não haja um limite para os benefícios que os favores de Thomas Hamilton vos possa trazer.
Neden söz ediyorsun Thomas?
De que estás a falar, Thomas?
Thomas, ailemizin hasımlarından olsaydım cümle aleme hainleri affetmeye kalkanların asıl hainler olduğunu avazım çıktığınca bağırarak duyururdum.
Thomas, se fosse rival desta família, estaria a gritar dos telhados, que um homem que propõem perdoar um traidor, ele próprio, um traidor.
Ne halt yemeye savaştığımızı sanıyorsun sen? Bu senin salon toplantılarına benzemez Thomas.
O que raio pensa que fazemos?
"Siz başkalarının suçlarını bağışlamazsanız Rabbiniz de sizin suçlarınızı bağışlamaz."
Não estamos no teu salão, Thomas. E ninguém me dá lições! Deus não lhe perdoará!
Ve bu Thomas.
E este... este é o Thomas.
Thomas, araba ve çalışma çık.
sai do carro e corre!
- Thomas, çocukları almak. - Run, Thomas!
Thomas!
Sen Teresa ve Thomas ile olacak.
Ficas com a Teresa e o Thomas.
Eğer Teresa sonra yardım görünüm eğer Thomas çok mutlu olurdu.
O Thomas ia ficar muito contente se ajudasses a tomar conta da Teresa.
Thomas meşgul.
- O Thomas está ocupado.
Thomas'la ben bunlara kulak asmıyoruz.
Nem eu nem o Thomas deixamos que eles nos incomodem.
Thomas Jefferson.
Thomas Jefferson.
Bizi Thomas'ın ölümüyle ilgili o mektupla bilgilendirdiğinizde Alfred Hamilton tarafından bize verilen zarar ziyan katlanılması çok güç bir hâldeydi.
Quando recebemos a tua carta a informar-nos da morte do Thomas, pelos danos causados pelo Alfred Hamilton, não conseguirmos suportá-lo.
Nassau'nun kefareti, prensipler gereğince, siz, ben o ve Thomas Hamilton, tüm o yıllar boyunca kendimizi bu işe adamıştık.
a redenção de Nassau, de acordo com os princípios a que tu, eu, ela e o Thomas Hamilton nos comprometemos, há tantos anos.
- Tam da Thomas'ın yıllar önce Londra'da önerdiği gibi.
Isto é o que o Thomas propôs há muitos anos, em Londres.
Thomas'la aranızda geçen meseleyi anlatacaksın.
Contar-lhes-ás do caso com o Thomas.
Bir tanığa ihtiyacı vardı. Thomas ve James'i yeterince iyi tanıyıp suçlamalarına güvenilebilecek biri olmalıydı.
Precisaria de uma testemunha, alguém que conhecesse suficientemente bem o Thomas e o James, para dar credibilidade à acusação.