Yasam tradutor Português
22,479 parallel translation
.. beni engelleyen tek kişiydi. Bugün, çok fazla yaşamış kişileri kurtarmak için.. .. iyi birini öldürdün.
Hoje destruíste uma pessoa boa para salvares pessoas que já tiveram mais do que a sua quota de tempo de vida.
Bu yüzden bana bütün yaşamını gösterdin.
Por isso, mostraste-me toda a tua vida.
Eldritch Palmer sonsuz yaşam artık senin.
Eldritch Palmer, a vida eterna é agora sua.
- O artık burada yaşamıyor.
Ele já não vive cá.
Sizlere umut ve daha iyi bir yaşam sunuyorum.
Eu dei-vos esperança e a oportunidade de uma vida melhor.
Daha iyi bir yaşam.
Uma vida bastante melhor.
Suikastçiler Birliği'nde iki kez bulunmuş ve kanasusamışlığı yaşamış biri diyor.
Diz alguém com duas viagens com a Liga de Assassinos e um caso de sede de sangue no seu cinto.
Calgary Cavaliers'ten de yaşam boyu men edildim. Benimle takım sahibinin karısı arasındaki cinsel içerikli bir olay yüzünden.
Também fui banido perpetuamente pelos Calgary Cavaliers, devido a um incidente sexual que ocorreu entre mim e a mulher do proprietário da equipa.
Tam olarak ne yaşamıştın?
O que é que aconteceu?
Ama son zamanlarda daha iyi, eskisi kadar duygu patlaması yaşamıyor.
Mas ultimamente está melhor, não tem tantos acessos de raiva.
Pek şaşaalı yaşamıyor öyle değil mi?
Ele não gosta de uma vida faustosa, pois não?
Bilmiyorum, sadece bu günler bana yaşamın ne kadar değerli olabileceğini hatırlatıyor.
Não sei, eu... Dias como o de hoje lembram-me de como a vida é preciosa, sabes?
Hapishanenin büyük bir kısmını kontrol ediyor ki bu da burada geçirdiğim yaşamımı zorlaştırıyor.
Ele controla grande parte desta prisão, o que tornou a minha vida aqui difícil.
Bazıları da akıntıyı durdururum umuduyla sokakları kana bular suçu, zulmü insan yaşamına olan umursamazlıkları etraflarını sarmıştır.
Outros, enchem as ruas de sangue para poderem impedir a maré, o crime, a crueldade o desrespeito pela vida humana que os rodeia.
Öleni yaşamı geri getirmek.
Ressuscitar os mortos.
Yoksa ben sadece senin şu an yaşamış olduğun şeyleri yaşayan biri miyim?
Ou sou apenas um homem que experimentou as mesmas coisas que estás a experimentar agora?
Onsuz dünyadaki tüm yaşam yok olacak.
Sem ele, toda a vida humana será extinguida.
Carter Hall'un ölümü Savage'a yakın olan teğmenlerin uzun yaşam sürmesini sağladı.
A morte do Carter Hall providenciou aos tenentes mais próximos de Savage vidas longas pouco naturais.
Şimdi iyi yaşam zevkim kimden gelmiş biliyorum.
Agora sei onde fui buscar o meu gosto pela vida boa.
Hakkında o kadar şey biliyorum ki kendim yaşamış gibiyim.
Eu sei tanto sobre ela, que parece quase que eu estivesse nela.
Ama önemli olan ölümü değil, yaşamıydı.
Mas não foi a morte dela o importante, mas sim a sua vida.
Sonuçta kocası NBA'i bıraktıktan sonra Vanessa'nın sürdürmekte zorlanacağı acayip pahalı bir yaşam tarzı vardı.
Afinal, a Vanessa tinha um estilo de vida caro para manter depois do seu marido ter deixado a NBA.
Yaşamı seviyorum.
Eu adoro a vida.
Yaşamın kendisini değiştireceğiz.
Alteraremos o significado da própria vida.
Anlıyorum, National City'de yaşam böyle.
Eu entendo, a vida em National City.
Çünkü o sizin aranızda yaşamıyor.
Porque não vive convosco.
Sıradan bir yaşam tarzı yerine onlarla olmayı tercih ettim.
Escolhi-os em vez de um caminho mais tradicional.
Ben de benzer sorunlar yaşamıştım.
Já lidei com problemas desses.
Siz bir marka, bir yaşam biçimisiniz.
Vocês são uma marca, um estilo de vida.
Yaşam şartlarım çok iyi değil.
As minhas condições de vida atuais não são muito boas.
- Yaşamıyorum.
- Não.
- Biz de yaşamıyoruz.
- Nós também não.
Ayrıca kertenkelelerin yaşam süresi çok uzundur.
E, como sabes, os lagartos têm uma vida muito longa.
Onun da yaşam şartı pek uygun değildi.
As condições de vida dele também não eram muito boas.
Şu an hastanede yaşam savaşı veriyor.
Neste momento ele está no hospital a lutar pela vida.
Efendi'nin verdiği sonsuz yaşam sözünü yerine getirmeye niyeti yok.
O Mestre não tenciona cumprir a promessa de me dar vida eterna, contudo, cá estou.
Özel bir iş ve dolayısıyla daha iyi yiyecekler, sıcak tutacak giysiler ve daha iyi yaşam şartlarınız olacak.
É trabalho especializado e, como tal, terão direito a alimentação melhor, roupa mais quente e melhores condições de vida.
Fetrovsky olan adımızı Fet olarak kısalttı ve bir akademisyen oldu. Aklın yaşamı onu babasının karanlığından ayırdı.
Ele encurtou o nosso nome de Fetrovsky para Fet, e tornou-se um académico, escolheu trabalhar com a mente, para se distanciar da escuridão do pai.
Bu ona sonsuz yaşam vermeyecek.
Não lhe dará a vida eterna.
Ölüm ve yaşam arasındaki boşlukta bekleyerek, ıslak zeminde yatarken...
Enquanto estou deitado na terra húmida. À espera entre a vida e a morte.
O olmadan yaşamı geri veremezsin.
Não é possível restaurar a vida sem ele.
Sonunda ölüm olmayan bir yaşam yok. Ve sonumun kalıcı olmasını garantiye aldım.
" Não há vida sem morte no seu final.
5500 metre kare yaratıcı yaşam alanı.
Quase seis mil metros quadrados de área de lazer.
Eğer burada yaşamıyorsan buranın yerlisi olamazsın.
Não podes dizer que és de cá, se não vives cá.
Sen ve ben geçmişte de zor zamanlar yaşamıştık Suze.
Nós passamos por dificuldades, Suze.
Biliyor musun, baban, ki eminim ikimizin dünyasında da yaşamış en zeki adamlardan bir tanesidir. Bana dedi ki, ondan zeki tek kişi senmişsin.
Sabes, o teu pai, que é uma das pessoas mais inteligentes das nossas Terras, disse-me que a única pessoa que é mais inteligente que ele és tu.
Sürekli şunu kafama sokuyor, Bu kadın belki de yaşamış yada yaşayan en zeki kadın.
Ela tem-me lembrado constantemente de que ela é, provavelmente, a mulher viva mais esperta que já existiu.
Çocuklarınıza daha iyi yaşam sunmak için canla başla uğraşıp bir yerden ayrılıyorsunuz, sonra onlar da büyüyünce aynı yere geri dönüyor.
Lutas e arranhas para sair de um lugar para dar aos seus filhos uma vida melhor, e depois eles crescem e voltam para o lugar de onde fugiste.
Öncelikleri konusunda anlaşmazlık yaşamışlar.
Foi um desacordo sobre as prioridades.
- Senin bunu yaşamış olman benim de... - Yok, yok.
Só porque aconteceu contigo, não significa que...
Ben artık bu otelde yaşamıyorum.
Já não vivo nesta estalagem.