Imız tradutor Português
422,761 parallel translation
Hayır fakat kendi halimize üzülmek için zamanımız yok.
Não, mas não temos tempo para sentir pena de nós mesmos.
Aslında, U2 konseri için yaptığımız tüm plan, kareden daireye doğru olan bir yolculuktu.
Aliás, o espetáculo dos U2, toda a nossa conversa foi a viagem entre um quadrado e um círculo.
Yakın zamanda, Adele'in gösterisinde onun makyözü, bizim dekor ressamımız oldu çünkü gözlerinin böyle büyük olacağını biliyorduk ve o kadar rimelin kontrolü onun ellerinde olacaktı.
Há pouco tempo, no espetáculo da Adele, a pessoa que a maquilha pintou-nos os cenários, porque sabíamos que o olho da Adele ia ser deste tamanho e que o rímel ia interagir assim com a mão dela.
Yaptığımız şey, kalenin eser boyunca dönmesi ve onu her açıdan görebilmeniz.
O que acontece durante a peça é que vai girando e vemo-la de todos os lados.
Yani aslında yaptığımız şey zamandır.
Por isso o que criamos é tempo, na realidade.
İkinci yayınımız
O nosso segundo podcast.
Bizim baş starımız olabilirsin.
Podias ser o nosso cabeça de cartaz.
Annemle aranızın bozulmasına rağmen takıldığımıza memnunum.
Ainda bem que saímos depois do pinocares com a minha mãe.
Birbirimizin arkasını her zaman kollardık, mesela eskiden banka soyarken az bilinen başkanların maskesini taktığımız zamanlardaki gibi
Sempre nos protegemos uns aos outros, como quando costumávamos roubar bancos com máscaras de presidentes menos conhecidos.
Tüm yastıklarımızı samanla doldurmuş çünkü çizgi filmlerde bunun daha rahat göründüğünü düşünmüş.
Ele encheu todas as nossas almofadas com feno porque pensou que parecia confortável nos desenhos-animados.
Kızımız hayatının en büyük savaşını vermek üzere.
Mas pode ser perigoso e poderão correr risco de vida. A nossa filha está prestes a entrar na maior luta da vida dela.
Onu nasıl bulacağımızı bile biri varsa, odur.
O Rumplestiltskin.
En iyi şansımız o.
Vai ter com o Rumple.
Emma'yı kendi başımıza bulmalıyız demek ki. Emma?
Acho que vamos ter de encontrar sozinhos a Emma.
Ama eğer ikimiz de uyuyup kalmadan o çiçeği bulmak istiyorsak, annenin izcilik yeteneğine ihtiyacımız olacak, bu da demektir ki benim için iyi geceler deme vakti geldi.
Sim, mas para encontrar essa flor antes de adormecermos os dois de vez, precisamos das aptidões de busca da tua mãe, pelo que vou ter de vos dizer boa noite.
Ezelden beri bizim savaşımız kaçınılmazdı.
Tu nasceste para a destruir. Estamos destinadas a enfrentar-nos desde o início dos tempos.
Kızımıza dokunmana izin vermeyiz.
Todos saberão. Não te vamos deixar fazer mal à nossa filha.
Haydi kızımızı bulalım.
Vamos encontrar a nossa filha.
İçimize girdiğin zaman sen de yaptığımız güzel şeyleri göreceksin.
Quando aderires, vais ver o bem que fazemos. Eu vou deter-te.
Ekibim ve ben açığımızı kapatmaya çalışıyoruz.
A minha equipa e eu estamo-nos a pôr a par de tudo.
Arkadaşlarımıza onları görüp görmediklerini sorarız.
Vamos perguntar aos nossos amigos se alguém os viu.
Askere ihtiyacımız var mı dedin?
Precisam de um...? Dizes que precisam de um soldado?
Tutsağımız değil.
Ela não é uma prisioneira.
Dostum yardımına ihtiyacımız vardı.
Meu, bem que precisámos de ti. - Tentámos...
Yani hayatımızın geri kalanına yetecek kadar kıyafet hazırlamak isteyebilirsin.
Por isso talvez queiras levar roupa para o resto das nossas vidas.
Yardıma ihtiyacımız yok.
Não precisamos de ajuda.
İşte çalıştığım bir çift sanatçı daha. Kanye ve Jay Z, Watch The Throne gösterisi.
Estes são outros dois artistas com quem colaboro, o Kanye e o Jay Z em Watch the Throne.
Ve yalnızlar. Bayağı yalnız ve kaybolmuş görünüyorlar. Sanırım yine güç ve korunmasızlığın birleşimi gibi.
E estão sozinhos, parecem muito perdidos e solitários ali, por isso é uma junção de poder e vulnerabilidade.
Demek istediğim, yaptıklarımı saklayıp bir sanat galerisine koysanız tasarlandıkları amaçlardaki etkileri yaratmazlar.
Quero dizer que se puséssemos as coisas que eu faço numa galeria de arte, elas não iam cumprir a função para a qual foram desenhadas.
Umarım sen ve sansarın burada mutlu mesut yaşarsınız.
Espero que tu e o teu furão sejam felizes aqui juntos.
Tüm bu olanları geride bırakamaz mıyız?
Não podemos colocar isto tudo para trás das costas? "
Peter, bunu durdurmamız lazım.
Peter, temos que parar isto.
Kurtulmam için çabaladığınız ve yanımda olduğunuz için sizlere minettarım.
Eu apenas estimo que vocês estiveram lá para mim e tentaram ajudar-me.
Sanırım bir tek ikimiz uyanığız.
- Chama-se maldição por alguma razão.
Onun laneti bozacağını söyledin diye kızımı dolaba koydum.
Chega de joguinhos. Fiz passar a minha filha por um roupeiro, porque me disseste que isso acabaria a maldição.
Nerede peki? Kızım nerede?
Certo, e então onde está ela?
Bunun farkı ne ki? Çünkü kızımız tam karşımızda.
Como é isto diferente?
Bu zamana kadar tanıdığımız herkesle bu kasabada yaşadım ben.
Vivi nesta cidade com todos quantos já conhecemos.
Fazla zamanımız kalmadı. Tamamdır.
Não temos muito tempo.
Konuşabileceğin bir kız kardeşin bile yok, ve şimdi de ben çıktım.
Nem sequer tens a tua irmã para falar, e agora apareço eu.
Eğer aradığınız adamları bulmamıza yardım edebilecek birisi varsa o da Josie'dir.
Se há alguém que nos pode ajudar a encontrar os tipos que procuram, é a Josie.
Tanışmanız için sizi yalnız bırakayım.
Deixo-vos com as apresentações.
Ağrısını hafifletecek bir şey bulmamız lazım.
Precisamos de algo para a dor.
Arkadaşım Claudette, bu öğlen Rue Emile caddesinin kuzeyinde çalışıyormuş. Sizin aradığınız adamı eski bir şatoya girerken görmüş.
A minha amiga Claudette estava a trabalhar na esquina da Rua Emile com a Avenida du Nord hoje de manhã quando viu o homem que procuram entrar num palacete arruinado.
O benim kızım.
Ela é minha filha.
Küçük kız kardeşimi hayal kırıklığına uğratmıştım.
A minha irmãzinha, desapontada.
Yalnız kaldım... ve ne yapacağımı da bilmiyorum.
Estou só e não sei o que fazer.
Bir şeyler yapmamız lazım.
Temos de fazer alguma coisa.
Ve bil bakalım nerede uyuyacağız?
E adivinha onde podemos dormir?
Kopmaya hazır mısınız kızlar?
Muito bem, estão prontas para a loucura?
Kapıyı tıkladıysanız, sizi duyamadım.
Se bateram, eu não ouvi.