We have to traducir turco
134,817 traducción paralela
We have to go, if you don't want to be late for your butt lift or whatever it is.
Gitmemiz gerek. Kıç kaldırma ameliyatına ya da her neyse ona geç kalma.
We have to keep something to ourselves.
Bazı şeyleri kendimize saklamamız gerekir.
We have to close her up, do a cardiac work-up, observe her in ICU.
Kapatmak zorundayız. Kardiyak tahlilleri yapıp, yoğun bakımda gözlemleyeceğiz.
We have to take you back to the O.R. right away.
Seni hemen tekrar ameliyata almalıyız.
We have to give it back to her.
Böbreğini geri vermeliyiz.
We have to try something new.
Yeni bir şey denemeliyiz. Başka bir şey.
We have to find... There's no time.
Vakit yok.
We have to, but...
Konuşmak zorundayız.
- We have to talk.
- Konuşmalıyız.
We have to make room. Diane?
- Onun için yer açmalıyız.
Guys, we have to figure this out like yesterday!
Çocuklar bu işi acilen çözmek zorundayız.
We have to start thinning his blood before he warms up too much.
Çok fazla ısınmadan kanını seyreltmeye başlamalıyız.
So we have to start warming him up, but even a small blood clot's gonna kill him.
Yani onu ısıtmaya başlamak zorundayız ama ufak bir pıhtı bile onu öldürür.
We have to leave it on.
Çalışır durumda bırakmak zorundayız.
But this time, we have to go with the windows rolled down the entire way.
Ama bu sefer yol boyunca pencereler açık gitmek zorundayız.
We have to pump the chemicals from the silo to the truck and then out into some kind of a giant container.
Kimyasalları silodan kamyona basmamız sonra da bir tür dev konteynere boşaltmamız gerek.
Sorry, we have to send in the soil for testing and report it. Let's go.
- Kusura bakmayın, toprağı test ve bildirim için göndermemiz lazım.
We have to cut it open.
- Keserek açmak zorundayız.
We have to get him off of there now!
Onu derhal oradan çıkartmak zorundayız!
Now, you'll have to have a full work-up, at which point we can discuss our options.
Önce tahlilleri yapmamız gerek. Sonra seçeneklerimizi konuşacağız.
And if you would have just treated me like a human being, if you would have just talked to me, maybe we could have avoided all this.
Eğer bana insan gibi davransaydın benimle konuşsaydın bütün yaşananları engelleyebilirdik.
Dr. Grey wouldn't have been able to do anyth... you know, why don't we...
Dr. Grey olsaydı da bir şey yapamazdı.
Yes. We just have a few questions before we take you to her.
Evet, sizi yanına götürmeden önce birkaç soru sormak istiyoruz.
Well, we don't have a position if he is asking us to stop.
Bizden durmamızı isterse duruşa falan gerek kalmaz.
And when they decide on a transplant, I don't want to have missed out on a heart because we waited. Just put him on the list.
Nakil kararı verdiklerinde beklediğimiz için uygun bir kalbi kaçırmak istemiyorum.
We have a penetrating wound to explore.
- Penetran yaralar var.
All we've got to do now is have an awkward conversation with the parents, and then we save a kid's life.
Önce ailesiyle biraz garip geçecek bir konuşma yapacağız. Sonra da çocuğun hayatını kurtaracağız.
Now we don't have to risk killing him to find out.
Artık öğrenmek için onu öldürme riskini göze almamıza gerek yok.
I like you, Chip, but we're gonna have to continue this another time because I have a rebirthing session.
Seni sevdim Chip ama buna başka bir zaman devam etmek zorundayız çünkü yeniden doğuş seansım var.
I have something to prove. We all have something to prove.
Benim de kanıtlamak istediğim şeyler var, hepimizin var.
We have partners I'd throw out the door to make room for you.
Senin için ortakların yarısının kıçına tekmeyi basabilirim.
My wife and I will have to work until we drop dead.
Ölene kadar eşimle beraber çalışmam lazım.
The fact is, we took on the client, we have his retainer, and the goal should be to defend Lucca, yes?
Bu müvekkili kabul ettik ve parasını da aldık. Asıl amacımız da Lucca'yı savunmak olmalı, değil mi?
No, the urgency is we have four hours to stop a cyber terrorism attack on our power grid.
Hayır, acil olan şey ; elektrik şebekesine yapılacak olan siber terörizm saldırısını durdurmak için 5 saatimizin olmasıdır.
We'll have to eat cold mac and cheese.
- Yemekte soğuk fırında makarna var.
I've told our financial partners that we would have 20 members in the class, so let's get to it, all right?
Finans ortaklarımıza 20 davacı olur dedim, o yüzden olduralım olur mu?
I think we'll have to get back to you.
Sana kararımızı daha sonra ileteceğimizi düşünüyorum.
Well, Scorpion is back to the original roster, and we have a-a case to handle, and Tim leaving, as he told me, was his decision.
Scorpion orijinal kadrosuna döndü ve çözmemiz gereken bir vaka var ve Tim giderken bana bunun kendi kararı olduğunu söyledi.
We'll have to find it if we're gonna fix it. Where is it?
- Eğer onaracaksak, bulmamız gerekecek.
Sly, you're gonna hate what I'm about to tell you, but you have to head back to that outcropping of rocks we passed half a mile back and catch a rattlesnake.
Sly, sana söylemek üzere olduğum şeyden nefret edeceksin ama yarım kilometre önce önünden geçtiğimiz çıkıntı kayalara dönüp çıngıraklı yılan yakalaman gerek.
We have a private job to revamp their viticulture technology with selective harvesters and optical sorters.
Bağcılık teknolojilerini seçici toplayıcılar ve optik sıralayıcılar kullanarak... -... yenilemek üzere özel bir iş aldık.
We don't have any way to get there.
Oraya gitmemiz mümkün değil.
You're right, we have a job to do.
Haklısın, yapacak işimiz var.
Sly and Cabe better have found that relief well, we got to stop the spread of this earth girth.
Sly ve Cabe şu tahliye kuyusunu bulmuş olsalar iyi olur bu toprak çemberinin büyümesini durdurmamız lazım.
We'll have to stabilize the silo or it'll fall in before we're done.
Siloyu sabitlemek zorunda kalacağız yoksa işimizi bitirmeden devrilecektir.
Uh, we'll take care of the acid in the fertilizer plant to cut through the steel and get to Joe, and I'm gonna have a quick word with Walter.
Ben, çeliği eritip Joe'ya ulaşmak için gübre fabrikasındaki asidin icabına bakacağım ayrıca Walter'la üç beş kelime konuşmam gerekecek.
Those safety nets you have, we tie them together, we stretch them across the sinkhole, we cut the cables, we let the silo drop onto the nets and catch it, and then Joe gets out to safety.
Şu elinizdeki güvenlik ağları, onlar birbirine bağlayıp subatanın üstüne gereceğiz, halatları kesip silonun ağların üstüne düşüp tutulmasına izin vereceğiz... -... ve sonrasında Joe kurtulacak.
- We don't have to worry about anything anymore.
- Artık endişelenmemiz gerekmiyor.
We don't have the luxury or time to worry about the future or our damn credibility.
Geleceği ya da güvenilirliği düşünme lüksümüz yok.
We just want to have a conversation.
Sadece konuşmak istiyoruz.
Tell him we have reason to believe he might be able to help us.
Bize yardımcı olabileceğini düşündüğümüzü söyle.
we have to go 1146
we have to talk 296
we have to go now 162
we have to leave now 45
we have to leave 157
we have to hurry 138
we have to go home 20
we have to try 107
we have to stick together 48
we have to celebrate 40
we have to talk 296
we have to go now 162
we have to leave now 45
we have to leave 157
we have to hurry 138
we have to go home 20
we have to try 107
we have to stick together 48
we have to celebrate 40