Translator traducir inglés
870 traducción paralela
İngiliz gazeteci Hanry Stitch, Yani Hynkel'in özel tercümanı tam konuşma metninin gelmesinin beklemektedir.
The interpreter is Hynkel's personal translator, reading from a prepared manuscript.
Amerikan Elçiliği'nin tercümanı Bay Po.
Mr. Po, the translator of the American Embassy.
Üniversitenin geliştirdiği çeviri cihazı kullanıldı ve sonuçlar şaşırtıcı.
Professor Alberts got the translator which his university had developed and the results have been startling.
Teşekkür ederim, bay Drayton, ama bir tercümana gerek olmayacak.
Thank you, Mr. Drayton, but a translator will not be necessary.
Fabrikanın tamamlanmasına müteakip sorumluluk çift yönlü kabul edilecek.
[Translator] Quando la fabbrica sera ultimata, ci sera duplice responsabilita.
- Ben de Sylvie gibi simultane çevirmenim.
- I'm a simultaneous translator, like Sylvie.
Niye çeviri yapıyorsun?
Why are you a translator?
Ben Buck, çevirmenim.
I'm Buck, the translator.
Onun da dediklerimi çeviren bir tercümanı olacaktır... ve senden ekstra birşey istiyorum.
He'll have his own translator telling him what I say... but I want something more from you.
Ben de çevirmen Mareşal Nevsky.
I am the translator for Marshal Nevsky.
Tercüman olmaya nasıl karar verdin Buck?
How'd you ever get to be a translator, Buck?
Sualtı iletişimine hazırlan ve buraya bir tercüman yolla.
Prepare for underwater transmission and get up here with a translator.
- Ben sadece tercümanım!
- I'm only the translator!
- Tüm frekansları denedim.
I've tried all frequencies and hooked in the universal translator.
Tercüman yayınına devam et.
- Maintain translator broadcast.
Evrensel tercüman mekikte.
The universal translator on the shuttlecraft.
Tercümanı ayarlamak sana yapacak bir şey verir.
Adjusting the translator will give you something to do.
Kaptan, neden o tercümana kadın sesi verdiniz?
Captain, why did you build that translator with a feminine voice?
Geminin çeviricisini iletişim kanalına bağla.
Tie in the ship's translator to the communication channel. - Let them take it at their own speed.
Anna bir çevirmendi, Andreas da Elis'in teklifini kabul etmişti.
She is a translator, and he has accepted Elis'proposal.
Evrensel çeviri bilgisayarına bağlan.
Tie in the universal translator.
Çeviri bilgisayarına bağlandı.
Translator tied in.
Kötü İngilizceme aldırmazsanız çevirmen kullanmak istemiyorum.
I prefer to not use a translator if you don't mind my English.
Kapıcılık, duvarcılık veya çevirmenlik yapabilirim.
I can be a janitor, or a bricklayer, or a translator.
Oradan evrensel çevirmenle bağlantı kurabilir ve ses sisteminden duyulmasını sağlayabilirim. - Ne kadar zamanda yapabilirsin bunu?
I can link in the universal translator and put it on the audio system from here.
Bırakın o günleri tecrübe etmemiş olan gençleri kendi akranlarımız bile o kötü zamanları anlamakta oldukça zorlanacaklardır.
( translator ) What we went through will be difticult to understand even for our contemporaries, and much more difticult for generations that have no personal experience from those days.
Kaydolmaya gittiğimde oradaki görevli bana, "Asker miydiniz?" diye sordu. "Evet, tabiî ki." dedim.
( translator ) When I wanted to sign up, the man in charge asked me, "Were you a soldier?" l said, "Yes, indeed."
Himmler bir hayâli gerçekleştirmek üzere yola çıktı.
( translator ) Himmler had set out to achieve a dream.
Bunu, doğa kanunlarına daha fazla nasıl uyum sağlarız mantığı olarak görmeliyiz. Fakat ırkî olarak gitgide gelişmek manâsında. Daha gelişmiş ve sağlıklı bir soy anlamında.
( translator ) We must see how we could return to a more natural law, but only ever through positive racial thought - how one can improve something and breed it.
SS, Katolik Kilisesi'nin seçkin bir tarikatı olan Cizvitlerin yapısını esas almıştı.
( translator ) The SS was based on the Jesuit order, which had been founded as the elite guard of the Catholic Church.
Kendilerini, karanlık güçlere karşı savaşan ışığın çocukları olarak görmelerine şartlandırılmışlardı. Milletleri için, kendilerini daima göreve hazır hissetmeleri, onların ödeviydi.
( translator ) They were conditioned to see themselves as the sons of light, that they were engaged in a struggle against powers of darkness, and that it was their duty to feel they were at all times on duty for the nation
Eichmann'a sordum.
( translator ) I asked Eichmann,
Ön taraftaydım. Bir Alman bandosu marşlar çalıyordu.
( translator ) I remember in front, there was a German band with musical instruments.
Annem, ruhu şâd olsun fırına gitmemi ve tüm gece orada bekleyerek ekmek almamı istedi. Böylece ertesi gün yiyecek bir şeyimiz olabilecekti.
( translator ) My mother, may her soul rest in peace, asked me to go to the bakery and stand there the whole night to get a loaf of bread so that there would be something to eat at home the next day.
Arabayı babamla birlikte doldurup yürümeye başladık.
( translator ) We took a small cart. I, with my father, built a small cart and we began to move.
Gettoda sadece iki su kuyusu vardı.
( female translator ) There were only two water pits in the ghetto.
Polonya'da karşımıza üç milyon Yahudi çıktı. Ardından başlayan Rus savaşıyla beş milyon kadarını daha Rusya'da bulduk.
( translator ) We found a round figure of three million Jews in Poland, then immediately after that came the Russian campaign and we found another five million Jews in Russia.
Ateş ediyorlardı.
( translator ) They're shooting.
Oraya biz mezar açılmıştı.
( translator ) And there, an open grave had been dug.
İnfaz sonrası Himmler ilgili komutanları biraraya topladı.
( translator ) After the shooting, Himmler gathered the shooting commanders.
İçeri girer girmez, kapıyı üzerimize sürgülediler. İçeriden çığlıklar başladı. Lehçe, İbranice, Almanca.
( translator ) The minute we got in, the minute they closed it on us with a bolt, terrible cries began inside in Polish, Yiddish, German - pleading, requests :
İlk bayılanlar, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar oldu.
( translator ) The first to faint were children, women, old men and women.
Vagon açıldı.
( translator ) The car was opened.
Höblinger bana, "Yapılanlar ilgini çekiyor mu?" diye sordu.
( translator ) Höblinger said to me, "You are interested in the actions?"
Dilimize pelesenk olan şey şuydu :
( translator ) We used to say, " Where is the world?
Bizi Krematoryum III ve IV'e götürdüler.
( translator ) They took us to Crematoria lll and iv.
İki vardiya vardı. Sabah altıdan akşam altıya kadar.
( translator ) There were two shifts at work, from six in the morning to six at night.
Eichmann o zaman, altı milyon kişinin öldürüldüğünü söyledi. Bunun dört milyonu toplama kampı ve benzeri yerlerde kalanları ise vurularak.
( translator ) Eichmann said at that time six million people had been killed, four million in concentration camps and similar setups,
Amerikalılar geldiğinde, kırk iki kiloya düşmüştüm.
( translator ) When the Americans entered, I weighed 42 kilos.
Yaklaşan uçakların çıkardığı sesi duyduk. Bunun büyük bir filo olduğunu tahmin ettik.
( translator ) We heard the drone of the approaching bombers and guessed that it was a heavy formation.
Tüm çağrı frekanslarını açın.
Translator computer.