Bağırın traducir español
3,192 traducción paralela
Bağırın Ian köylüler!
¡ Dadle, paletos!
Bağırın!
Howzzat.
Allah bağışlasın. Bunlar ise neredeyse evli sayılır.
Estos dos son prácticamente marido y mujer.
Cadıların doğayla bir bağı vardır.
Las brujas tienen una conexión con la tierra.
Hayır Elena. Beni tüm kardeşlerinin bağını kaldıracak bir büyü yapmaya zorladı.
Me forzó a hacer un hechizo para desconectar a todos los hermanos.
Gözlerimin ne zaman kapatsam Lucifer kafamın içinde bağırıyor.
Sí, cada vez que cierro mis ojos, Lucifer está gritando en mi cabeza.
Gözümü her kapadığımda Lucifer kafamın içinde bağırıyor.
Cada vez que cierro los ojos, Lucifer está gritando en mi cabeza.
Becky, Becky, coşkunu takdir ediyoruz ama bağırmayı bırakır mısın lütfen?
Becky, Becky, apreciamos tu entusiasmo, ¿ pero puedes dejar de dar gritos?
Bu saçmalığa bir son vermenin tek yolu kızların bu bağımlılığı hemen bırakmalarıdır.
La única manera de terminar con esta locura es que a las damas se les quite el mono.
- Hayır! Gidip şunun kapısını çalıp bağıralım : "Oğlun..."
Le golpeamos la puerta y gritamos :
Bütün GOK'ların bağımsız altyordamları * vardır.
Todas las "NPCs" son sub-rutinas independientes.
İnsanın kökleriyle bağını kopartmaması her daim hayırlıdır.
Siempre es bueno mantener contacto con las raíces.
Her yaratığın kendine has bir bağımlılığı vardır.
Cada monstruo tiene su propia versión de una adicción.
Akşam yemeği ise hiç yok. Öğlen de sadece salata. Bu şekilde bağırsakların mükemmel çalışır.
Sin comer... y ensalada en la cena, y tendras una digestión perfecta.
Gus, sanırım seninkini bana bağışlamaya hazırsın.
Gus, supongo que me darás el tuyo.
Unutmayınız ki bu bağış, Şangay'a yapılan bir yatırımdır.
Por favor, considérenlo. Una donación es una inversión en Shanghai.
Sizi temin ederim ki bağışlarınız onlar için umut olacaktır.
Les aseguro que sus donaciones les darán esperanzas.
3 yıldır bağımsızlık rüzgarlarının esmeye başladığı güzel ülkemde bütün hayatımız değişti.
En los últimos tres años, desde que soplan vientos de libertad en nuestra amada patria, toda nuestra vida ha cambiado.
Bağış yapacağınız günün öncesinde cinsel ilişkiye girmeniz yasaktır.
"Se prohibe toda actividad sexual en los días previos a la donación."
Bağırışımalar, çığlıklar falan. Bunların hepsi sadece monitörde.
Los chillidos, los gritos, solo.... solo están en las pantallas.
Benim yerimde olsanız siz de bağırırdınız.
Saben, digo, ustedes lo harían si estuvieran en mis zapatos.
Şimdi böyle diyorsun ama dolunayda azı dişlerin ve pençelerin çıktığında bir sürü uluma ve bağırışımalar olacak ve oraya buraya koşuşturup duracaksın.
Sabes, eso dices ahora pero cuando la luna llena se ponga y te salgan los colmillos y las garras y haya aullidos por todos lados y gritos y corriendo por todos lados.
Sürekli bağırır, hiç uyumazdın.
Llorando todo el tiempo, nunca dormías.
Bir gece hiç susmadın ölen bir domuz gibi bağırıyordun.
Y una noche simplemente no te callabas, llorando como un cerdo moribundo.
Ama sen başını kaldırıp bana bakınca bağırmayı kestin.
Y me miraste y dejaste de gritar.
Eşine karşı bağırıp çağıran Jack Nicholson'ın bütün konuşmaları aslında Stanley'in sözleridir. Apollo görüntüleriyle ilgili olarak ne yaptığını öğrenen karısına karşı Stanley'in söylediği sözler.
La diatriba de Jack Nicholson contra su esposa... en realidad es Stanley hablándole a su esposa después de que ésta descubriera lo que estaba haciendo con las imágenes del Apolo.
7'nin bu katları, sanırım Kubrick'in aynı zamanda Thomas Mann'ın 1924 tarihli romanı "Büyülü Dağ" ın da farkında olduğu gerçeğini yansıtıyor. Burada da benzer bir bağ, bir otelle değil de yüksek dağlarda bulunan bir sanatoryumla kurulmuştur.
Creo que estos múltiplos de siete reflejan el hecho de que Kubrick era consciente de la importancia de la novela de Thomas Mann de 1924, La montaña mágica, que es sobre un manicomio, no un hotel, en una montaña.
Batı Virginia bağımsızdır ve Hatfieldlar her yanını silahlanarak savunuyorlar.
Virginia Occidental es soberana y hay un enjambre de Hatfield armados ahí.
Biz kapıya doğru giderken "Beni bırakmayın" diye bağırıyordun.
No dejabas de gritar, "No me dejen..." ... mientras nos dirigíamos a la puerta.
Eğer bir saniye bile olsa bağıracağını düşünürsem inan bana, bağırtırım.
Pero si llego a pensar que vas a gritar créeme, vas a gritar.
Sanırım uyuşturucu bağımlılarını işe alınca böyle bir son kaçınılmaz oluyor.
Supongo que eso es lo que consigues contratando a drogadictos.
Kaçak bir uyuşturucu bağımlısının cesedini aramak için kimse uğraşmayacaktır.
Nadie va a tomarse el tiempo de buscar el cuerpo de una drogadicta fugitiva.
Asıl mesele ; bağımsız bir ulusa bariz şekilde saldırılmasının cevapsız kalamayacağıdır.
La cuestión es que una agresión descarada contra una nación soberana no puede quedar sin respuesta.
Ellerinizi havaya kaldırın! " diye bağırdık.
¡ No te muevas, hijo de puta!
Yani birlikte Robbie Shaw'u öldürdükten sonra muhtemelen aranızda kırılmaz bir bağ olduğunu sandın.
Quiero decir, después de matar juntos a Robbie Shaw, probablemente pensaste que teníais un vínculo irrompible.
Dalga sesleri onun bağırışlarını biraz azaltır diye düşündüm.
Esperaba que el sonido de las olas rompiéndose ahogaría sus aullidos.
Okulumda kaç tane bağımlının, hilecinin seks manyağı var bilseniz şaşırırısınız.
Se sorprenderían cuántos tramposos, locos por el sexo y drogadictos hay en el colegio.
Hayvanlar su kanalını tuvalet olarak kullanır feçesteki yumurtalar yüzmeye gittiğinde Callie'nin bağırsaklarına yerleşir.
Los animales usan el canal como excusado y los huevos de las heces acabaron en los intestinos de Callie cuando ella fue a nadar.
Kızgın ya da mutlu olmadan bağırıyorlar.
Gritan si están felices o enojados.
Hükümet, scooter devirmenin tehlikeli olduğuna ve kilolu insanların yerde tepinip bağırırken altına sıçabilmelerinin imkan dahilinde olduğuna dikkat çekiyor.
El gobierno avisa que la silla eléctrica puede ser peligrosa y puede causar que la gente obesa se cague encima mientras patalean en el suelo.
Bağımsız insanlar kendi ihtiyaçlarını kendi alır.
Bueno, la gente independiente se paga sus propias cosas
Adamın yüzüne bağırdıkça bağırıyordu, deli gibi. Şu Danny- -... çocuklara karşı çok serttir.
Ella le gritaba como loca, en su propia cara pero, verás, Danny es muy duro con nosotros.
Hayır, bak, bu insanoğlunun bildiği en bağımlılık yaratıcı kaçınılmaz psikolojiyi sunan geleceğin üçkâğıdı.
No, no, miren, miren, esta nueva estafa del futuro utiliza la psicología más adictiva e ineludible conocida por el hombre...
Şifre sendeyse, yazacak bir şey alır ve bir anahtar kitap ya da ünlü bir metin kullanarak kodlanır, aynı bağımsızlığını ilân etmek gibi.
Cuando cifras, tomas algo que escribiste y lo codificas usando un libro de claves o un texto famoso, como la declaración de independencia.
Hayatını 5 dolarlık bağış için yalvararak ve bürokratlarla tartışarak geçirdiğinde sonra bana gelip'bunları bırakıp kırık kemikleri onarmalıyız ve kafadaki ölümcül illeti yok etmeliyiz'diyebilirsin.
Cuando hayas pasado tu vida discutiendo con burócratas y suplicando de rodillas que te concedan cinco míseros dólares más, entonces podrás decirme que deberíamos volver atrás y simplemente arreglar huesos rotos y... y... cerrar heridas fatales en la cabeza.
Müşterilerine yapacakları bağışlardan daha fazlasını verdik sanırım.
Hemos hecho más por tus clientes de lo que ellos están dispuestos a dar.
Zimbabwe olmadan evvel Güney Rodezya'daki aşırı sağcılar ırkçılığın kaldırılmasını erteleyebilmek için bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Bu nedenle Güney Rodezya bağımsızlığından birkaç yıl sonra yine Ode to Joy melodisi,... elbette değişen sözleri ile birlikte, ülkenin milli marşı olmuştu.
En la extrema derecha, en Rodesia del Sur antes de convertirse en Zimbaue, se proclamó la independencia para poder posponer la abolición del Apartheid, entonces, durante ese par de años de independencia, de nuevo la melodía del Himno de la alegría,
Kanıt olabilecek bir şey görürsen bağırırsın.
Echa un grito si ves algo que pueda ser evidencia.
Bu rıhtımların hepsi birbirine benziyor. Bir bağır da teknenin nerede olduğunu anlayayım.
Todos esos muelles me parecen iguales, así que, uh, dame un grito y dime dónde está aparcado el barco o algo.
Bağırıp çağırıp beni dışarı atman iyilik olurdu. Senin çatın altında beş yıla kıyasla, sürgün, konfor sayılır.
Un grito en el cielo, un divorcio, hubieran sido un acto de bondad... en comparación con los cinco años bajo tu techo, desterrada por tu comodidad.
Tom, bir televizyon dizisinin daha izlemediği bölümünden bahsedilince kulaklarını kapatıp böyle bağırırdı.
Como que Tom siempre se tapa las orejas y se pone "ahh" si empiezas a hablar de un capítulo de una serie que todavía no ha visto.