Tın traducir español
49,339 traducción paralela
Tıbbi zımbırtını al! Neyse! Her neyse artık bilmiyorum!
¡ Toma tu medicación o lo que sea!
- Kanıtını güvende tutacağız George.
Mantendremos tu prueba a salvo, George.
- Dağıtın!
- ¡ Dispérsense!
Peki bu komployla ilgili hiç kanıtınız var mı?
¿ Tienen alguna prueba de esta conspiración?
Madoff'un ailemden çaldıkları para Kardeşime bakmak için bir kenara bırakılmıştı Çünkü hayatının geri kalanında tıbbi yardıma ihtiyacı olacak.
El dinero de Madoff que robó a mi familia había sido reservado para cuidar de mi hermano porque va a necesitar asistencia médica durante el resto de su vida.
Sesinin tınısı bile beni üzüyor.
Pero incluso el sonido de tu voz y... Eso me altera.
- Düzgünce bir soruşturma yapmadan kanıtın yerini mi değiştirdin?
¿ Moviste pruebas sin hacer una investigación en forma?
Kanıtın yerini değiştirdim çünkü değiştirilmesi gerekiyordu.
Moví pruebas porque tenían que moverse.
- Kanıtın yanında kaldım.
Me concentré en las pruebas.
Maurice ne söylediğinle ilgili herhangi bir kanıtın var mı?
Maurice ¿ tienes alguna prueba de lo que dices?
İşte kanıtın.
Aquí está tu prueba.
Dostum, 40 tonluk bir tırla çarpıştın.
Bueno, colega, te golpeó un semi de 40 toneladas.
- Beyler, kendinizi tanıtın.
- ¡ Caballeros! Preséntense.
Bakın, sizin kurallarınıza uymamış olabilirim ama tılsım da beni seçtiğinde uymadı.
Quizá yo no siga sus reglas, pero el amuleto tampoco cuando me eligió.
Tılsımına ve ortaya çıkardığı kılıca bel bağlamadan Aaarrrgghh'ı yakalamalısın.
Atrápalo, sin ayuda del amuleto ni de la espada.
Böylece vakti geldiğinde çocuğu öldüreceksin ve tılsımıyla beni serbest bırakacaksın.
Así, cuando llegue la hora, matarás al muchacho y me liberarás con su Amuleto.
Tılsımın köprüyü açacağını söylemiştin!
¡ Dijiste que abriría!
Blinkous, keşke tılsım bu kadar bilgili ve hoş bir et torbasını seçmiş olsaydı.
Ay, Blinkous. Mira, si el amuleto hubiese escogido a una carne tan capacitada como esta...
Sen Kanjigar'sın. Tılsımımdan gelen ses.
Eres Kanjigar, la voz de mi amuleto.
- Senin tılsımın mı?
- ¿ Tu amuleto?
Dönmüşsün, hem de tılsımın olmadan.
Regresaste sin tu amuleto.
Ve sen her tarafına salyalarını akıtıyorsun.
- Y te estás babeando.
- PyroBligst'te savaşçılar silahlarını hak etmelidir, tılsımın da dâhil.
- En PiroBligst, debes ganarte las armas, incluso tu amuleto.
Bu tılsımı bulmandan bile önce, tüm bunlardan çok daha önce... sen hep benim kahramanımdın.
Antes de que encontraras el amuleto, mucho antes, también eras mi héroe.
Yüce Majesteleri, Belçika Kralı Leopold Kongo bağımsız devletini gezmesi için Lord Greystoke'a resmi bir davetiye göndermiştir. Kendi inşa ettiği okulları ve kiliseleri görmesi kölelik karşıtı girişimlerindeki başarılarını tasdik etmesi ve ticaret görüşmelerini başlatması için.
Su Alteza Serenísima, el rey Leopoldo de Bélgica ha invitado a Lord Greystoke a recorrer el Estado Libre del Congo para que visite las escuelas e iglesias que ha construido sea testigo del éxito de sus iniciativas antiesclavistas y abra negociaciones comerciales.
Liedholm Parling'e gönderiyor, Parling yavaşça Brezilya defansının arkasına sarkıtıyor..
Liedholm le envía a Parling, Parling realiza un pase rápid a través de la columna vertebral de Brasil y dentro del área.
Nascimento İsveç defansını bir çöp gibi dağıtıyor ve takımını ateşliyor
- Nascimento tiro a la defensa de acero sueca. liberando de sus marcas a sus compañeros y Brasil iguala el marcador.
Tıpkı Steph Burton gibi görünen bir kadın var ama 90 cm boyunda.
Hay una mujer idéntica a Steph Burton, excepto que mide un metro.
Tıpkı C.J. gibi, hep adamını buluyorsun.
C.J. siempre salva animales perdidos.
Gri beyaz kağıt Mary Thomajan'ın faks makinesinden çıktı.
El papel blanco grisáceo se levantó de la máquina de fax de Mary Thomajan.
Sen ne zaman tıraş olacaksın?
¿ Cuándo vas a afeitarte?
Kitabını kenara bıraktı, arkasına yaslandı kağıt bıçağını iki eliyle kavradı.
Ella dejó su libro... se inclinó hacia atrás y apretó el cuchillo de papel firmemente con ambas manos.
Madem tıkandın, dekoru değiştir.
Estás bloqueado. Cambia el paisaje.
- Kulaklarını tıkamayı bırak.
Sácate el dedo del oído. Te patearé en el culo.
Yüksek irtifa vakum tıkacının tasarımını bitirdim.
Por si quiere intentar el robo mayor. ¿ Sigues en eso?
Kostüm Abla, ağ ağıtıcılarımın nesi var?
- Esa. - Excelente elección. ¿ Quieres que la programe como tu condición base?
Belki de yüksek irtifa tıkacını yapma vakti gelmiştir.
Sí, pero después, se acabó.
kalemi çıkarın ve bir kağıt parçası.
Saque lápiz y papel.
Tıpkı ayarlansın gibi mi? Aynen böyle?
¿ Adaptarte así nada más?
Benim sevgim tamamen tıbbi artık, anlarsın ya.
Mi comportamiento está estrictamente medicado ahora, entiendes.
- Tırmanma halatını sabitleyin.
¡ Hombres en los cables!
- Beni E.T. falan mı sandın?
¿ Quién diablos crees que soy?
Marihuananın müthiş tıbbi yararı var.
La marihuana tiene beneficios médicos superiores.
"Wechsler'ın emeklilik fonu ve mal varlığı şimdiki borçlularına dağıtıldı."
"El fondo de pensiones de Wechsler, y sus activos " se distribuirán a los deudores actuales ".
- Artık senin başını ağrıtır.
Él es tu problema ahora.
Geliyor? Nükleer silah üzerinde gezinme aygıtı ayarladın.
Pusiste en marcha un dispositivo de localización en el arma nuclear.
Yarın sabah uyandığında adını, yüzünü hatırlamayacaksın. Tıpkı diğerleri gibi.
Despertarás mañana por la mañana, y no recordarás su nombre, o su rostro, igual que los demás.
"Hayatı seç" 1980'lerdeki uyuşturucu karşıtı bir kampanyanın sloganıydı.
"Escoge la vida" era el eslogan de un campaña antidrogas de los 80.
Tüm sırlarımızın gün yüzüne çıkmak için tırmandıkları bir yol var.
Los secretos que guardamos tienen una forma de agarrar su camino a la superficie.
Buradan ayrılacaksınız, hastaneye gideceksiniz ve tıbbi tedavi göreceksiniz.
Lo transferirán a un centro de seguridad donde recibirá tratamiento médico.
Farklı türde tırmığa alışkın.
Usaba otro tipo de rastrillo.