A beauty traduction Turc
3,635 traduction parallèle
[Heart thumping] Maybe a beauty day is just what I need.
Belkide ihtiyacım olan güzellik günü.
The last one you brought in was a beauty.
Buraya son getirdiğin, güzellikti.
I was a beauty once.
Bir zamanlar ben de güzeldim.
I mean, it's just a beauty pageant with rhythm.
Demek istediğim, bu sadece müzik eşliğindeki güzellik yarışması.
But if he does come to, he'll have a beauty of a headache.
Ama eğer kendine gelirse, sağlam bir baş ağrısı çekecek.
It's a beauty.
Tam bir güzellik.
I'm gonna tell you a story about a little girl who entered a beauty pageant... Even though she was very, very scared that she was going to lose.
Kaybetmekten çok ama çok korkmasına rağmen güzellik yarışmasına katılan küçük bir kızın hikâyesini anlatacağım sana.
MAN Oh, yeah, it's a beauty!
Ne kadar güzel.
There's a beauty salon on the right.
Sağ tarafta bir güzellik salonu var.
Well, I had a date with a beauty queen tonight, but forget it.
Aslında bu gece güzellik kraliçesiyle randevum vardı, ama salla gitsin.
They're staging a beauty contest, but they couldn't organize a piss up in a brewery.
Bir güzellik yarışması düzenlerler, ama Laurel ve Hardy gibi beceriksizdirler.
A beauty.
Ne güzel!
This sure is a beauty.
Bu elbette güzel.
Come to Papa! She's a beauty, huh? Whoo!
- Kız gibi değil mi?
Oh, yeah, that's a beauty.
Oh, evet, ne de güzelmiş.
This one's a beauty.
Güzellik budur.
Hey, a fella's gotta get his beauty rest.
Adamın güzellik uykusuna yatması gerek.
" She is a real beauty.
" O gerçek bir güzellik.
But the beauty parlor is the absolute best place to bond, gossip, show the people in this town you're serious about being one of them, and maybe even pick up a patient or two.
Yok ama kasabaya karışmanın, dedikodu yapmanın ve insanlara onlardan biri olmada ne kadar ciddi olduğunu göstermenin, bir iki hasta kapmanın en iyi yolu budur.
That's the beauty of working with a large firm- - resources.
Büyük bir şirketle çalışmanın faydası bu işte... Kaynak bolluğu.
- A hand grenade. I have 16 horses exchanged for this beauty, with a Mongol.
- İşimize yarar 16 at alır bu şey
I know you meant that as a compliment, but I don't appreciate limitations being placed on my beauty.
Bunu bir iltifat olarak söylediğini biliyorum ama güzelliğime konan sınırları takdir etmiyorum.
Do you think beauty is a destroyer of men, Pip?
Güzelliğin erkekler için yıkıcı olduğunu düşünüyor musun, Pip?
That's the beauty of card shows. Look, I'm the guy who pitched two perfect games in a row.
Bak, iki mükemmel oyunda ardarda süper atış yapan adamım ben.
Beauty is a prison.
Hapsolmuş güzellik.
I adore the beauty of a long line, but there's always room in my home for mongrels.
Uzun bir soyun güzelliğine bayılırım, ama evimde, kırmalar için de yer vardır.
Honey, I'm already a cut-rate whore on account of my beauty marks.
Hayatım, alametifarikalarımdan ötürü zaten piyasaya indirimli çıkıyorum.
You're cutting into my beauty sleep, little girl, and if I don't get my 8 hours, I'm a real killer.
Güzellik uykumu bölüyorsun küçük kız ve eğer 8 saat uykumu almazsam gerçekten öldürücü olabilirim.
It's a thing of beauty created by you and your partner.
Karşılıklı olarak birbirinize attığınız güzel ve uyumlu adımlarmış.
But Ashley here has won a regional beauty pageant.
Ama Ashley yerel bir güzellik yarışmasını kazandı.
Besides, there's a homely, kinky-haired beauty out there who'd just love to dance with you right now.
Ayrıca, şu anda seninle dans etmek isteyen basit ve garip saçlı güzellik seni bekliyor.
He said I was a raven-haired beauty, and then I said, "that's so raven," and he laughed.
Ben de "Avımı yakaladım." dedim. O da güldü.
Wow. A day of beauty and now this swanky joint.
Güzellik salonunda bir gün ve bu havalı mekan.
I think there isn't a closed door in the world that beauty can't open.
Bence dünya üzerinde, güzelliğin açamayacağı kapı yoktur.
Many admired its visual beauty but wanted a more conventional story.
Çoğu insan görselliğini beğenmişse de daha klasik bir hikaye beklemiştir.
She's a beauty, right?
Çok güzel dimi?
A thousand times more beauty than the other?
Diğerinden yüz kat güzellikle dolu değil mi?
If the nature of movie beauty changed in Europe in the 1940s, it was partly because of a writer called Cesare Zavattini.
1940'ların ikinci yarısında filmlerin güzellik anlayışı Avrupa'da değişti ve bunun bir nedeni Cesare Zavattini'ydi.
At MGM, Cosmopolitan producer Arthur Freed gave sophisticates like Gene Kelly, Vincent Minelli and Stanley Donen, a chance to show that the studios still had joy in them, and beauty too.
MGM'de, kozmopolit yapımcı Arthur Freed Gene Kelly, Vincent Minelli ve Stanley Donen gibi entelektüellere stüdyoların hala eğlenceli işler yapabileceklerini göstertti.
♪ Who seems a beast ♪ But secretly dreams of beauty
Çirkin görünen ama gizlice Güzel'i düşleyen
You've got this pure beauty What seems to be a knockout figure.
Sende çekici tasvirlerde görülen saf bir güzellik var.
You would use a thing of beauty like this.
Böyle bir güzelliği kullanman gerekir.
Where Brazilian films of the'60s often used pared down minimalism to express their anger in politics, this Russian Cuban film believes that the beauty of a shot like this, a camera on wings, the soul of a dead student, will make the idea
60'lar Brezilya filmleri, öfke ve siyaseti yansıtmak için minimalisttir. Bu film ise, böyle güzel bir çekimin ve kanatlı bir kameranın, ölü öğrencinin ruhunu yansıttığını ve devrim fikrinin kendisini güzelleştirdiğini savunur.
Were the standards, the artistic standards. A certain kind of harmony a certain kind of balance, a certain kind of beauty, you know, the concept of beauty.
Artistik standartlar, bir tür harmoni bir çeşit denge, güzellik, güzellik kavramı.
I have a feeling it's his way to get close to me... because he's falling for my beauty!
içimden bir ses aynı yolda olduğumuzu söylüyor... çünkü oda benim güzelliğime düşkün.
That most hardcore'60s director, Jean-Luc Godard, saw The conformist's beauty as a betrayal of radicalism.
60'ların katı yönetmeni Jean Luc Godard "Konformist" in güzelliğinin radikalizme ihanet olduğunu düşünür.
We call ourselves a liberal democracy and there's still no platform in this society for the appreciation of scrotal beauty.
Kendimizi liberal demokrat olarak tanımlarız, ama bu toplumda hala testis torbasını takdir edecek, bir platform yok.
The pond exuded a fathomless beauty.
Suyun sihirli aynasında bir şey hareket etti.
Maybe this makes the film sound overloaded with symbolism but it has the beauty and determination of this silent comedy, in which Harold Lloyd climbs a building.
Bu film, sembollerle doludur ama Harold Lloyd'un bir binaya tırmandığı bu sessiz film gibi güzeldir ve azimlidir.
She's a sweet little beauty.
Çok güzel bir yaratık.
That's the beauty of a pantsuit, you know.
Pantolon takımın güzelliği de burada.
beauty 248
beauty and the beast 71
beauty queen lemon 18
a bear 71
a beautiful woman 29
a beautiful 55
a beast 46
a beard 21
a beautiful girl 19
beauty and the beast 71
beauty queen lemon 18
a bear 71
a beautiful woman 29
a beautiful 55
a beast 46
a beard 21
a beautiful girl 19