She didn't have to traduction Turc

That poor thing with a flat chest that didn't have nerve enough... to talk up to you, washing your greasy overalls, cooking... and slaving in some lousy mining shack? No wonder she died.

Seninle konuşmaya cesaret edemeyen, tahta göğüslü... senin iş giysilerini yıkayıp, yemek pişiren... madende köle gibi çalışan bir kadın mıyım?

Well, if she didn't go to the mountains, Mohammed would have to come here.

Eh, eğer dağlara gitmeseydi, Muhammed buraya gelirdi.

Little Red Riding Hood didn't have enough charm to trap a wolf her own age, so she falls in love with the butler and lives happily ever after.

Kırmızı Başlıklı Kız, kurdu tuzağa düşürecek cazibeye sahip değildi. Böylece uşağa aşık oldu ve sonsuza dek bir kül yığını içinde mutlu yaşadılar.

She didn't want anybody else to have him.

Başka kimseyle birlikte olmasını istemiyor.

When she bacame ill, the desire to live might have turned the balance but she didn't want to.

Hastalandığında yaşama arzusu her şeyi değiştirmişti.. ... ama istemedi.

OF COURSE, SHE DIDN'T HAVE A LEG TO STAND ON.

Kızın elinde bir dayanak yoktu.

At least, she didn't have to suffer too long.

En azından karım uzun süre acı çekmek zorunda kalmadı.

She didn't have to marry someone who already has a child.

Zaten çocuğu olan biriyle evlenmek zorunda değildi.

I didn't know she was going to have a baby.

Hamile olduğunu bilmiyordum!

She didn't have to.

Zorunlu değildi.

She didn't have to.

Anlatmasına gerek yok.

I didn't think she ought to have been out of bed, sir.

Bence yataktan çıkmaması gerekiyordu.

- She didn't want to offend you... and I was wrong not telling you before, but with all those... receptions and trips, you won't have time to take care of her.

Annem eminim seni üzmek istemedi. Ben de istemem. Her halde bilirsin.

So if it was the same person, she didn't have to change her initials... on her linen and silver.

İkisi aynı kadın ise, adının baş harfleri değiştirme gereği duymamıştır.

She was so happy about my visit, I didn't have the heart to tell her.

Geldiğime o kadar sevinmişti ki, söylemeye yüreğim elvermedi.

But the food was fair and even she didn't have the effrontery to charge me for my visits.

Fakat yemekler fena değildi, hatta ziyaretlerimi ücretlendirme yüzsüzlüğünü de göstermedi.

She didn't have time to put them on.

Onları takmak için zamanı yoktu.

So she just walked around and around because she didn't have no place else to go.

Yani gidecek hiçbir yeri olmadığı için oradan oraya dolanıyordu.

You didn't even have the decency to take her after she left me.

O beni terk ettikten sonra onu almak nezaketini bile göstermedin.

Well don't forget Mrs. Trent claims to have seen them too. She didn't have anything on her breath.

Unutma ki Bayan Trent de onları gördüğünü iddia etti.

I have been talking so much to her about this that she even didn't talk to me in the company.

Ona da böyle dedim. Bugün işte benimle tek kelime bile etmedi.

I mean, she didn't have to go to work or anything like that. He left her a little money.

İşe gitmesi gerekmedi, babam ona biraz para bırakmıştı.

- She didn't have to.

Hayır, ama aynı şey.

I'd like it if she didn't have to see these.

Ben olsam, kızın bunları görmemesini isterdim.

If she didn't want to docent the museum opening, she didn't have to.

Müze açılışında rehber olmak istemediyse, bırakın olmasın.

Well, she didn't have to.

Başardın.

I was tryin'to explain to that darn lady teacher... why he didn't have no money for his lunch, and she got sore at me!

O öğretmen hanıma neden yemek yiyecek parası olmadığını... açıklamaya çalışıyordum ve kadın bana kızdı.

she didn't have nobody to help her.

Ona yardım edecek kimse yoktu.

We both have two Oscars, and she knew that winning another one didn't matter that much to me, so I wasn't competition to her, I suppose.

İkimizin de iki Oscar'ı vardı. Bir ödül daha kazanmanın, benim için pek önemi olmadığını biliyordu. Yani onun rakibi değildim.

Two, we have a standing date every Saturday morning, which she broke to go shopping with her mother, which we both know she didn't do.

İkincisi, Her Cumartesi annesi ile alışverişe gideceği yere benimle buluşur. Ve bunu ikimiz de biliyoruz.

She didn't seem to have any doubts.

Kafasında soru işareti olan biri gibi görünmüyordu.

She belonged to have pretty words spoke over her, and I didn't do it.

Yeterli değildi. Güzel sözler hak etmişti ve ben onları söylemedim.

She didn't have much, but we'd be pleased, and I'm sure she'd want you to have anything of hers that you liked,

Fazla eşyası yok ama onun hoşunuza giden birşeyi varsa, memnun oluruz ve eminim o da isterdi.

She didn't have to go out with me, you know.

Farkındasındır. Benimle çıkmak zorunda değildi.

But she didn't have to tell you about that, now did she?

Ayrıca bu sırrı sana söylemek zorunda değildi, öyle değil mi?

Did she? She didn't have to tell you at all.

Sana bunların hiç birini söylemek zorunda değildi.

I didn't have a perfect view, but I could see enough of her face and lips to see that she was smiling.

Yüzünün ve dudaklarının görebildiğim kısmından gülümsediği anlaşılıyordu.

When clinics or hospitals heard that she was Jean Zay's wife, they didn't have the courage to admit her.

Hastane ve klinikler onun Jean Zay'in eşi olduğunu duyunca onu kabul edecek cesareti bulamadılar.

You remember, she said the puppy would have to stay in the cellar, didn't she?

Hatırla, annen köpeğin bodrumda kalması gerektiğini söylemişti, değil mi?

But she didn't have to fight the duel.

Ama düelloya tutuşması gerekmedi.

When my father left, she didn't have to take me with her.

Babam terk ettiğinde, Sally beni yanına almak zorunda değildi.

Remy didn't have anything to do with this, did she?

Remy'nin bu öneriyle bir ilgisi yok değil mi?

She didn't have to tell me.

- Buna gerek yok ki.

She didn't have to worry.

Endişelenmesine gerek yoktu.

No, she didn't have to worry the way she did, no.

- Evet, böyle endişelenmesi gerekmezdi.

No, she didn't have to get married, the twins just arrived a little early.

Hayır, evlenmek zorunda değildi, sadece ikizler biraz erken geldiler.

She didn't. But of late she doesn't have a place to live.

Ama geç olunca kalacak yeri yoktu.

She didn't have to go. I'm nuts.

Gitmek zorunda değildi.

I didn't want to have to tell you this because you're pals. But she's coming on to me gangbusters.

Arkadaş olduğunuz için bunu söylemek istemiyordum ama bana fena halde asılıyor.

She really didn't have much to say.

Söyleyecek çok fazla şeyi yoktu.

I didn't expect to have signs telling me where she is.

Onun yerini gösterecek tabela olacağını zannetmedim zaten.