Soup traduction Turc
7,522 traduction parallèle
Directions to the nearest soup kitchen?
En yakın aşevinin adresi var?
He knows where the soup kitchen is.
Aşevinin adresini biliyor zaten.
It's not bad for cold soup.
Soğuk bir çorbaya göre hiç fena sayılmaz.
I mean, besides deliver chicken soup for the soul?
İnsanların hayatını değiştirmesi dışında tabi.
The soup is out.
Ben yokum.
Did you leave your phone at the soup kitchen last night?
Dün gece telefonunu mutfakta unutmuşsun.
My sister tried the cabbage-soup one.
Kardeşim bir keresinde lahana çorbası denemişti.
When you go to the grocery store, why do you buy... Campbell's soup?
Markete gittiğinde neden Cambell'in çorbasından alıyorsun?
If only I could find some soup.
Keşke biraz nitrogliserin bulabilseydim.
Is anyone gonna make soup?
İçinizden biri bana çorba yapacak mı?
Ah, would you mind watching the soup while I use the restroom?
Ben tuvaleti kullanırken çorbaya bakabilir misin?
Soup's ready.
Çorba hazır.
Have some soup.
Çorba iç.
Fertility soup.
- Doğurganlık çorbası.
I promise I will try some of your stinky soup.
İğrenç çorbanı deneyeceğime söz veriyorum.
I hope you had dinner'cause all I have is Margaux's fertility soup. Yeah, I know.
Umarım aç değilsindir çünkü evde bir tek Margaux'nun doğurganlık çorbası var.
That soup is bad.
Bu çorba çok kötüymüş.
You know, in Poland, when the Cossacks came, we would boil water and then throw it in their faces, and then make soup.
Polonyada, Kazaklar geldiğinde su kaynatıp yüzlerine dökerdik ve çorba yapardık.
Ah, I can't tell through this soup.
- Bu kalın sis yüzünden söyleyemem.
- Hot Soup and Shingles [groans softly] - Oh, it's just a sprain.
- Yok ya sadece burkuldu.
- Soup's up.
- Çorbalar hazır.
Not more soup.
Daha fazla çorba olmasın.
It appears we are out of soup.
Görünüşe göree çorbamız bitmiş.
How do you feel about some hot soup?
Sıcak çorba yapsam alınmazsın değil mi?
All right, let's get all the chips and dip out on the table and people can graze - until we get some soup going.
Tamam, bütün cips ve sosları masaya yığalım da biz çorba yapana kadar insanlar otlansın azıcık.
We've got a bajillion people down there and they're all looking for soup.
Bir sürü insan var yanımızda ve hepsi çorba bekliyor.
A few weeks ago, our firehouse was in danger of being shut down, and it would've been if this little man hadn't come by armed with nothing but a thermos of soup and an idea.
Birkaç hafta önce itfaiyemiz kapanma tehlikesi geçirdi ve kapanabilirdi de. Tabi bu küçük adam hiçbir zırhı olmadan, elinde bir termos çorba ve kafasında bir fikirle gelmeseydi.
There's some vegetable soup.
Sebze çorbası var.
The soup's good.
Çorba güzel olmuş.
Go tell the nutritionist her sawdust soup is ready.
Canım, beslenme uzmanını çağır. Çorbasının hazır olduğunu söyle.
The soup's very good.
Çorba çok güzeldi.
I'm making carrot and coriander soup.
Ben havuç ve kişniş çorbası yapıyorum.
I mean, after two bowls of soup, I'm stuffed.
Yani, çorba iki kase sonra, ben doydum.
Soup or a sandwich, every day.
- Çorba ve sandviç, her gün.
Perhaps you'd like to say Grace, Father, before the soup gets any colder.
Belki de Peder çorba soğumadan şükran duası etmek istersiniz.
Stir the soup.
Çorbayı karıştır.
Fish soup.
Balık çorbası.
Fortunately, The Lord gave me an aversion to fish soup.
- Şükürler olsun ki Tanrı bana balık çorbası için bir isteksizlik verdi.
Accessing soup kitchens.
Aşevlerine bağlanıyor. Ne!
"Number two : Smells like mushroom soup."
İki, mantar çorbası gibi kokuyor.
After you went back to sleep, you opened a soup kitchen in our living room.
Yatağa döndükten sonra.. salonumuzda çorba mutfağı açtın.
I wanted to bring you soup.
Sana çorba getirmek istemiştim.
Oh, soup again?
Yine mi çorba?
When you wanna rip someone's heart out and stomp on it till it's soup.
Birinin kalbini söküp çorba olana kadar üstünde zıplamak istediğinde.
No one will be able to tell if it is in tea or soup.
Çayda mı çorbada mı olduğunu kimsenin söylemesi mümkün olmayacak!
Let's go have some dog soup.
Köpek çorbası içmeye gidelim hadi.
Go have a hot soup.
Sıcak bir çorba iç.
I'm here at town hall, where they're setting up a soup kitchen for the homeless.
Belediye binasında evsizler için hazırlanan bağış yemeğindeyim.
It's like blood soup in here.
Burada kan çorbası gibi.
Duck soup.
Çocuk oyuncağı.
Duck soup, my ass.
Hay senin çocuk oyuncağına!