Making traduction Anglais
68,050 traduction parallèle
Evet, eritmek, yakmak,... havaya fırlatmak falan.
Yeah, the melting, burning, making people fly through the air.
Bulunduğumuz yerden bir erkek kaçıyor.
We have a male making off from us.
"Trapdoor" Operasyonu'na soruşturma açıyorum.
I'm making enquiries into Operation Trapdoor.
Ürünlerin doğru yerlere ulaştığından emin olmak bizim sorumluluğumuzda.
We are responsible for making sure supplies reach their correct destination.
Bir şey yapıyorum.
I am making a well.
Polisin beni takip edip sana casusluk yapması gibi.
Making the police spy on me.
Ama biz bir aileyiz ve bu adımı ailecek atacağız.
But we're a family, so we are... We're making this move as a family.
Bir bomba yapıyorsunuz.
You're making a bomb.
Ben mi, bomba ha!
I'm making a bomb?
Aptalca, bir bomba falan yok!
Nonsense, I'm not making a bomb!
Açık konuşayım biraz sikim kalktı.
I have to be honest, this is making me hard.
İşimi zorlaştırıyorsun.
You're making it difficult.
Hiç kolaylaştırmıyor ama.
Well, he's not making it easy.
Babamı öldüren aileye silah yapmanın beni ne kadar mutlu ettiğini mi?
How happy I am making weapons for the family that killed my father?
Herkesin çıldırmasına neden olan virüs bu mu?
Is that the virus that's making everyone flip out?
- Test ilacı mı hazırlıyoruz yoksa?
- Are we making a test drug already?
Teknolojimiz yıllar içinde o kadar gelişti ki bir numune hazırlamak çok uzun sürmüyor.
Our technology's come so far over the years, making a sample doesn't take that long.
Belki orada bir şey görmenizin sebebi bir sorun var demeniz beni gerdiği için olabilir ama ben gerçekleri söylüyorum.
Maybe you see there's something because... it making me nervous because you are saying that there's problem, but, uh... I'm saying truth.
Seni kalmaya zorlayan benim.
I'm making you stay.
Buradan tek başına çıkma şansın daha yüksek.
You got a better chance of making it out of here alone.
Ve yeni lideriniz olarak bunu ilk iç tüzüğüm yapıyorum.
And as your new leader, I am making this my first order of business.
Diğer çetelerle ittifak kuruyordu.
Making alliances with other gangs.
Gerçekten çocuğun cilt tonu üzerinden üstünkörü bir şeylere dayalı velayet önerileri mi yapıyorsunuz?
Are you really making custody recommendations based on something as superficial as the child's skin tone?
"Oliver Twist" den bir karakteri söylüyor gibi yapıyorsun.
You're making him sound like a character from "Oliver Twist."
Bu öğlen şartlı tahliye memurunla bir federal için sandviç yapıyor olmamın sebebi bana söylemek içinden gelir mi?
You feel like telling me why I was making sandwiches for your parole officer and a fed this afternoon?
Çok iyi rahat hissettirdiniz.
Um... so great job making me feel comfortable.
Ben işe gitmeden önce, bana senin kahvaltı hazırlaman gerekiyor.
You should be making me breakfast, before I go to work.
Krep yapma.
Making pancakes.
Bir karar vermeye ne kadar yaklaştınız?
Any closer to making a decision?
Bilgece bir seçim yapıyorsun, Holden.
You're making a wise choice, Holden.
Çay yapıyordum ve biri kitabı ocağın üzerine koymuş.
I was making tea, and somebody put a book on the stove.
Demek istediğim erkekler böyle bir ilişki yaşayarak kendilerini önemli hissetmek isterler ve Noah, seninle tanışmadan yıllar önce kendini önemli hissetmeyi bırakmıştı.
I mean, men need to feel important in order to stay in a relationship, and I stopped making Noah feel important years before he met you.
- Onu uydurduğumu düşünüyorsun.
- You think I am making it up.
Bazı işler zor kararlar vermeyi ve insanlara duymak istemediklerini söylemeyi gerektirir.
And some jobs require making hard choices and saying things that people don't want to hear.
Erkek arkadaşım değil ve hastanenin yararı için mantıklı bir karar verdi.
He's not my boyfriend, and he's making an unemotional decision that benefits the hospital.
Sen bu hastanenin hastaları için geçmişte sağlıklı kararlar vermiş eski cerrahi şefisin.
You're the former Chief of Surgery with a track record of making sound decisions for the patients of this hospital.
Ayrıca bazı ölüm kalım kararlarını cerrahların yerine almanız gerekecek.
And also making life-and-death decisions for really invested surgeons.
Ve gelecek sene katılabilmelerinin tek yolu seni öncül olarak seçmeleri.
And the only way they get in there next year is by making you their prime.
Zaten başından beri onu konuşuyoruz ama bunu bitirmen için daha çok yolun var.
That is all we are talking about, and you are a long way from making the trek up that path.
O ofiste oturmanın nasıl bir his olduğunu öğrenmek zorundasın. Kararları veren kişi olmanın.
You need to feel what it will be like to sit in that office, to be the one making the decision.
Sen de bu gruba adaysın çünkü neyi tercih ediyorsan işe yaramadıkları kesin.
You're a prime candidate for it because whatever... choices you've been making, they sure as hell aren't working.
Hatırladığım şey, senin Wall Street dürüstlük timsalinin temiz tarafta kalmaya gayret edip pisliğimin bulaşmadığından emin olduğundu.
What I do remember is you, the exemplar of Wall Street rectitude, steering clear and making damn certain that my stink didn't waft anywhere near you, lest it stick.
Kafamı kurcalıyor.
Been making my brain itch.
Muhtemelen isyan bastırma teçhizatlı 20, 25 adam cezaevine girmiş, sis bombası, elektrikli kalkan ve gerektiğinde mermi kullanarak herkesi etkisiz hâle getirmeye çalışıyordur.
Best guess, 20 to 25 men in riot gear are making their way through the prison... using smoke bombs, electrified shields, and, when necessary, bullets to take down every person in here.
Okuduklarıma göre insanlar YouTube zımbırtılarından yılda milyar dolarlar kazanıyormuş.
I've been reading, and people are making, like, a billion dollars a year off of their YouTube shit.
Jacob'a yemek yapıyorum.
- I'm making dinner for Jacob.
Sanat yapmaya devam etmek istiyorum.
I want to keep making art.
Bugün bir karar vermiyoruz.
We're not making any decisions today.
Yarın da bir karar vermiyoruz.
We're not making any decisions tomorrow.
Ve şeylerin bakış açısıyla, kendini evde yapıyor.
And by the looks of things, he's making himself quite at home.
Partinize gidemezsiniz çünkü ailen sizi partisine götürür.
You can't go to your party because your parents are making you go to their party.