Kanıyor traduction Espagnol
6,418 traduction parallèle
Annemin bacağı kanıyor.
La pierna de mamá está sangrando.
Annemin bacağı mı kanıyor?
¿ La pierna de mamá está sangrando?
Bilekleri kanıyor.
¡ Sus muñecas están sangrando!
- Tanrım, yaran hâlâ kanıyor.
Dios, aún estás sangrando.
Kanıyor.
Estás sangrando.
Kanıyor olmaktansa çıplaklık iyidir.
¿ Mejor desnudos que desangrándonos?
- Kafan kanıyor.
- Estás sangrando.
Toby! Yüzün kanıyor.
Toby!
Dünya kanıyor!
¡ El mundo está desangrándose
Çamaşır için geldiysen benimkiler yıkanıyor şu anda.
Si vienes a lavar la ropa, acabo de poner la lavadora.
Hangi kanıta dayanıyor?
¿ Con qué pruebas?
Randevumuzda dediğini hatırlıyor musun? Her şeyi doğrulayan bir kanıt bulabilirsin demiştin.
Recuerda que en nuestra cita dijiste que podrías encontrar pruebas que probaran cualquier cosa.
'Hollanda'yı böyle ezici bir şekilde yenmek İngiliz takımının kalitesini kanıtlıyor.
" Ganar a Holanda tan rotundamente es prueba de la calidad del equipo.
Gerçekten bölünmede ortaya çıkan yıldızlardan biri, Bir çok insan inanıyor bir adam 155'te gelecek olabilir.
Uh, realmente uno de los emergentes estrellas en la división, un tipo que mucha gente cree puede ser el futuro a 155.
Elimizde makbuzlar, transfer dekontları ve çok miktarda hesap bilgisi bulunmakta. Hepsi, kara paranızın dernek üzerinden aklandığını ve Caymans'da bulunan gizli bir hesaba aktarıldığını kanıtlıyor.
Tenemos boletos de depósito, recibos de transferencias inalámbricas y resmas de datos de cuentas, todo demostrando que su dinero sucio se lavó a través de la organización benéfica y luego fue depositado en una cuenta secreta en las Islas Caimán.
Beynine öyle çok kan ve oksijen pompalanıyor ki, roket yakıtı gibi.
Hay tanta sangre y oxígeno moviéndose por tu cerebro que parece combustible para cohetes.
Kan omuriliğine baskı yapıyor.
Y la sangre está comprimiendo su médula espinal.
Verildiği an kan dolaşımına katılıyor, karnında son derece yüksek bir yanma hissi oluşuyor, akciğerlerinde su toplatıyor, parmaklarını karıncalaştırıyor,.. ... yüzün hissizleşiyor, sonrasında ise şanslıysan ölüyorsun.
Entra a tu torrente sanguíneo por contacto y experimentas un enorme dolor y sensación de quemazón en tu estómago, ampollas en los pulmones, hormigueo en los dedos, se te paraliza la cara y finalmente, por fortuna, mueres.
Dedektiflere intihar olduğunu inandıracak bir kanıt bırakmaya çalışıyor.
Mira esto, Korsak. Está tratando de proporcionar a los investigadores las pruebas que necesitan para demostrar el suicidio de Fran.
1999'da soluma yoluyla olan ölümleri tanımlamak için kullanılan bir terimdi bu. Ama 5 yıl önce, Johns Hopkins'in çalışmaları bazı duman zehirlenmesi davalarının aslında aşırı ısınmış havayı solumaktan kaynaklandığını kanıtlıyor.
Bueno, en 1999, el término general para describir todas las muertes relacionadas con la inhalación, pero hace cinco años, un estudio de la Johns Hopkins, demostró que en algunos casos de inhalación son muertes por respirar aire sobrecalentado.
Ama kanıt, denizaşırı ülkeden olan birine aitse durum farklılaşıyor.
Pero es diferente cuando las pruebas en cuestión... pertenecen a alguien en el extranjero.
Kan pompalanıyor, kapıda düşman var falan.
Con la sangre fluyendo, el enemigo en la puerta y todo eso.
İnsanlar beni arıyor olacak ve eğer beni bulamazlarsa kanıtlar halka açıklanacak.
Habrá gente buscándome. Y si no pueden encontrarme entonces las pruebas se publicarán y no podrá detenerlo.
Ulu Han yaşıyor o zaman!
Entonces, el Gran Kan vive.
Han'ımız hala nefes alıyor.
Nuestro Kan aún respira.
İçkiler havaya kalkıyor, Han'ımız ve Krallığımız için.
Pon una expresión feliz por nuestro Kan y nuestro reino.
Han'ım senden hoşlanıyor Marco böylece baban ve amcan bağışlandı.
Mi Kan te tiene aprecio, Marco, y por ello perdonó la vida de tu padre y de tu tío.
Burada olanlar sadece ve sadece inandıklarımın doğru olduğunu kanıtlıyor.
Lo que suceda aquí solo prueba que en lo que creo es verdad.
Eğer bağlantıyı kanıtlayabilirsek, sonra belki Lloyd ile başka konuşma yapıyor oluruz.
Si podemos probar una conexión, deberíamos tener otra charla con Lloyd.
Polisin bildirdiğine göre, Bayan Stangard'ın cep telefonunda bulunan fotoğraflardaki adamın kimliğine ulaşabilmek umuduyla ilave kanıt aranıyor.
Según la policía, están buscando más pruebas ahora, esperando identificar al hombre de las fotos en el móvil de la señorita Stangard.
Bunu kanıtlamaya çalışıyor.
Intenta demostrarlo.
Sam Lila'yı öldürdü, Rebecca'da bunu kanıtlamaya çalışıyor.
Sam mató a Lila, y Rebecca está intentando demostrarlo.
Bay Bates'in, Bay Green öldüğü gün Londra'ya gittiğini kanıtlanıyor aksine gitmediğini kanıtlıyormuş.
En lugar de probar que el Sr. Bates fue a Londres el día que el Sr. Green murió, prueba que no lo hizo.
Kan yağıyor.
Está lloviendo sangre.
Kan hücreleri parçalanıyor.
Sus glóbulos rojos se desintegran.
Bu da onun, kubbenin güç kaynağı olduğunu kanıtlıyor.
Es la fuente de poder.
Bir ayda üç kurbanla bir şey kanıtlamaya çalışıyor.
Tres víctimas en un mes indican que tiene algo que demostrar.
Bu eski kalem yer çekimini kanıtlıyor gibi.
No lo sé. Esta pluma antigua es como una prueba de la gravedad.
Kan basıncı 80 / 40, gittikçe yavaşlıyor.
Presión sanguínea 80 / 40 y pulso lento es apenas palpable.
Fotoğrafları, Shana'yla konuşmaları. İki yıldır Ali'nin yaşadığını açıkça kaçırılmadığını kanıtlıyor çünkü.
Las fotos, las conversaciones con Shana, porque con ellas podemos demostrar que Ali estaba viva y que desde luego no estuvo secuestrada durante los dos últimos años.
- Bilgileri sızdıranın Rawley olduğunu kanıtlıyor.
Prueba que él es la fuga.
"Kardeşinin kanının sesi yerden bana ağlıyor."
"La voz de la sangre de tu hermano me reclama desde la tierra"
Bu makbuzlar Jon'ın kutusunun, Zelda'nın 72 saatlik psikiyatrik koğuş hapsi esnasında taşındığının kanıtı ki, Zelda'nın depolama tesisinde öldürüldüğünü ispatlıyor.
Esto prueba que el contenedor fue mudado cuando Zelda estaba en el psiquiátrico, así que la mataron en el almacén.
Sahte bir elçi olduğunu bu hepimize kanıtlıyor.
Esto prueba que usted nos ha dado a todos falso testimonio.
- Birkaç boğulma vakası Danielle gibi birkaç kız ama hiçbir şey bunun seri bir öldürülme olduğunu kanıtlamıyor.
- Unas cuantas estrangulaciones... unas pocas chicas de características similares a Danielle... pero nada que pueda demostrar que este no haya sido su primer asesinato.
Öyleyse bu durum Grimm'in kanını açıklıyor.
Entonces eso explica lo que está sucediendo aquí con la sangre del Grimm.
2 ay sonra, hem kendi hem de bombası bir otopsi masasında yatıyor oluyor ve hiç kimse, sizin ofisinizden çıkan resmi belgelere bir anlam veremiyor.
Dos meses después, está tumbado en una mesa de autopsias, igual que su bomba, y nadie puede sacar en claro... nada de los documentos que aparecen en su oficina.
Şu anda Sara ile... olay yerinden alınan kan örneklerinin analizini hızlandırıyor.
Sara está acelerando el análisis de las muestras de sangre encontradas en la escena.
Patric. - Pardon da bu neyi kanıtlıyor?
- Lo siento, ¿ qué prueba eso?
Kanıtı yok ama sizi devreden çıkartmak için hazırlık yapıyor.
No puede demostrarlo pero quiere echaros.
O, söylediğimizi kanıtlıyor mu?
¿ Eso prueba lo que decimos? Sí.