English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Inglês → Turco / [ L ] / Lunchtime

Lunchtime tradutor Turco

749 parallel translation
You can rest until lunchtime.
Öğlene kadar dinlenebilirsin.
he did not want to navigate near the coast... at lunchtime which means that it will be at the Barret about nine hours this evening.
Yemek saatinde buradan geçmek konusunda çok istekli. Bu da demek oluyor ki 9 gibi Barret Burnu'nda olur.
- What do you do at lunchtime?
- Öğle arasında ne yapacaksın?
I don't know why these things always got to bust at lunchtime.
Bu tür şeyler niye yemek vakti çıkar, bilmem.
- You know, lunchtime.
Biliyorsun. Öğlen için.
Some composers specialise in lunchtime music, don't they?
Bazı besteciler öğle arası müziğinde uzmanlaşırlar, değil mi?
- Near lunchtime in Springfield.
- Springfield'de öğle yemeği vakti yaklaşıyor.
Every lunchtime I went to see how my inheritance was proceeding.
Her öğlen, mirasımın ne yönde ilerlediğini görmeye gidiyordum.
I dreamt it was lunchtime, and I was, uh... swimming along, looking for a little bit of bait and I found myself passing a large bed of kelp.
Öğle vaktiydi. Yüzerek yem arıyordum. Kendimi geniş bir yosun yatağında buldum.
Yes, but it's getting on for lunchtime, gentlemen.
Yemek zamanı yaklaşıyor beyler.
I get an hour at lunchtime.
Öğle yemeği için bir saatim var.
A guard said he saw you coming off the wharf... just a little before lunchtime.
Görevlilerden biri seni iskeleden gelirken görmüş. Öğlen yemeğinden hemen önceymiş.
Well, they'll have you back in England for lunchtime.
Öğle yemeğine seni İngiltere'ye götürmüş olurlar.
I found it quite by accident at lunchtime.
Öğle yemeği sırasında tamamıyla bir rastlantı sonucu buldum.
Okay, it's lunchtime.
Yemek vakti.
It's not lunchtime.
Öğle yemeği zamanı.
I bought them at lunchtime and had nowhere to put them, so they need some water.
Onları öğle yemeğinde aldım ve koyacak yer yoktu biraz suya ihtiyaçları var.
And we are unanimous... virtually unanimous... that the gentleman in question be asked to leave before lunchtime tomorrow.
Ve söz konusu beyin yarın öğle yemeğinden önce otelden ayrılması gerektiğine oy birliğiyle karar verdik.
You can usually fake an affectionate kiss at lunchtime.
Haydi Michael. Öğle yemeğinde şevkatli sahte bir gülücük atabilirsin.
LUNCHTIME FOR THOUSANDS OF ORDINARY PEOPLE.
Binlerce sıradan insan için yemek saati.
Somehow I have a feeling it's very close to lunchtime.
Öğlen yemeği vaktinin geldiğinin hissediyorum.
No. You didn't eat your din-din, so you'll have to wait till lunchtime.
Hayır, din-din ini yemedin, bu yüzden öğle yemeğine kadar bekleyeceksin.
I phoned your mom's at lunchtime.
Öğle yemeği zamanı annene telefon ettim.
You think it over carefully, and then tell me the story again at lunchtime.
Şimdi iyice düşün ve öğleyin bana olayı tekrar anlat.
Oh, lunchtime, Tuesday.
Öğlen yemeğine kadar gelirim.
Well, why don't we make it about... lunchtime.
Öğlen yemeği saatine ne dersiniz?
- Mr. Leamas... fluent German isn't much use... even in an experienced sales representative... who's frequently speechless by lunchtime.
Bay Leamas, tecrübeli bir satış temsilcisi de olsa öğle arasına kadar sık sık nutku tutuluyorsa düzgün Almanca pek işe yaramaz.
Oh, lunchtime?
Öğlen mi oldu?
'That was the lunchtime news on this election day.
Seçime yönelik olarak hazırlanan öğle haberlerini izlediniz.
She'll be barging down the river by lunchtime.
Öğle vakti erişmeden yolun kabasını almış olacak zaten.
Uh, can I call ya about lunchtime?
Öğlen civarı arayabilir miyim seni?
Funnily enough I felt like one in a lunchtime recess today.
Bugün öğle arasında canım çekti.
you can be in luton by lunchtime. well, that's smashing.
- Öğlene Luton'da olursunuz.
YEAH, AFTER THAT, I USED TO GO ROUND TO HIS FLAT EVERY SUNDAY LUNCHTIME TO APOLOGIZE AND WE'D SHAKE HANDS, AND THEN HE'D NAIL MY HEAD TO THE FLOOR.
Evet, o olaydan sonra her pazar öğle vakti özür dilemek için dairesine giderdim el sıkışırdık ve kafamı yere çivilerdi.
This should tide us... This should tide us over'til lunchtime.
- Bu bizi öğlene kadar idare eder.
Drop your panties, sir william. I cannot wait till lunchtime.
İndir donunu Sör William, yemeğe kadar bekleyemem.
It should be lunchtime.
Öğlen yemeği vakti olmalı.
I have to take a book, I forgot it upstairs at lunchtime.
Kitabı almak zorundayım, öğle yemeğinde onu üst katta unutmuşum.
Well, I hope. I replaced a secretary today, I went up at lunchtime.
Bugün sekreteri yerleştirdim, öğle yemeğine gittim ve...
I can not wait till lunchtime! "
öğlen yemeğine kadar bekleyemem! "
It is lunchtime... and Chuck's Cafe may be the only place to eat for miles around. Yeah.
Öğle yemeği saati ve Chuck'ın Kafesi buralarda miller boyunca yemek yenecek tek yer olabilir.
I've got to hand it to him- - But come lunchtime, it's a bottle of vin ordinaire.
Ama öğle vakti ucuz sofra şarabına döner.
It is lunchtime.
- Öğle tatili.
I do not talk to anybody. Lunchtime!
Öğle tatilinde kimseyle konuşmam.
I cashed a cheque for 50 pounds for her yesterday lunchtime.
Dün öğlen 50 sterlinlik çek bozdurup kendisine vermiştim.
It's just one of those things I never do before lunchtime, darling.
O öğle yemeği öncesi hiç yapmadığım şeylerden biridir, tatlım.
Oh, incidentally, I saw you slip out of the hotel at lunchtime too.
Oh, yeri gelmişken, öğle yemeği zamanında da otelden sıvıştığını gördüm.
He's got to finish himself off by lunchtime Or he thinks he's let down the emperor, sir.
Öğleden önce kendi icabına bakmazsa imparatoru utandırdığını sanacak.
- Almost lunchtime?
- Öğle yemeği zamanı geldi mi?
That goddamn lunchtime again.
Yine kahrolası öğle tatili!
Lunchtime, hon.
Yemek vakti, tatlım.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]