Pong tradutor Turco
1,083 parallel translation
I'm getting ready to play Ping-Pong.
Ping-Pong oynamaya hazırlanıyorum.
She used to play ping-pong.
Masa tenisi oynardı.
He had a Ping-Pong table.
Bir pinpon masası vardı.
Should I suffer the rest of my life because I like to play Ping-Pong?
Pinpon seviyorum diye hayatım boyunca acı mı çekmeliyim?
I would've been friends with Stalin if he had a Ping-Pong table.
Pinpon masası olsaydı Stalin'le bile dost olabilirdim.
I don't know why you bother with this Ping-Pong guy, I tell you.
Bu pinponcuyla neden uğraşıyorsun bilmiyorum.
- That's just Pong!
- Bu sadece Pong!
She goes back and forth from Italy like a Ping-Pong ball.
Pinpon topu gibi İtalya'yla burası arasında gidip gelir.
Would you like to play ping-pong with me?
Benimle pinpon oynamak ister misiniz?
Ping-pong?
Pinpon?
Well, I suppose ping-pong's like everything else, just a question of confidence.
Bence pinpon diğer her şey gibi kendine güvenle ilgilidir.
Hey, look. An avid game of ping-pong here.
Burada hırslı bir pinpon maçı var.
No one to beat at ping-pong.
Kimseyi pinponda yenememek
Emergency! Send in a SWAT team immediately. Over!
Bırakın oynamayı ping pong, yardım lazım bu köşede!
He's Koreatown's Hero-Pong hero The mystery man
O Kore mahallesinin en gizemli adamıdır.
He wants all the Hiro-Pong out of the warehouse before the boat comes.
Tekne gelmeden önce bütün hiropong'un ambardan çıkarılmasını istiyor.
Ping-pong.
Pinpon.
Shit. You never played ping-pong?
Yoksa hiç pinpon oynamadın mı?
These airport kids kept pumping quarters into a game called Pong.
Havaalanı çocukları Pong denilen oyuna para atıp duruyorlardı.
A ping pong ball.
Ping pong topu.
A ping pong ball isn't worth anything.
Ping pong topunun bir değeri yok.
Who's been playing ping-pong with your face?
Suratınla kim pin-pon oynadı?
To me, tennis is basically just Ping-Pong and the players are standing on the table.
Bence, tenis temelde pin-pong'dur ama burada oyuncular masanın üstünde duruyorlar.
Adam, Uncle Barry's ping-pongs are caught in the drain.
Barry Amcamın ping pong topları, küvetin deliğine sıkıştı.
Oh, you can't do that with a ping-pong ball.
Ping-pong topu iIe olmaz!
There's no way a nice frock and a catchy tune can compete with three ping-pong balls, two cigarettes, and a pint of beer.
Komik bir elbise ve dans şarkılarıyla... ... 3 ping-pong topu, iki sigara ve bir bardak bira ile yarışamam.
For some reason, ping-pong came very natural to me.
Her nedense pin pon bana çok doğal geldi.
I played ping-pong even when I didn't have anyone to play ping-pong with.
Pin pon oynayacak biri yokken bile pin pon oynuyordum.
I played ping-pong so much, I even played it in my sleep.
O kadar çok pin pon oynuyordum ki, uykumda bile oynuyordum.
I thought I was going back to Vietnam, but instead they decided the best way for me to fight the communists was to play ping-pong, so I was in the Special Services, travelling around the country, cheering up wounded veterans and showing'em how to play ping-pong.
Ben Vietnam'a döneceğimi sanıyordum ama onlar benim için komünistlerle savaşmanın en iyi yolunun, pin pon oynamak olduğuna karar verdiler, ben de Özel Hizmetlerle ülkenin dört bir yanını gezdim, yaralı gazileri neşelendirdim ve onlara pin pon oynamayı gösterdim.
I was so good, the Army decided I should be on the All-American ping-pong team.
O kadar iyiydim ki Ordu, Amerikan milli pin pon takımına girmeme karar verdi.
Somebody said world peace was in our hands, but all I did was play ping-pong.
Biri, dünya barışının bizim ellerimizde olduğunu söyledi ama tek yaptığım pin pon oynamaktı.
The U.S. ping-pong team met with President Nix on today...
Amerikan pin pon takımı bugün Başkan Nixon'la buluştu...
A few months later, they invited me and the ping-pong team to visit the White House.
Birkaç ay sonra beni ve pin pon takımını Beyaz Saray'a davet ettiler.
Does this mean I can't play ping-pong no more?
Yani artık pin pon oynayamayacak mıyım?
Everybody wants you to use their ping-pong stuff.
Herkes, kendi pin pon malzemelerini kullanmanı istiyor.
" When I was in China on the All-America ping-pong team,
" Ben Amerikan milli takımıyla birlikte Çin'deyken
" I just loved playing ping-pong
" yeni Flex-o-lite raketimle
"with my Flex-o-lite ping-pong paddle,"
"pın pon oynamaya bayılıyordum,"
Teaching him how to play ping-pong.
Ona pin pon öğretiyorum.
- No, ping-pong
Yok ping-pong.
Now let's all get drunk and play Ping-Pong.
Şimdi kafaları çekelim ve masa tenisi oynayalım.
Why not for Ping-Pong game?
Nasıl pinpon topu gibi değil?
You're playing Ping-Pong with it?
Köfteyle pinpon mu oynuyor bu?
Everyone in HK knows beef balls that can play Ping-Pong.
Hong Kong'daki herkes bu köfteyle pinpon bile oynanabileceğini biliyor.
- Yes, Ping-Pong.
- Evet, Ping-Pong.
Yes, Ping-Pong.
Evet, Ping-Pong.
I'll be by in an hour, and I'll bring the ping-pong balls.
Bir saate kadar gelirim, masa tenisi toplarını getireceğim.
Now, like a great Eastern religion says it's all about striking a balance between the ping and the pong.
Büyük bir doğu dini der ki ping ve pong arasında vuruş ile ilgili bir denge vardır.
Your misery, or the ping is what makes other people happy, or pong.
Senin ızdırabın bir ping diğer insanların mutlu olması bir pong.
It's not Ping-Pong game.
Pinpon topu değil ki.