Zorundasın tradutor Espanhol
19,206 parallel translation
- Perkins dinle, ona söylemek zorundasın.
Perkins, escucha. Debes decírselo.
Artık onları içeri almak zorundasın.
Cubro por Cece, para no dejarte solo. ¿ Debería...? Ahora tienes que dejarlos pasar.
- O zaman dek, beklemek zorundasınız.
- Hasta entonces, tendrá que esperar.
O halde sen bizim avukatlarımızla konuşmak zorundasın.
Y luego tendrán que hablar con nuestros abogados.
Eğer saat on ikiyi öğrenmek istiyorsan Neal inanmak zorundasın.
Si quieres hacer el 12, Neal, tienes que creer.
Bizi hemen dışarı çıkarmak zorundasınız, anlıyor musunuz?
Estoy encargándome de esta señora. Tiene que sacarnos de aquí ahora.
- Gelmek zorundasın dedim.
- Y le dije, "¡ Tienes que venir!"
Yapmak zorundasın.
Tienes que hacerlo.
Parayı size vereceğiz ama çocuğu burada bırakmak zorundasınız.
- Os daremos el dinero. ¡ Os daremos el dinero! Pero dejaréis al niño aquí.
- Yapmak zorundasın.
- Tienes que hacerlo.
- Tek yolu buydu, bana güvenmek zorundasın.
Era la única forma. Tienes que creerme.
Ukrayna'ya gitmek istiyorsan bensiz gitmek zorundasın, burada kalmam lazım.
Si quieres ir a cubrir lo de Ucrania tendrás que ir sin mí. Tengo que quedarme aquí.
Bana güvenmek zorundasın.
Debes confiar en mí.
Gitmek zorundasın.
Tienes que ir.
Bir mason olmak için kendini arındırmaya ant içmeli ve kendini daha iyi bir dünya kurmaya adamalısın yoldaşların için yaşamak zorundasın.
Para convertirse en Masón, debe prometer purificarse a sí mismo y dedicarse a construir un mundo mejor, ha de vivir por sus semejantes.
Henüz değil. Ama şimdilik gitmek zorundasınız.
¡ Ni mucho menos, pero por el momento, tenéis que marcharos!
Sabah zinde olmak zorundasın ben de öyle.
Has de estar descansado por la mañana, al igual que yo.
Bu ihtimali elemek zorundasın.
Tienes que eliminar esa posibilidad.
Belirli bir süre geçmeden, sanırım bir yıldı parayı geri ödemek zorundasın.
Antes de un plazo determinado, creo que el suyo es de un ano... tiene que devolver el dinero.
Zorundasın. Kendi iyiliğin için.
Lo haces... por su propio bien.
Mary için en iyi olanı düşünmek zorundasınız.
Tendría que pensar qué es lo mejor para Mary.
Beni ve çocuğunu düşünmek zorundasın. Hayır, hayır.
Debes pensar en mí y en tu hijo.
Metanetini korumak zorundasın.
Debéis guardar vuestras fuerzas.
Çocuk hayatta olduğu sürece bunun yasadışı olduğunu anlamak zorundasın.
Debéis entenderlo, es ilegal a menos que el bebé viva.
- Yani bütün işi ikiniz yapmak zorundasınız.
Así que tenéis todo el trabajo hecho.
Görünüşe göre burada kalmak ve bundan hoşlanmak zorundasın. Anlaşıldı mı?
Parece que vas a tener que quedarte y con gusto. ¿ Entendido?
Küreyi çeviriyorsun, parmağını uzatıyorsun nereye değerse, bölümün geri kalanı boyunca o bölgenin aksanıyla konuşuyorsun, yoksa içmek zorundasın.
Lo que debes hacer es girar el globo y apuntar con tu dedo. Donde sea que tu dedo señale, tendréis que hablar con el acento de esa región durante el resto del turno, de otro modo, tendréis que beber.
Bana inanmak zorundasın!
- Está bien... - ¡ Tienes que creerme!
Rohan, lütfen, durmak zorundasın.
Rohan, por favor tienes que detenerte.
Hariç tutmak zorundasındır çünkü baskı altında kaldığında yapabileceklerin insanların kulağına giderse seni yemek davetlerine çağırmayı bırakırlar.
Cosas que uno omite, porque de saberlas la alta sociedad de lo que se es capaz ante la necesidad, podrían dejar de quererme...
- Korkarım etmek zorundasınız.
Me temo que tendrá que hacerlo.
Adil olmak zorundasın.
Ned, te quiero.
Beklemek zorundasın!
Hay que ser paciente.
- Gitmek zorundasın.
Tienes que ir.
Gitmek zorundasın.
Te tienes que ir.
Onu teke tek düelloda yenmek zorundasın.
Tendrías que vencerle en un combate singular.
Eğer bunu yapamazsam... güçlü olan sen olmak zorundasın.
Y si no puedo hacerlo, entonces tú tienes que ser más fuerte.
Aramızın limoni olduğuna onları inandırmak zorundasın oğlum.
Hijo, tienes que hacerles creer que estamos distanciados.
Olmaz, başka bir yol bulmak zorundasın, tamam mı?
No. Encontrarás otro modo, ¿ vale?
Tamam ama sen Maddie yarın sabah Vegas'tan ayrılmak zorundasınız.
De acuerdo, pero mañana por la mañana tú y Maddie estaréis fuera de Las Vegas.
İşe mi gitmek zorundasın?
¿ Tienes que irte, trabajo?
"Bizden yardım almadan yapmak zorundasın" dediler.
"Tendrás que hacerlo sin nuestra ayuda".
Karakterin kafasına girmek zorundasınız.
Hay que meterse en la cabeza del personaje.
İzlemek zorundasın. Teşekkürler İsa.
Gracias, Jesús.
- Siki tuttuk! - Ne var biliyor musun? Onlara bunu gösteremeyeceğini anlatmak zorundasın.
Debes decirle que no puedes mostrar esto.
- Bu yüzden orada olmak zorundasın.
- Por eso debes estar allí.
İşte bunun bedelini ödemek zorundasınız.
Y por eso, por eso van a pagar.
Zorundasın.
Tienes que pedírselo.
Bana inanmak zorundasın, bunu bilmiyordum.
Tienes que creerme, yo... yo no lo sabía.
Bir karar vermek zorundasın.
Hay que tomar una decisión.
Hele ton balığı gibi ağır bir piç için kollarını sürekli çalıştırmak zorundasın.
¿ Con un cabrón gran y pesado como el atún?