Çaresiz tradutor Espanhol
3,462 parallel translation
Onu bu kadar çaresiz hale ne getirebilirdi?
¿ Qué pudo angustiarla tanto?
Halk çaresiz, bir kahramana ihtiyaç duyuyordu...
El pueblo desesperadamente necesitaba un héroe.
Sigorta. Adam çaresiz durumda.
Él chico, se está desesperando.
Sana göz yumduğumda içinde çaresiz bir şeyler hissettim.
Cuando miré hacia otro lado la primera vez que viniste aquí... lo hice porque había algo de desesperación en ti.
Sence çaresiz bir adamın yalanlarına inanacaklar mı?
¿ Crees que van a creer las mentiras de un hombre desesperado?
Çaresiz bir adamdan umutsuz bir hikaye, tıpkı... Tıpkı onun istediği gibi.
Una historia desesperada de un hombre desesperado, justo... justo como él quiso.
Sanırım belki biraz da bu çaresiz konuşmandan da eklerim.
Creo que incluso podría incluir una pequeña parte sobre esta conversación desesperada.
Sadece... Şirketi kurtarmak için yaptığım çaresiz bir hamleydi.
Solo... fue un acto desesperado para salvar mi compañía.
- Çaresiz hâlde olmalısın.
Debes de estar desesperado.
Ona bunu satmasının yasa dışı olduğunu anlatmaya çalıştım ama çaresiz görünen bir savaş kahramanıydı, ne yapayım.
Intenté explicarle que era ilegal que la vendiera, pero, qué demonios, es un héroe, y parecía desesperado.
Çaresiz durumda.
Está desesperado.
Evet ama bu oldukça kısıtlı bir pazar ve cinayet soruşturması da devam ediyor... Katilin bir an önce onları satıp şehirden gitmek isteyecek kadar çaresiz durumda olduğuna eminim.
Bueno, ese es un mercado muy limitado, y con una investigación de asesinato te apuesto que el asesino está lo suficientemente desesperado para vender ahora y salir de la ciudad.
- Çaresiz durumdayım.
Estoy desesperado.
Çaresiz ve dengesiz biriymiş.
Era un hombre loco, desesperado.
Muhtemelen çaresiz kalmıştır.
Probablemente estaba desesperado.
Çaresiz bir adamın bıçaklanarak öldüğünü gördün.
Viste a un hombre indefenso ser asesinado a puñaladas.
Çaresiz insanın gözü kararır.
Los tiempos desesperados piden medidas desesperadas.
Onlar açıkça benim, hayatında bir şeyler yapmaya çalışan çaresiz, orta yaşlı bir kadın olduğumu düşünüyorlar.
Es obvio que pensaron que soy una mujer desesperada de mediana edad intentando hacer algo con su vida.
İki, uykucu ajan çaresiz kalıp Marcus ve benim kafama bir tane sıkacak.
Dos, el encubierto se desespera y Marcus y yo recibimos balazos detrás de las orejas.
Gon tam anlamıyla çaresiz!
¡ Gon no puede hacer absolutamente nada!
Damgasını basmak için Boukman'ın çaresiz ve tehlikeli bir planı vardı ölü bir domuzun kanını içti.
Para sellar lo que fue un desesperado y un plan peligroso, Boukman bebió la sangre de un cerdo sacrificado.
- Çaresiz duruşundan.
- Qué imposible eres.
- Helikopterden hiç anlamayan birini gönderecek kadar çaresiz olmalı.
- porque tiene que estar bastante desesperado para enviar a un tipo que no tiene ni una maldita idea sobre helicópteros.
Ayrıca kötü ve çaresiz bir durum ; ben hayatta yapmazdım. - Ama sen ben değilsin, değil mi canım?
También es triste y desesperado y yo nunca lo haría pero tú no eres yo, ¿ verdad, cariño?
Ama Ron ve Dana, onlar çaresiz durumda.
Pero Ron y Dana, ellos... están atrapados.
Saldırısını başlatmak için senin çaresiz olduğun anı seçti.
Eligió el momento en que estás indefenso para comenzar su ataque.
Max, o kadar çaresiz değiliz.
Max no estamos tan desesperadas.
Kaslı herifi çaresiz bıraktık.
Tenemos al musculoso en nuestras redes.
Çaresiz bir haldeyim, tamam mı?
Estoy desesperado.
Sen beni çok çaresiz bıraktın.
Estoy muy desesperado.
Benim gözümde, aptal ve çaresiz tıpkı birer böcek gibisiniz.
Todas las tontas e indefensas personas son como insectos para mí.
Ve ikiniz de çaresiz fahişeler gibi kokuyorsunuz.
Y las dos huelen como zorras desesperadas.
O kadar çaresiz ki, açıkta yapıyor.
Está desesperado como para hacer esto abiertamente.
Mesele ısrarla benim kırılgan ve çaresiz bir yaratık olmadığımı kabullenmemeniz.
No, se trata de que no quieres ver que no soy una criatura frágil e indefensa.
Oh, çaresiz yaşlı bir adamım.
Soy un viejo indefenso.
Çaresiz gibi davranamayız.
¡ No podemos pretender estar indefensos!
Çaresiz, deli müvekkilini siken avukatsın sen de.
Eres el abogado que se coge a sus locas y desesperadas clientas criminales.
Diyelim ki çaresiz bir yazar yayıncısının üstün çabalarıyla ve cılız yeteneğiyle başarılı ve mutlu oluyor.
Digamos una escritora miserable, a través de los grandes esfuerzos de su editor y su talento único, se convierte en exitosa y feliz. 309 00 : 26 : 23,691 - - 00 : 26 : 24,771 ¿ Me escuchas?
Başarılı ve mutlu bir çaresiz yazar. Anladık, sonra?
Escritora miserable se convierte en exitosa y feliz, lo entiendo. ¿ Y?
11 Eylül'de hayat kurtarmaya çalışan çaresiz işçilerden gelen telaşlı mesajlar.
Mensajes de texto frenéticos de trabajadores desesperados por salvar vidas el 11 / 9.
Çaresizlik, çaresiz hareketleri doğurur.
Las situaciones desesperadas llevan a acciones desesperadas.
Ve çaresiz hareketler de seni öldürür.
Y las acciones desesperadas hacen que te maten.
'Çaresiz Evkadınları'.
"Ama de casa desesperada".
- Ağlıyor. Çaresiz durumda.
- Está llorando, suena desesperada.
Ne kadar çaresiz ve zavalli bir halde olduğumu ve bütün kontrolün onda olduğunu bana hiç unutturmayacak.
Nunca me dejará olvidar que soy indefensa y patética y que él tiene el control.
Onunla baglanti kurmamin sebebi cinsellik sorunumu iyilestirebilmek için son ve çaresiz bir denemeydi.
Así que el hecho de que lo contactara era un último intento desesperado de rehabilitar mi sexualidad.
Kocan Garry Moore'un burada yapacağı haftalık CBS şovu konusunda çaresiz.
Su marido está desesperado por tener a Garry Moore en un programa semanal de la CBS en este hotel.
Çaresiz durumda olmasaydım senden istemezdim. Sadece...
Es que estoy desesperada.
Bize bir yer vermelisiniz, çok çaresiz durumdayız.
¡ Estamos desesperados!
Sil. Sil. Deli annem veya çaresiz babam, ikisinden biridir.
Borrar, borrar... Eso será o la loca de mi madre o el desesperado de mi padre. ¡ Dios mío!
Amerika'daki kolonilerini kaybettikten sonra Britanya, elindeki mahkumları yollamak için çaresiz bir biçimde başka bir yere ihtiyaç duyuyordu.
Gran Bretaña necesitaba desesperadamente otro lugar para volcar sus presos.