Kılıç tradutor Francês
53,825 parallel translation
Kılıç kuledeyken onunla yüzleş.
Tu dois le rencontrer là où l'épée rencontre la Tour.
Kılıç olmayınca size tehdit oluşturmuyor.
Il n'est pas une menace, sans l'épée.
Bence kılıç artık benim.
Je crois que cette épée m'appartient.
Kılıç senindir oğlum.
L'épée est tienne, mon fils.
Göğsündeki bir kılıç mı yoksa bu da büyülerinden birisi mi?
Tu as une épée dans la poitrine, ou tu es content de me voir?
Kılıç!
Le sabre!
Senin olayının kılıç olduğunu sanıyordum.
Ton arme n'est pas l'épée?
Sadece kılıç senin, silah da benim olayımdı.
Tu avais l'épée, et moi, les armes à feu.
Kılıcı al.
Prends-la.
Çık! Arkaya geç!
Va à l'arrière!
İnceledik, simülasyonlar yaptık, haritasını çıkardık.
On l'a étudiée, on a fait des simulations, on a cartographié le terrain.
Yumurtalardan bu parazitler çıktı. Genetik saldırının hücum kıtaları.
De ces œufs sont venus ces parasites, des troupes d'attaque de l'assaut génétique.
Bu, köydeki tek kızla ilgili.
C'est l'histoire de la seule fille de notre village.
Ve eğer oraya gittiyse, şu an Dönüşü Olmayan Bataklık'tadır.
Et s'il va là-bas, alors c'est le marais de non-retour qui l'attend.
Bununla nasıl başa çıkıyorsun?
Comment fais-tu pour le supporter?
Hemen uzaya çık.
Va dans l'espace, maintenant.
İlgimi çekti, senin de dediğin gibi sanırım artık farklı şeyler yapmanın zamanı geldi.
C'est intéressant et comme tu l'as dit, il est temps de m'en mêler.
"Tommy, Batı Granton'da kışı çıkaramayacak."
"Tommy ne survivra pas à l'hiver à West Granton."
- Uydurduğun kılıf bu mu?
C'est comme ça que tu l'appelles?
"Ve hangi kancığın attığını bulana kadar hiçbir kancık buradan çıkmayacak."
"Et personne ne se barre d'ici sans que je sache qui est l'enfoiré qui a fait ça."
- Hemen yukarı çıkın!
- Allez à l'étage maintenant!
O da bana şu duyguyu veren tek kız...
Et c'est la seule à me faire de l'effet...
Oraya şimdiden kış gelmiş.
C'est l'hiver là-bas.
Sana söylüyorum, bu o kız.
Je vous le dis, c'est l'élue.
Hayatının kızı o.
C'est l'élue.
Kız kardeşim diş temizlemeyi öğrenmek için okula gidince çocuğa ben bakıyorum, onu at yarışlarına götüremiyorum, yaşı tutmuyor.
C'est le petit de ma sœur. Elle est à l'école à apprendre comment nettoyer des dents, et c'est illégal de l'emmener sur les circuits.
Kız arkadaşıma senin o iğrenç kartlarından vermeyi her unuttuğumda, bir ay kızın yüzünü göremiyorum.
Chaque fois que j'oublie de donner une de vos cartes à l'eau de rose à ma copine, c'est ceinture pendant un mois.
Ya da sado-mazo bağımlısıydı, kırbaçlanmayı ya da tekmelenmeyi seviyordu ya da suya sokulmak hoşuna gidiyordu.
Ou c'était un drogué sadomaso qui aimait se faire fouetter ou frapper, ou rester sous l'eau pour prendre son pied.
Çok karışık bir durumdu aslında, ama şimdi bu sorunu çözmek istiyorum, kesin ve kalıcı olarak.
C'était un vrai sac de nœuds, mais j'ai bien l'intention de démêler la situation une fois pour toutes.
Demiştim Logan, kız senin gibi bir mutant.
Je te l'avais dit, Logan. C'est une mutante comme toi.
Yukarı çıkıp o kahrolası yönetime posta koymaya şu kadarcık kaldı.
Je suis à ça d'aller au bureau et d'engueuler toute l'administration.
Bu boktan farklılık.
C'est ça qu'il faut régler.
Buraya kısılıp kalmak. Çok berbat...
Se faire enfermer, c'est vraiment...
- Paraya değil de CM'e kızgın.
C'est le Ministre, pas l'argent.
15 yıl önce, bilimsel bir deney sırasında çıkan bir sorun zeki bir maymun türünün BAŞLANGIÇ'ına ve maymun gribi olarak bilinen virüsün insanlığın büyük kısmını yok etmesine sebep oldu.
Il y a quinze ans, une expérience scientifique a mal tourné a donné RISE a une espece de singes intelligents et a détruit la plus grande partie de l'humanité avec un virus connu sous le nom de Simian Flu.
Dünyanın sonu geliyorsa buraya gelip kısa sürede onlara katılırım diye düşündüm.
J'ai pensé, si c'est la fin du monde... je viendrai là... où dans peu de temps, je les rejoindrai.
Artık iyi bir hayatın nasıl olduğunu bile bilmiyorum.
Je ne sais même plus ce que c'est.
Ama o diğer yaratık? Asıl tehdit o.
Le vrai danger, c'est l'autre monstre.
Kendi ailene göz kulak olmak için devletin cihazlarına el koymak çok duygulandırıcı. Artık uyuyabilir miyim?
C'est touchant de détourner l'appareil étatique pour veiller sur votre famille.
- Ve bu kılık değiştirmeyi haklı mı çıkarıyor?
- Ça justifie le déguisement?
Kılık değiştirmeyi veya söyleyeceğim diğer her şeyi haklı çıkarıyor!
Ça justifie le déguisement ou ce qui me chante.
"S-D-K-Ş-P-B-O-N-Y?"
"Q-F-H-C-X-X-L-B-B?"
Bu çok sıkıcı.
C'est l'ennui total!
Böyle anlatınca bile... hala kulağa çok sıkıcı geliyor.
Avec ton explication, c'est toujours l'ennui total.
Sonsuzluk sıkıcı olmaz mı?
L'éternité, c'est l'ennui, non?
Kız ortaya çıkıverdi ya ekibe bilgi veriyorum.
Une fille se pointe, alors je fournis des infos à l'équipe...
Ben Kızıl.
Moi, c'est Red.
Merak etmeyin. Sıkıcı kız kardeşim gibi şirket konuşmalarıyla uykunuzu getirmeyeceğim.
Pas d'inquiétude, je ne vais pas vous endormir avec un long discours comme l'aurait fait ma rabat-joie de sœur.
Hadi be, ırkçılık yaptım.
Oh merde, c'état raciste ça.
Bu ayrımcılık resmen.
C'est carrément de la discrimination.
Bize ne zaman ırkçılık yapıldığını anlamak çok zor.
Je ne veux pas à avoir à chanter cette chanson encore. Okay, maintenant que c'est dit, C'est difficile de déchiffrer Quand on est discriminé ou pas.