Gızlı tradutor Português
8,164 parallel translation
Rahatsızlığımı tedavi ediyor.
Ele tem tratado da minha doença.
Nedir rahatsızlığınız, Bayan Fell?
E que doença é essa... Senhora Fell?
Bir tek yağmur yağdığında sızlıyor, o kadar.
Dói-me no Inverno quando chove, mais nada.
Yapayalnızsın. Yalnızlığıyla övünmeyen bir dünyada.
Estás sozinho num mundo que não celebra a solidão.
Ağızlığını takın şunun artık.
Alguém amordace esse rapaz.
Dürüst olmak gerekirse, tüm bunların sınırsızlığıyla şaşkına dönmüş durumdayım.
Muito honestamente, estou esmagado pela grandiosidade disto tudo.
Ve ben artık olmadığımda ikimizin de anıları hızlıca yok olacak.
Quando eu não deverei ser mais a própria lembrança de ambos nós, que irá desaparecer rapidamente.
Yakın zamandaki başarısızlığına bakılırsa, tavsiye arayacağına inanıyorsun.
Por causa da recente falha dele, pensa que ele quer conselhos.
Sana göre ben korkuncum sapığım ve cinsel bir başarısızlık örneğiyim.
De acordo consigo, eu sou cruel, pervertido... e impotente.
Bağımsızlığımı kamçıladı.
Aumenta a minha independência.
Çocukluğun muhteşemliği, yeniliği ve dolaysızlığına sahip bir hayal dünyası seni ele geçirmişti.
Você estava maravilhado por um mundo de fantasia, com o brilho, a frescura e a imediatez da infância.
Hizmetçilerden birinin hırsızlık yaptığını duydum.
- Em breve. Constou-me que uma das damas é dada a furtos.
Sen benim çektiğim yalnızlığı nerden bileceksin ki!
Para mim só existe solidão, algo que nunca conhecestes.
- Illenore Pawter Simms bilgi hırsızlığından ve bir Şirket yetkilisine ilaç vermekten tutuklanıyorsun.
- O quê? Illenore Pawter Simms, está presa por roubo de informação e por drogar um oficial da Organização.
Önceki başarısız başkanlar gibi başarısızlığı kabul etmediği gibi Başkan şimdi de kendi halkına karşı terör savaşı açıyor.
Como se já não fosse suficientemente grave... o facto dela estar a adoptar... as políticas já falhadas dos seus predecessores... a Presidente, agora, conduz a guerra contra o terror contra a sua própria gente.
Aileleriniz neden geçinemiyor? Büyük büyük babası annemin amcası Barry'i yanlış bir şekilde at hırsızlığıyla suçladı.
O bisavô dele acusou erradamente o tio da minha mãe, Barry, de roubar um cavalo.
Sanırım çaldığı diğer şeyler sadece bu dosya hırsızlığını ört bas etmekti.
Acho que roubou mais umas coisas para disfarçar.
Ben gitmenize izin verecektim siz de Müdür Loeb başarısızlığınızı öğrenince olacak olan kaçınılmaz ölümünüzden firar edecektiniz.
Deixo-os ir, e escapam da punição inevitável... que virá sobre as vossas cabeças quando o Loeb... souber do seu fracasso.
- Ona aldırmayın. Tüm zamanın en kötü uzaylı hazımsızlığından daha yeni çıktı.
Não ligue, ele acaba de sair da maior pedra alienígena de sempre.
Yalnızlığı da acıyı da bilirim.
Eu sei o que é o isolamento, a dor.
- Hırsızlığın olduğu gece bir şey duydun mu?
Na noite do roubo, ouviu alguma coisa? Não.
Detaylı bir soruşturmadan sonra, Howard Stark'ın silah hırsızlığı ve ticareti konusunda masum olduğunu öğrendik.
Após uma investigação minuciosa, concluímos que o Howard Stark é inocente... do roubo e venda das armas aos nossos inimigos.
Hatırladığım kadarıyla onun rahatsızlık verdiğini söylemiştiniz.
Se bem me lembro, considerava-o inquietante.
"Göze göz, dişe diş" diye bir kural vardır eğer masumsan yaşadığın bu tatsızlık haricinde gitmene izin verilecek...
Há uma lei chamada "olho por olho, dente por dente". Se fores inocente, ficarás em liberdade e não passará de um susto.
Ürdün Vadisi'ndeki istikrarsızlığı düşünürsek Birleşmiş Milletler koalisyonunu toplayıp müdahale etmenin doğru olduğuna hala inanıyor musunuz, yoksa o müdahaleyi bir hata olarak görmek artık mümkün mü?
Tendo em conta os recentes acontecimentos no Vale do Jordão, ainda acha que foi correto reunir a coligação das Nações Unidas e intervir, ou é agora altura de considerar essa intervenção um erro?
Neyi? Annemizin tek yapmaya çalıştığı senin büyümene yardım etmekken senin ona saygısızlık etmene, nereye kadar izin verebilirdim?
Achaste que te deixaria desrespeitar a mãe, quando ela só quer que cresças?
PTSD'ye bağlı aralıklı taşkınlık rahatsızlığı.
Transtorno explosivo intermitente relacionado à TEPT.
La Busquet'te hızlıca yayılan bir salgının varlığına dair doğrulanmış haberler alıyoruz.
Temos a confirmação de um surto de evolução rápida em La Busquet.
Senatör, çıkardığımız bu kargaşayı temizlememiz gerekiyor, hem de hızlıca.
Senador, nós próprios temos de limpar esta trapalhada.
Her zamankinden çok daha hızlı koşuyordum. Bu günü ilk kez yaşadığımda, çok kötü şeyler olmuştu.
Corria mais depressa do que alguma vez corri e a primeira vez que vivi este dia, aconteceram coisas terríveis.
Böyle imkansızlıkların olduğu bir dünyada yaşadığımıza inanamıyorum.
É difícil acreditar que vivemos num mundo onde este tipo de impossível existe sequer.
Lafı açılmışken... Hannibal Bates'in karıştığı bütün hırsızlık suçlarının listesini bıraktı.
Por falar nisso, ele deixou esta lista de todos os assaltos em que o Hannibal Bates esteve envolvido.
Savunma, mahkemeye getirilen kanıtların elde edilme ve değerlendirilme sürecinde suiistimaller yaşandığını göz önünde bulundurarak, davanın tarafsızlığının bozulduğunu iddia ediyor.
A defesa pede a suspensão da instância porque considera que houve um abuso do processo judicial que impede que o arguido tenha um julgamento justo.
İlgili memurların ifadelerini alıp, davanın tarafsızlığının tehlikeye atılıp atılmadığına karar verilene kadar davanın tehirini talep ediyorum.
Peço um adiamento, enquanto obtemos depoimentos dos agentes envolvidos. Só aí posso saber se houve um abuso que influencie este julgamento.
Bir tane çaktığımda, çok sert ve çok hızlı olur tren gibi, çu-çuuu.
Porque quando bato sou forte e rápido, como um comboio.
Burada, hesap tutarsızlığını onaylayıp, imzalayan biri var.
Está aqui a assinatura de quem deu pelas discrepâncias.
Famke Janssen tarafından ceset hırsızlığı yapılmasından daha kötü yollar var.
Há formas piores de morrer do que a Famke Janssen roubar o meu cadáver.
Mülk hırsızlığı ve bedensel zarar verme tehdidinden.
- Do quê? Roubo de propriedade e ameaça de dano corporal.
O an William konusundaki duyarsızlığım için.
A minha indiferença em relação ao estado do William.
Suların, seller halinde şehirleri yok edip, insanlar arasındaki haksızlığı giderdiği gibi.
Como as águas do grande dilúvio que lavaram o mundo da iniquidade do homem.
- Haksızlığa uğradığını hissediyorsun.
Sente-se violado.
Nazi Almanya'sının aksine İsrail yargıçların bağımsızlığını sarsmaz ya da onlara gölge düşürmez.
Ao contrário da Alemanha nazi, Israel não subverte, ou compromete a independência do seu sistema judicial.
O sandalyede tek başına oturup insanlığın görüp görebileceği en büyük acımasızlıkları izlemek onun bu işteki parmağını reddetmesini imkânsız kılacak.
- Sentado só naquela cadeira, a observar as piores atrocidades conhecidas pela humanidade, ser-lhe-á impossível negar a sua participação.
Sıradan ileri travmatik stres rahatsızlığı davranışı sergiliyordu.
Esse é o típico stresse pós-traumático.
Eh, Hızlıgeçişin olmadığı bir dünyada yaşayan bir çocuk gibi konuşuyor.
Falou como uma criança que nunca viveu num mundo Passe Rápido.
Varoluşun anlamsızlığıyla meşgul olmak için çok güzel bir sabah.
É uma manhã demasiado maravilhosa para estar preocupado com a falta de sentido da existência.
Kabalığım yalnızlıktan.
As minhas maneiras são efeitos da minha solidão.
Bağlılıkla uğraşanlar karşılığını alamazken büyüyü kazara ve arsızlıkta yarattın.
Crias magia por acidente e insolência, enquanto os verdadeiros devotos soam e labutam sem recompensa.
Hanımefendi rahatsızlığınızı söyler misiniz?
Minha Sra.? Pode dizer-me o que está a incomoda-la?
Issızlığı seviyordum.
Gostava da solidão.
Bağımsızlığı ve getiriyi seviyorum...
Gosto da independência e do produto.