Ları tradutor Português
211,410 parallel translation
Yabancı bir diktatörlükte esir tutulduklarına inanan bir ekip tutsak edenin isteklerine, evinde, kurtarılabileceği yerde olan birinden... - Fakat Norteguaylıların karaborsa silah almaktan daha büyük bir işleri olmasa burada olmazlardı. -... daha hızlı uyum gösterir.
Uma equipa a acreditar estar presa numa ditadura externa cumpre com os pedidos dos captores mais depressa, do que alguém que pensa estar em casa onde pode ser resgatado.
Her birimizde ses dalgaları yayan uzak tarayıcılar var.
Cada um de nós tem um scanner remoto que emite ondas sonoras.
- Bu ağlar insan tutmak için tasarlandı yapıları değil.
Essas redes são para pessoas, não para prédios.
Sayıları çok.
São vários.
İkisi de 30'ların ortalarında.
Fãs dos Jets. Ambos na casa dos 30 anos.
Ekonomileri altyapılarından daha hızlı büyüyor.
A economia está a crescer mais rápido que a infra-estrutura.
David ve Robbie, ilkokuldan beri arkadaştı ve çeşitli tasarımcılar ve giyim firmalarıyla çalıştılar.
O David e o Robbie são amigos desde a primária e trabalharam com várias empresas de designs e roupas.
- FBI beni dolandırıp kaçan Amerikalıları soruşturmak için mi geldi?
O FBI está aqui a investigar os ladrões americanos que me enganaram e fugiram?
Amerikalıları yerel bir çetenin kaçırdığını düşünüyoruz.
Acreditamos que os americanos foram sequestrados por um gangue local.
Bağlantılarımın önüne FBI'ı koyarsam sahip olduğum tüm güvenilirlik boşa gider.
Se começar levar o FBI a porta dos meus contactos, posso deitar a credibilidade que tenho pela janela.
Evet. Eskiden Londra'da gittiğim benzer partilerle ilgili güzel anılarım var.
Tenho muitas boas memórias de festas iguais em Londres quando era criança.
Kayıp Amerikalıları söyle.
Pergunte-lhe sobre os americanos desaparecidos.
- Amerikalıları istedi.
Ele queria os americanos.
Bu adamlar sadece mahalle kabadayıları, o kadar.
Estes tipos são apenas rufias de bairro, nada mais.
Özellikle de bize katılabilmek için Westworld'deki balayılarını erteleyen Stewart ve Phoebe'ye teşekkürler.
Especialmente, ao Stewart e à Phoebe que adiaram a lua de mel no Westworld para estarem connosco.
Rahibe Kid Rock şarkılarını sıralatarak dikkatini dağıtamaz.
Não sabe distrair o Reverendo pedindo-lhe para avaliar canções do Kid Rock.
- Bazıları diğerlerinden daha fazla.
Algumas coisas são maiores do que outras.
Yerli militanların kendilerini Ayrılıkçılar'a karşı savunmayı öngören bir planın parçasıydılar.
Eles eram parte de um plano para localizar milícias que lutavam sozinhas contra os Separatistas.
Bazıları yüzeyi koruyor.
Alguns patrulham a superfície.
O köprü bağlantılarından birini patlatmanızı istiyorum.
Preciso que façam explodir uma dessas pontes.
Hep 90'ların şarkıları var.
Está cheia de batidas dos anos 90, pelo que vejo.
90'ların tatlı şarkılarından biri geliyor.
Isso mesmo, uma bela balada dos anos 90.
Tipik günümüz gençleri kapılarını kilitlemiyorlar.
A típica juventude de hoje, deixar a porta destrancada.
Biliyorsun ki Eden'ı koruyan kılıç, herşeyi kesen kılıç hatta cennetin kapılarını bile kesebilen Yanan Kılıç elinde olsaydı isyanı kazanabilirdin.
Sabes que se tu tivesses possuido a Espada Flamejante, a arma que guardava o Éden, a arma que consegue cortar através de qualquer coisa, até mesmo dos próprios Portões do Céu... Bom, tu terias vencido aquela rebelião.
Peşinizdekiler her kimse çocuklar, bizim peşimize de birini taktılar.
Bem, quem vos perseguiu também mandou alguém atrás de nós.
Tekerlekleri patlattılar.
Eles atiraram nos pneus.
Daha önce burada bırakmış olmalılar.
Devem tê-los deixado aqui antes.
Norteguaylılar burada bulunmuş olsalar bile, gideli çok olmuş.
Se eles estavam aqui, já se foram há muito tempo.
Madem bu mekânı soyabileceklerdi neden Norteguaylılar bunca sahte banknotu bastı?
Porque é que os norteguaianos precisam de imprimir notas falsas se ele podem roubar esse lugar?
Onu takip edip etmediğimizi anlamak için pusuya yatmış olmalılar.
Devem ter ficado à espera para ver se a seguíamos.
Bu adamlar üstümüze iki kez ateş açtılar bile.
Já atiraram em nós duas vezes.
Yolda peşimize düştüklerinde yalnız başıma olduğumu sandılar.
Quando vieram na estrada, pensaram que estava sozinha.
Çünkü mikro sızıntılar var.
É porque são micro fugas.
O şeyler cehenneme açılan kapılar gibidir, daha az misafirperver olanı.
Essas coisas são portais para o inferno, só que menos hospitaleiros.
İç Güvenlik zararını karşılar diye düşündüm.
Pensei que a SN te ia reembolsar.
Brad ile evlendiğimizde burayı kendimize aitmiş gibi yapmakta ısrarcıydı.
Sim, quando o Brad e eu nos casamos, ele estava empolgado em tornar esta casa o nosso lar.
Departmanın işi yoğun olduğundan kayıp Amerikalılar ile ilgili pek bir şey yapamadık.
Com as exigências do departamento, não fizemos progressos no caso dos americanos desaparecidos.
Kaçırılmadan birkaç dakika önce yabancılar kulübünde hesap ödemişler.
Eles pagaram uma conta minutos antes do sequestro num clube de expatriados local.
Ve bu yıl nihayet parayı topladılar.
- lançar a sua própria marca. - E este ano arranjaram o dinheiro.
- Evet. İyi adamlardı. Amerikalılar.
Sim, eram uns tipos simpáticos.
Tüm bara shot ısmarladılar.
Pagaram uma rodada ao bar inteiro.
Ve beni postaladılar.
E eles mostraram-me a porta.
Onu da geçelim, niye David ve Robbie'yi kaçırdılar?
E colocando isso de lado por um momento, porque levariam o David e o Robbie?
- Ve tartıştılar. - Kimler?
E depois discutiram.
- Urduca konuşan nüfus çoktur.
É o lar de uma grande população que fala Urdu. Não.
Birkaç Batılı giyim markasına iş yapan karma kullanımlı fabrikaydı.
Era uma fábrica de uso misto, lar de varias marcas de roupas ocidentais.
Beni kendilerinden sanmalılar. Beyaz olduğumu düşünmeliler.
Têm de me aceitar como uma deles, logo têm de pensar que sou branca.
Waffle'lar taşınmaz.
As waffles não viajam!
Waffle'lar yolda ne olur bilemedim, balıklı taco da aldım.
Não sabia se as waffles aguentavam, por isso trouxe também tacos de peixe.
- Saldırıya uğramış olmalılar.
- Devem ter sido atacados.
Bunlar Geonosianlılar mı?
São geonosianos?