Sıkıştı tradutor Português
12,624 parallel translation
Çocuklar, ben sıkıştım!
Malta, estou presa!
Siktir! Sıkıştım!
Foda-se, estou preso!
Nedir o, çift yönlü sıkıştırma için altprogram mı?
Isso é uma subrotina para compressão bidireccional?
Bizi o kadar sıkıştırırlar.
Mais coisas eles pedem.
Siktir! Trafikte sıkıştım Mike.
Estou preso no acidente, Mike.
Luis Pinto buradan birkaç sokak ötede SWAT tarafından sıkıştırıldı.
Foi cercado pela SWAT a alguns bairros daqui.
Köşeye sıkıştır onu!
Mantém-no nas cordas!
Sıkıştır onu!
Fá-lo correr!
Köşeye sıkıştır!
Contra as cordas!
Köşeye doğru sıkıştır.
Encosta-o às cordas.
- Feci şekilde kızgınım. Duran ilk dövüşteki gibi onu köşeye sıkıştıramıyor.
Durán não o consegue encostar às cordas, como no primeiro combate.
Evet, fotoğrafçılığa merak salmıştım ama... Yani, babam da şirkette olunca hukuk fakültesine sıkıştırılmış bir üniversite müfredatına odaklanmak çok daha mantıklıydı.
Sim, gostava de fotografia, mas como o pai tem o escritório, fez mais sentido concentrar-me num percurso académico que visasse a advocacia.
Yani yaklaşık 300 milyon yıl boyunca bu yaşlı dinozorlar, sıkıştılar, sıkıştılar, sıkıştılar...
Por 300 milhões de anos... Esses dinossauros foram exprimidos mais, e mais, e...
Oscar adında sürekli Labradorumu sıkıştıran bir kedim var.
Eu tinha um gato chamado Oscar que tentou subir no meu Labrador.
Beni sıkıştırmayın!
Não me apressem!
- Pompalar freni sıkıştırıyor. - Gidip bağlantılara bakayım.
As bombas estão a disparar os disjuntores.
Pompalar tutukluk yapmasın diye frenleri sıkıştırdık.
Bloqueamos os disjuntores para as bombas não os dispararem.
Japonlar teslim olduğunda haber yığınının içinde bahsederiz. Pozitif haberlerin altına sıkıştırırız.
A rendição japonesa será mencionada nos jornais junto com notícias positivas.
Sadece ikisinin arasında bir yerde sıkıştırılmışlar.
Estão presos algures a meio.
Jackie bizi sıkıştığımız bu kayaklıktan kurtarmaya çalışıyor.
Jackie está a tentar tirar-nos daqui.
Onu köşeye sıkıştırın ve öldürün.
Encurralem-no e disparem a matar.
Sanırım parmağım sıkıştı.
Acho que entalei o dedo.
Onları dar bir sokağa sıkıştırır arkalarından her grup vurur ve ilerlerse, kazanabiliriz.
Se os atrairmos para o estrangulamento, fecharmos a porta atrás deles e cada grupo disparar e avançar, temos uma hipótese.
- Sıkıştım! Şuradaki kapıyı kontrol et.
- Vê a porta do outro lado.
Arzularına yenik düşme, kardeşim bu seni kendi içinde sıkıştıracaktır.
Isso é apenas desejo, mano. E essa merda vai atrofiar-te em ti mesmo.
Ancak para söz konusu olduğunda, aniden herkesin sıktığı kemerlere sıkıştık.
mas quando se trata de dinheiro a sério de repente dependemos de orçamentos apertados.
Kaptan, Malezyalı korsanlar bizi köşeye sıkıştırdı!
Capitão, os piratas malaios encurralaram-nos.
Toprağı iyice ısıtıp sıkıştır.
Sobreaquecer o solo, comprimi-lo.
Eğer şu an göğüslerin konuşabilseydi, bence "Claire, bizi pantolonunun fermuarına sıkıştırma" derlerdi.
Se os teus seios pudessem falar, eles diriam : "Claire, por favor, não nos entales nas tuas calças de ganga."
- Meme ucunu sıkıştıracaksın.
- Vais entalar um mamilo.
♪ Bu çöp kamyonunda çok sıkıştım ♪
Estou tão atolado neste camião de lixo
♪ Bu çöp kamyonunda çok sıkıştım ♪
Estou tão atolado neste camião de lixo...
Belediye, onları bulmam için gece gündüz sıkıştırıyor beni.
E a Câmara Municipal não me larga até os encontrar.
Onu buraya sıkıştırmıştım!
Eu encurralei-o aqui! Tinha tentáculos e olhos gigantes. Ele tinha...
Tuvalete çok sıkıştım.
Jesus, vamos lá, Simon, deixa-me entrar.
Fıstık Ezmesi karısını kaybetmiş.
A mulher do Manteiga de Amendoim morreu.
" Eugene'in gözleri sigara ve puroların yarattığı dönüp duran sise alıştığında ince yünlü kıyafet giyen bir kadın gördü. Normalde bembeyaz olan kollarını canlı ağaç dalları gibi saran eldivenleri vardı. Ama şimdi güneşte yanmış gibi kızarmışlardı.
" Quando os olhos de Eugene acostumaram-se à névoa de cigarros e charutos a rodopiar como miasmas, ele viu uma mulher de sarja e luvas que se enroscavam como gavinhas sobre os braços comuns dela, de marfim, mas que agora estavam levemente bronzeados,
Hükümet, halka açık bir sitede tekliflere açık askeri ihaleleri sıralamıştı.
O governo tinha um website público com todas as propostas actuais de contratos militares.
Bunu duymak güzel çünkü, David bir şey yapmaya çalıştığında sık sık o şeyin içine eder.
É bom saber disso. Muitas vezes, quando o David tenta cuidar de algo, ele estraga tudo.
Ben kısa bir süre zarfı için orada çalıştım. Belki de David Ghantt bu rezilliği yaptığı sırada Loomis'te çalışan birileriyle görüşseniz daha iyi olur.
Sei que são dois homens decentes com um trabalho difícil, mas trabalhei pouco tempo na empresa e, se calhar, deviam falar com alguém que estivesse na Loomis na altura em que o David Ghantt cometeu essas atrocidades.
Kusura bakmayın, Yüzbaşı, Sanırım yanlış bir işe kalkıştık.
Desculpe Capitão, creio que não começámos bem.
Kapana kısılmıştı.
Ele estava encurralado.
Mücadele ettim, ondan kurtulmaya çalıştım ama şimdi daha da sıkı yapıştı.
Eu lutei contra isso e tentei acabar tudo, mas ela agarrou-se ainda mais.
Kalenin sahibi olmak sıkıntı yaratmamıştır tabii.
O facto de ser dono do castelo deve ter ajudado.
Yanlışımı kabul ediyorum. Biraz fıstık ister misin?
Eu admito que estivesse errada.
Fıstık ezmesine bulanmış değilse tabii.
Só se estiver coberto de manteiga de amendoim.
- Sıkıştırın!
- Calado!
Gün ortasında gezinerek ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum ama burada sıkıntı istemiyorum.
Eu não sei o que andas a fazer aqui a entrar sorrateiro a estas horas do dia, mas não quero ter problemas por aqui. Ouve. Por isso, podes ir à tua vida!
Karısıyla kırıştırdığımı düşünen bir adam var da.
É que- - há este gajo que pensa que ando a comer a mulher dele.
Billy, Hollandalı'nın kafasına sıkmak için emir almıştık. - Ama sen emirlere uymadın...
Billy, temos ordens para matar o holandês, certo?
Sıkı çalıştırmış.
Ele treinou o seu melhor.