English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Turco → Português / [ Z ] / Zorundadırlar

Zorundadırlar tradutor Português

114 parallel translation
İş dünyasında çok az insan birbirini sever. Ama işlerin yürümesi için beraber olmak zorundadırlar.
No mundo dos negócios, pouca gente gosta dos outros... mas eles continuam senão não haviam negócios.
Çünkü bir altın damarını vurduğunda, Madenin o küçük bölgesinde ki çalışan herkes Bir çuval seçmek zorundadırlar.
Porque quando se descobria um filão de ouro todos os que participavam daquele retalho da mina tinham direito a escolher um saco.
Havyar dökmek için doğdukları dereye dönmek zorundadırlar.
Têm de regressar à corrente onde nasceram, para desovar.
Beden eğitimine ya da duşa girmeyecek öğrenciler, ders saatinde anne babalarından ya da velilerinden kapalı zarfta, imzalı bir izin notu getirmek zorundadırlar.
Para serem dispensados das aulas ou dos banhos, vocês devem, entregar uma carta lacrada com uma explicação à hora da aula. Assinada pelos pais ou pelo tutor legal.
Hayatı sevenler ulaşılmaz olanı arayamazlar, onlar aşırı dikkali olmak zorundadırlar.
Quem ama a vida não se pode permitir a busca do impossível... Mas deve usá-la com infinita prudência.
Seçilmiş olan kızlar, onun önünde ilkin tamamen çıplak kalmak zorundadırlar.
As escolhidas devem, primeiro que tudo, mostrar-se a ele completamente nuas.
# Bir yerden başka bir yere hareket etmek zorundadırlar.
São forçados a agir no interior de um espaço.
Onlar daha karışık olurlar. Senin dışarı çıkmana yardım etmek zorundadırlar.
Quanto mais complexos forem, mais têm de te ajudar.
Çalışanlarımız dakik olmak zorundadırlar.
Os nossos trabalhadores têm que ser pontuais.
"... dövüşmeden önce 300 pound ağırlığa ulaşmak zorundadırlar "
"antes de que lhe permita usar o fralda e competir."
Gerçeğin ne olduğunu bulmak zorundadırlar.
Têm de determinar o que realmente aconteceu.
Benim kilisemdeki rahibeler, İsa'nın gelinleridir ve onun nişan yüzüğünü takmak zorundadırlar.
As freiras do meu convento são noivas de Cristo, e usam aliança.
Yavrularını doyurmak için, balık ve krill ile tıka basa haldeki karınlarıyla dondurucu rüzgâra karşı büyük mesafeler kat etmek zorundadırlar.
Têm que caminhar grandes distâncias desde o mar, fustigados por ventos de temperaturas negativas, barrigas cheias de peixe e krill, para alimentar as suas crias.
" Bütün güzel şeyler kendini insanlığın kalbinden korumak için korkutucu ve canavarca bir maske takmak zorundadırlar.
"Todas as grandes coisas começam por usar máscaras amedrontadoras, para poderem ser gravadas no coração da humanidade".
Onlar bunu yaptıktan sonra, yıkanmak zorundadırlar.
Depois de fazerem amor, têm de tomar um duche.
Kadınlar birlikte oldukları erkeğin işini sevmek zorundadırlar.
As mulheres precisam de gostar do trabalho do homem com quem saem.
sadece orada olmak zorundadırlar. - Olmak zorundadırlar mı?
Para sexo, basta estardes presentes.
Tıp öğrencileri bazen ameliyatları izlemek zorundadırlar.
Alunos de medicina algum dia têm de assistir a uma operação.
Bütün Kardasyanlar kimlik bürosuna birşeyler bırakmak zorundadırlar.
Todos os cardassianos têm de dar um molar à Direção de Identificação.
Belki hepsi gündüz vampirine dönüşmüştür ve hava kararmadan eve dönmek zorundadırlar.
Talvez sejam anti-vampiros, e tenham que regressar a casa antes de anoitecer.
Tüm Taşkesiciler, cemiyetimize kayıtsız şartsız inanmak zorundadırlar.
Todos os Talhadores de Pedra têm de dar o Salto da Fé.
Ve size ağrınızı göstermek zorundadırlar... Şöyle derler :
Depois eles têm que mostrar-vos a dor... sabem, a parte em que dizem :
Melekler insan olmak için kanatlarını kesmek zorundadırlar.
Os anjos precisam das asas cortadas para serem humanos!
Demek istediğim ; yakası ilikliler ve kravatlılar... Onlar beyinlerini kullanmak zorundadırlar.
Os caras de colarinho e gravata usam seus cérebros
Kübalı demek ses demektir. Bu Kübalıların doğasında vardır. Mutlaka başkalarının canını sıkıp, rahatsız etmek zorundadırlar.
É o barulho que define o cubano, está na sua natureza a necessidade de incomodar outros, nunca sabe alegrar-se ou sofrer em silêncio.
Çürük bitki ve çiçekleri pişirip yerler ve günde vücut ağırlıklarının yarısı kadar yemek zorundadırlar. "
Alimentam-se à base de plantas podres, e têm que consumir diariamente metade do seu próprio peso. "
Soğuk kanlıdırlar, on dakika sonra yeniden güneşte ısınmak için karaya dönmek zorundadırlar.
Tendo sangue frio, têm de voltar a terra dez minutos depois para se aquecerem ao sol.
Bu taşlı kıyılar yumurtlamak için pek güvenli yerler değillerdir. Her yıl, deniz iguanaları daha uygun bir yer bulmak için uzak yerlere gitmek zorundadırlar.
Estas costas rochosas não são seguras para desovar e todos os anos as iguanas viajam para o interior para procurar um sítio melhor.
Ancak bütün deniz kuşları yumurtlamak için karaya gelmek zorundadırlar.
Porém, todas as aves marinhas têm de vir a terra pôr os seus ovos.
Erkek deniz kaplumbağaları hayatlarının tamamını denizde geçirirler ama dişiler, kuşlar gibi, yumurtlamak için karaya çıkmak zorundadırlar.
As tartarugas marinhas macho passam toda a vida no mar. Mas as fêmeas, tal com as aves, têm de vir a terra pôr os ovos.
Penguenlerin çoğu okyanusun güneyinde yaşarlar ve dalgalar tarafından savrulmayı kabul etmek zorundadırlar.
A maioria dos pinguins vive nos mares do sul e tem de aceitar ser manipulado pela rebentação.
Hava nasıl olursa olsun penguenler, yavrularını beslemek için geri gelmek zorundadırlar.
Qualquer que seja o clima, os pinguins pais têm de voltar para alimentar as crias.
Diğer deniz memelileri aslında ayıların uzaktan akrabası olanlar her yıl karadaki memleketlerine dönmek zorundadırlar.
Outros mamíferos marinhos, que são primos afastados dos ursos, voltam todos os anos ao seu lar ancestral em terra.
Ama her yıl, birkaç haftalığına kıyıya dönmek zorundadırlar.
Mas todos os anos, por algumas semanas, têm de voltar à costa.
Ayıların burada avlanmaları kolay olduğu için bu foklar özellikle uyanık olmak ve yavrularını saklamak zorundadırlar.
Como é fácil para os ursos caçarem aqui, estas focas-aneladas têm de estar atentas e esconder as crias.
Bir şekilde cinsel aktivitelerini eş zamanlı yapmak zorundadırlar.
De alguma forma, necessitam de sincronizar a sua actividade sexual.
Yavrularının bu büyük yolculuğun altından kalkabilecek kadar güçlenmelerini beklemek zorundadırlar.
Têm de esperar que as crias sejam grandes e fortes para enfrentar uma viagem tão grande.
Beslenmek için baskın yapmadan önce bir sonraki kabarmayı beklemek zorundadırlar.
Terão de esperar até à maré cheia seguinte antes de nova incursão para comer.
Bazıları bir kere giydiklerini yarım gün için bile olsa hemen yıkamak zorundadırlar. - Evet.
Alguém tem que lavar a roupa suja mesmo que seja usada só por meio-dia
Erkekleri savaşa çağırıldığında ana gezegenlerini savunmak zorundadırlar.
Espera-se que defendam o planeta natal delas com as vidas quando os homens delas vao combater.
Şimdi, bu tarz ifadeler ya doğru ya da yanlış olmak zorundadırlar.
Agora, tais afirmações ou são verdadeiras ou falsas.
İnsanlara işleri yapmalarını söylersin ve yapmak zorundadırlar.
Diz-Lhe às pessoas que faça coisas e têm que as fazer,
Lokanta işine girersiniz çünkü insanlar her zaman yemek zorundadırlar.
Entra-se no negócio de restaurantes... porque as pessoas irão sempre necessitar de comer.
Ama hala yürümek zorundadırlar 110 km.den uzun bir yolu.
Mas mesmo assim, vão ter que andar. Por mais de 160 km.
Orson Welles " Bizim cinsimizden olan kuşların tüyleri dişilerden albenilidir, çünkü erkekler varlıklarını kanıtlamak zorundadırlar zamanımızın çoğunu'Bana bak, banak bak!
Orson Welles disse que os pássaros que são do seu sexo têm as penas mais bonitas. porque os machos têm que tentar justificar a sua existência. Passamos o tempo todo gritando, "olha para mim, olha para mim"
Baban böyle bir jenerasyondan geliyor Evin reisleri güçlü olmak zorundadırlar
O teu pai pertence a uma geração em que os chefes da casa têm que mostrar força.
Orman filleri yiyecek ararken uzun mesafeler kat ederler ama hayatta kalmak için ormanın karanlığından çıkmak zorundadırlar.
Os elefantes da floresta percorrem grandes distâncias na sua procura por comida mas para sobreviverem, eles têm de emergir da escuridão da floresta.
Doktoru gece yarısı çağırırlar... ve karısı onun gittiği gerçeğiyle başa çıkmak zorundadır.
O médico levanta-se de noite... e a mulher tem de se conformar com a sua ausência.
Evet, biliyorsun ki, Dawson, Capeside gibi küçük bir kasabada tartışılır hijyen duyarlılıkları olanlar dışındaki herkes çamaşırlarını bir yerde yıkamak zorundadır.
Numa cidade pequena como Capeside... todos, fora aqueles de higiene duvidosa... precisam lavar as roupas uma hora.
İhtiyarların sözü dinlenmez. İhtiyarlar çenelerini kapalı tutmak zorundadırlar. Onlara hep aptalmış gibi davranılır.
Teria visto os terrenos ao longo do Knox tornarem-se inacessíveis a todos menos aos que vieram a ter estes franchises, que eram demasiado valiosos para serem entregues aos Comeau, aos Daw, aos Robideaux, aos Callahan
ve eğer iş mahkemeye giderse, davada tanıklık etmek zorundadırlar.
Já fiz isso antes.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]