A button перевод на турецкий
1,990 параллельный перевод
It's just, when you talk to your husband that way, it really pushes a button for me.
Ben.. Kocanla o şekilde konuştuğunda bu bana çok dokunuyor.
He was pushing a button every 108 minutes to save the world.
108 dakikada bir dünyayı kurtarmak için bir düğmeye basıyordu.
I had trouble finding a four-button cardigan, so I bought a three-button one and sewed the extra button on myself.
4 düğmeli bir hırka bulamadım, ve ben de 3 düğmeli alıp ekstra bir düğme diktim. Bu da 5 düğmeliydi, ama bir düğmeyi çıkardım. Hm!
I have a button to the neck I was bitten by a mosquito.
Boynumda da bir şişlik var. Sivrisinek ısırdı.
There was a button you had to push every 108 minutes or...
İçinde 108 dakikada bir basılması gereken bir düğme vardı.
Did we really need to put a button cam on eliot?
Gerçekten Eliot'un üstüne kamera koymamıza gerek var mıydı?
There's gonna be an accident, then they're gonna have to build a computer with a button you have to push so the world doesn't end.
Bir kaza olacak. Sonra dünya yokolmasın diye sürekli düğmesine basman gereken bir bilgisayar yapmak zorunda kalacaklar.
Because of this one accident, these people are gonna spend the next 20 years keeping that energy at bay by pressing a button.
Bu kaza sebebiyle bu insanlar önümüzdeki 20 yılı enerjiyi yerinde tutmak için bir düğmeye basarak geçirecekler.
A button that your friend Desmond will one day fail to push. And that will cause your plane, Oceanic 815 to crash on this island.
Arkadaşınız Desmond'ın bir gün basmakta geciktiği ve bu da uçağınızın Oceanic 815'in adaya düşmesine sebep olan düğme.
I'm getting a coffee, and there's a button there.
Ben kahve alayım ve orada bir buton var.
Well, I bet your husband will think it's cute as a button.
Eşinizin de çok tatlı olduğunu düşüneceğine eminim.
You are cute as a button.
Bir tomurcuk kadar tatlısınız.
It's not like pushing a button.
E düğmeye basar gibi değil ki.
- Yeah, with a button.
- Evet, bir tuşla.
You're losing a button.
Düğmen kopmak üzere.
There isn't a button that we don't make.
Button Düğmeleri. Yapamayacağımız düğme yoktur.
Yes.. one with a button start.
- Ne? Evet... Tek tuş ile çalıştırma.
They're going to spend the next 20 years keeping that energy at bay by pressing a button- -
Gelecek 20 yıl bu enerjiyi kontrol altında tutmak için bir düğmeye basılacak.
A button that your friend Desmond will one day fail to push, and that will cause your plane to crash on this island.
Arkadaşınız Desmond bir gün düğmeye basmak için geç kalacak ve bu da sizin uçağınızın adaya düşmesine neden olacak.
All we did was push a button.
Tek yaptığımız bir düğmeye basmaktı.
You died, went to heaven, pressed a button, and they turned you into a size 16?
Öldün, cennete gittin, bir butona bastın ve seni 16 beden yaptı?
You lost a button?
Düğme mi kaybettin?
And my father told him to get out that he had earned that money and that he wasn't give him a penny of it and that he had pressed the alarm button and the police were on their way, which, you know, was a lie.
Ve babam ona def olmasını, kazandığının kendi parası olduğunu, ona bir kuruş bile vermeyeceğini, alarm düğmesine bastığını ve polisin yolda olduğunu söyledi ki anlamışsındır bu yalandı.
Flores is a munitions expert, likely the button man.
Flores mühimmat uzmanı. Muhtemelen tetikçi.
Dispatcher received a panic button call 20 minutes ago from one of the company's sightseeing buses.
Telsize şirketin tur otobüslerinden birinden 20 dakika önce acil durum sinyali aldık.
Think about it : the driver hitting the panic button, the obvious route to the airport, these "mistakes" that we thought we were capitalizing on- - it was all a cheat.
Düşünün. Şoför acil durum düğmesine basıyor. Havaalanına giden güzergahları vardı.
While Upper East Siders are hitting the snooze button Blair Waldorf had a rude awakening when the rooster crowed at dawn this morning.
Yukarı doğu yakasındakiler ertele butonuna basarken şafak vakti horozlar öttüğünde Blair Waldorf'un kafasına dank etti.
So, Maya, have you always been this size, or is this like a Benjamin Button deal?
Ee Maya, hep bu boyda mıydın, yoksa Benjamin Button durumu mu?
This baby was a five-buttoner, but I took a button off. Hm! Maybe we're not so different, Sven.
Belki de çok farklı değiliz, Sven.
A stop button.
Durdurma düğmesi.
Making sure that each button, zipper, keypad, color, fit, fabric was a perfect
Her bir düğme, fermuar, düğme deliği, renk, beden ve kumaş için mükemmelliği hedef aldım.
Now, there's a man who looks like he needs a little magic in his button-up life.
Hayatını canlandırmak için biraz sihre ihtiyaç duyan biri var gibi görünüyor.
I don't see a stop button.
Dur düğmesi görmüyorum.
He spent a significant amount of time Down in this hatch pushing this button.
Bu ambarda bu butona basarak yıllarını harcadı.
Unless of course someone is shocking him by pressing a remote control button.
Eğer birisi uzaktan kumandayla şok vermiyorsa.
Babe, I know that you're very proud that you've been working out, okay, but we're in a hospital, so button up.
Spor yaptığın için kendinle gurur duyduğunu biliyorum ama hastanedeyiz, ilikle düğmelerini.
Now, that is equipped with a panic button.
Üzerine bir panik butonu eklendi.
MRS. BUTTON : Thomas. Promise me he has a place.
- Thomas, bir yuvası olacağına söz ver.
A letter for Mr. Benjamin Button? BENJAMIN :
- Bay Benjamin Button'a posta var.
Oh, this is a friend of my family's.
Bu bir aile dostum, Benjamin Button.
He has a belly button, okay?
Şimdi sen de kendininkini göster. Göbek deliği var, tamam mı?
You don't think i have a belly button.
Göbek deliğimin olmadığını düşünüyorsun.
No more kicking or pushing, just gently press the button and fly like a bird.
Bundan sonra eziyet yok, itme yok. Sadece usulca çalıştır ve kuş gibi uç.
All this is about Faraday pushing the reset button in a huge way.
Yani Faraday bütün her şeyi en başa almak istiyordu.
I sat at a window and pressed the button on the desk lamp, so mother would see that I'm awake. That I'm waiting.
Pencerede oturuyor, annem görsün diye gece lambasını açıp kapatıp sinyal veriyordum.
- A porcelain button.
- Bir kol düğmesi
[PANTS] We must split up. Watson and I will go to Lancashire in pursuit of this button.
Watson ve ben kol düğmesinin izinin sürmek için Lancashire'a gidiyoruz.
unless you just use the back button... and that you put his soul in the body of a cat.
Ölüpte bilgisayardaki, dönüş butonunu pençelemediyse, ve sen onun ruhunu bir kedinin içine koymadıysan tabi.
The, uh, button on your left pocket is a camera.
Sol cebindeki düğme kamera.
The button on your right pocket is a microphone.
Sağ cebindeki düğme de mikrofon.
I mean, the guy never met a button he didn't push.
Fargo'nun rastlayıp da basmadığı düğme yoktur.