A whole перевод на турецкий
29,021 параллельный перевод
You know, I always thought I'd be married with a whole flock of kids by now, but nope, still single.
Hep şimdiye kadar evli ve bir sürü çocuğum olur sanıyordum ama yok, hâlâ bekarım.
A whole society to rebuild.
- Yeniden inşa edilmesi gereken bir toplum.
But never around a whole damn zombie.
Ama bir zombiye sarıldığını hiç görmemiştim.
You stripped out a whole generation of leadership.
Bütün bir lider kuşağını ortadan kaldırdınız.
[Jones] And when you strip out a whole generation of leadership, running folk out the country, killing folk, framing folk, you will be vulnerable to Bill Clinton or anybody else.
Bütün bir lider kuşağını ortadan kaldırıp insanları ülkeden sürdüğünüzde, öldürdüğünüzde, hapse atığınızda, Bill Clinton'a veya herhangi başka birine karşı kırılgan olursunuz.
You know what? That sounds like a whole lot of bullshit to me.
Kulağa saçmalık gibi geliyor.
I had to choose between going to prison for three years, or the mother of my children going away for a whole lot more.
ya ben 3 yıl hapise girecektim,... ya da oraya daha uzun bir zaman için çocuklarımın annesini hapise gönderecektim.
Nah, man, they can't stop the run. - When you look at it from up top, it's a whole different game.
- Tepeden bakarsan aslinda çok farkli bir oyun.
You can have a whole paragraph.
Koca paragraf.
And I made a whole lot of bad decisions that night.
O gece bir sürü kötü karar verdim.
She's taken bedazzling to a whole new level.
Olaya bambaşka bir boyut kazandırdı.
We could go back to 3 billion years ago and have just a whole lot of slime.
Üç milyar yıl öncesindeki gibi her yer balçık olabilir.
The way cows produce methane is they eat as much as they can, and when they are chewing, a whole bunch of methane is burped through the mouth uh, into the atmosphere.
İnekler yiyebildikleri kadar yemek yer ve çiğneme esnasında büyük miktarda metan ağızlarından atmosfere salınır.
Out came a whole handful of pills.
Bir avuç dolusu ilaç varmış.
Yeah, and a whole bunch of memories that are gonna make you sad.
Tabii, bir de seni üzecek bir ton hatıra. İstemiyorum.
And you better be a whole lot more worried about that than a few ATF agents knocking'at your door.
Bir kaç ATF ajanının kapı kırmasından daha fazlası için endişelenmeye başlasan iyi olur.
Just took it to a whole next level.
İşi tamamen farklı bir boyuta taşıdı.
This unsub is jumping through a whole lot of hoops to hide these bodies.
Şüpheli cesetleri saklamak için çok fazla uğraşıyor.
What's the difference between five percent of nothing and... a whole lot more of nothing?
Hiç bir şeyin yüzde beşi ile hiç bir şeyin çok daha fazlası arasındaki fark nedir?
We just happen to have a whole extra script right here.
Sonradan yazılmış bütün metinler burada, elimizde.
It's like your dance tells a whole story.
Dansın sanki birşeyler anlatıyor gibi.
It's another thing to be the team that picked the wrong woman and turned this whole thing into a disaster.
İkinci konu da takımın yanlış kadını seçip, olayların felakete dönüşmesi.
Their desire to make themselves whole leads them into a trap that they can't get out of and is oftentimes much worse.
Bir bütün olma istekleri onları genelde içinden çıkamayacakları ve eskisinden daha kötü sonuçlanan bir tuzağa yönlendirir.
Having been up here for a year, I now realize that a year is longer than I thought it was, cause I feel like I've lived my whole life up here.
Burada bir yıl kaldıktan sonra bir yılın düşündüğümden daha uzun olduğunu biliyorum çünkü bütün hayatımı burada yaşamış gibi hissediyorum.
IMSF is sending a deputy to Mission Control to assess whether they're going to proceed or cancel this whole thing.
UMBV, Görev Kontrol'e bir yetkili yolluyor. Devam etme veya iptal etme konusunda değerlendirme yapacak.
With spaceflight, or any exploration that involves intense confinement, where you can't get away from the other people, and you're all in a very tiny space. The whole idea of individual territoriality becomes a problem.
Uzay uçuşunda veya diğer insanlardan uzaklaşamadığınız hep birlikte küçük bir yerde bulunduğunuz yoğun hapsedilmenin olduğu herhangi bir keşifte bireysel bölgecilik fikri, soruna dönüşür.
After the failure, the whole launch program ground to a halt.
Başarısızlıktan sonra bütün fırlatma programı durdu.
- Maybe not, but Jessica, I have watched you my whole career, and this is the first time that you've ever backed away from a fight.
Belki değildir Jessica ama seni kariyerim boyunca izledim ve ilk kez bir kavgadan geri adım attığını gördüm.
But a cop who's dirty... his whole life is a dangerous situation.
Ama bir polis kirliyse onun tüm hayatı tehlikeli bir durumdadır.
I've seen this sort of thing wipe out whole cities in a matter of days.
Bu tür bir şeyin, günler içinde koca şehirleri temizlediğini gördüm. Bu tür bir şeyin, günler içinde koca şehirleri temizlediğini gördüm. Yani gitmeye hazır değil misin?
The whole apparatus of the state was set up against me, and they really meant to send me to the death chamber in order to make a point.
Bütün devlet aygıtı bana karşıydı ve sırf ibret olsun diye beni ölüme göndermek istiyorlardı.
If everybody insisted on a trial, the whole system would shut down.
Herkes mahkemede ısrarcı olursa bütün sistem çöker.
[Browder] After a while, I kept hearing the same thing from the whole three years, and I just learned to cope with just being in there, and that was rough.
Bir süre sonra üç yıldır aynı şeyi duyar olmuştum ve orada olmakla baş etmeyi öğrenmeye başladım, zor oldu.
They can put it on YouTube, and the whole world has to deal with it.
YouTube'a koyabilirler ve bütün dünya bununla uğraşır.
But if I find a way to move forward without his help, there is no deal and he does the whole two years.
Ama sizin yardımınız olmadan ilerlemenin bir yolunu bulursam anlaşma yatar ve iki yıl cezasını çeker.
- 18 months. - 18 months... this whole thing will be a distant memory.
- 18 ay. - 18 ay sonra tüm bunlar birer anı olacak.
Turns out, she found out his whole place was a Ponzi scheme.
Anlaşılan o ki, tüm şirketin dolandırıcılıkla yürüdüğünü öğrenmiş.
Girls, I've scraped and fought your whole lives for this... an invitation to the Royal Ball... and a chance to dig your claws into a prince.
Kızlar, bütün hayatınız boyunca bunun için çabaladım. Kraliyet balosuna bir davetiye. Bir prense kancayı takma şansı.
My whole life, people have laughed at me, but here... here... I'm finally a Vice President...
Hayatım boyunca insanlar bana güldü ama burada nihayet Başkan Yardımcısı oldum.
A few times, he's even cleaned the whole flat.
Hatta birkaç sefer tüm daireyi temizledi.
Their whole childhood we had a week with them and a week off.
Tüm çocukluk dönemlerinde bir hafta onlarlayız ve bir hafta da boşuz.
His family owns the building, so if I can him, I got to move the whole department over to the fire station, and what a nest of shitheads that place is.
Bina ailesine ait, bu yüzden elimden gelse, tüm birimi itfaiyenin oraya taşırdım ve bok çukurundan kurtulurdum.
We share a bed, but this whole time, you were lying there, keeping things from me.
Yatağı paylaşıyoruz ama bunca zaman, benden bir şeyler saklayarak yalan söylüyordun.
He went and changed his whole life, and I don't even got a say in it.
Gitti hayatını değiştirdi, bu konuda söz hakkı bile vermedi.
We've taken these coastal ecosystems that used to be dominated by incredibly abundant fish, and we've knocked the whole system down reversing half a billion years of evolution.
Balıkla dolu kıyı ekosistemlerini mahvederek, yarım milyar yıllık evrimi tersine çevirdik.
So you could be in a remote village and have solar panels that charge a battery pack, that then supplies power to the, to the whole village, without ever having to run thousands of miles of high voltage cable over the place.
Yani ücra bir köyde olsanız bile güneş panellerinizle pilleri şarj edebilir ve böylece bütün köye elektrik sağlayabilirsiniz. Hem de kilometrelerce yüksek voltajlı kablolar çekmeye gerek kalmadan.
For like five minutes, you know, I have a whole green carpet either side.
İki tarafta da büyük yeşil bir halı vardı.
You remember Rob taped Adam and Grace's wedding - - him and a bunch of friends, they filmed the whole thing.
Rob'un ve birçok arkadaşının Adam ve Grace'in düğününü videoya aldığını hatırlıyor musun? Her şeyi kaydetmişlerdi.
But if it's a problem of the mind then the whole family goes silent.
Fakat akıl problemi varsa Sonra bütün aile sessizleşir.
I-I assumed it was a goof this whole time.
Şu ana kadar, bunun bir şaka olduğunu zannediyordum.
Because of you, there's a measles epidemic, and the whole town is quarantined. Speak for yourself, Brian.
Senin yüzünden kızamık salgını var, ve bütün kasaba karantinaya alındı.