Glimmer перевод на турецкий
253 параллельный перевод
- Do you see the glimmer of a smile?
- Azıcık gülümsedi sanki?
Just a glimmer, like everyone else.
Sadece bir pırıltı, diğer herkesde olduğu gibi.
Each has a glimmer that glows and fades.
Her birinin kor halinde ya da solan pırıltısı var.
His little glimmer.
O küçük ışığını...
A little glimmer.
Küçük bir ışıltı.
Mr Blasetti, please, don't send me away like this without a glimmer of hope
Bay Blasetti, lütfen, beni bu şekilde göndermeyin umut ışığı bile olmadan.
- Not a glimmer.
- Yaprak kıpırdamıyor.
- I'm not sure, but daylight's beginning to glimmer.
- Emin değilim, ama gün ışığı pırıldamaya başlıyor.
Not the least glimmer inside to spoil the fun.
Eğlencenin tadını kaçıracak, en küçük bir şey olmasın içinizde.
Mistress Evans will see that I was right about this place... and then she may get a wee glimmer... that I can be right about some other things.
Bayan Evans bu yer hakkında haklı olduğumu anlayacak ve o zaman diğer şeylerle ilgili konularda da haklı olabileceğimi anlayacak.
Watching all through the night for the first glimmer of light in the sky.
Gece boyunca gökyüzündeki ilk ışık parıltısını seyredeceğim.
- Not a glimmer, sir.
- Zayıf bir ışık değil, efendim.
Occasionally a glimmer of the truth reaches us.
Zaman zaman, doğrunun kırıntıları bize ulaşır.
One day, I got a glimmer in my right eye.
Ve bir gün, sağ gözümde bir parıltı hissettim.
We get a flicker here and a glimmer there.
Bazı yerleri çıkartabildik, ama arada büyük boşluklar var.
But I pursued it through the years : I kept track of every glimmer of it :
Ama ben yıllarca peşinde koştum onun, her pırıltısını izledim.
If that was for Havelock's murder, there is still a glimmer of hope.
Eğer bu Havelock'un cinayeti ile ilgiliyse hala umut var demektir.
If you'd shown one glimmer of humanity when I told you someone died, I might have.
- Janklow, çok hasta. - Geri çekilin, efendim. Dinlemiyorsun.
curiosity of course, and the glimmer of industrial espionage in the eye — I imagine them bringing out within two years time a more efficient and less expensive version of Catholicism — but there's also the fascination associated with the sacred, even when it's someone else's.
Meraktan elbette, biraz da gözdeki endüstriyel ajanlik pariltisiyla... – iki yil içinde daha verimli ve biraz daha hesapli bir Katoliklik sürümü çikaracaklarini hayal ediyorum -
I got 16 years of good humping. Not once did I get a glimmer, let alone a fucking glow.
Ben 16 yıldır bu işi yaparım, bir kere bile ışıtamadım kaldı ki parlatayım.
Every relief organization on the Thai-Kampuchean border has got his picture. If I saw one glimmer of hope, I'd go today.
Tayland Kamboçya sınırındaki her yerde onun bir fotoğrafı var.
Spreag, run ahead and tell Glimmer we're bringing in some new recruts
Spreag, koş ve Glimmer'a yeni üyeler getirdiğimizi söyle.
Glimmer, I'm Back
Glimmer, ben döndüm...
Glimmer, this is Adam please to meet you
- Glimmer, bu Adam. - Memnun oldum.
I'm comming let her go sucker face not until I draining all energy
Dayan Glimmer! Geliyorum. Bırak onu bok surat.
Glimmer! , are you alright?
Glimmer, iyi misin?
don't be a fool, Glimmer!
Aptallaşma Glimmer!
and now I think we should go there's a certain young woman named Glimmer who's very anxious to see you
Sanırım artık gitmeliyiz. Sizi görmek için çok istekli olan Glimmer adında bir genç bayan var.
Glimmer!
Glimmer!
I saw the glimmer of the sweat as it glistened on your brow, the bulging of your muscle as it strained against your sleeve, the clenching of your buttocks as you leapt into the fray.
Bence, ticaretle ilgili bir şeyler öğrenmen iyi bir fikir olabilir. Senden mi? Niye olmasın?
It's a glimmer of hope.
Bir ümit ışığı.
The eyes have the glimmer of human intelligence.
Gözler insan zekasının parıltısını taşıyor.
Not a glimmer.
Hiçbir iz yok.
Because our puny behaviour shows you a glimmer of the one thing that evades your omnipotence, a moral centre.
Çünkü zayıf davranışlarımız kadir olamadığınız tek şeyin parıltısını size gösteriyor, ahlak anlayışı.
There's a glimmer of dreams in the eyes.
Gözlerinde o hayallerin ışıltıları vardı.
You've controlled my every move. Told me what to eat, think and say. When I show a glimmer of independent thought, you strap me down, inject me with drugs.
Bana ne yemem, ne düşünmem ve ne söylemem gerektiğini söylediniz ve bağımsız bir düşünce pırıltısı gösterdiğimde, beni kayışla bağladınız, uyuşturucu enjekte ettiniz.
What to think, what to eat... Then when I show a glimmer of independent thought, you strap me down, inject me, call it a treatment.
Sonra bağımsız bir düşünce pırıltısı gösterdiğimde, beni kayışlarla bağlıyorsunuz, uyuşturucu enjekte ediyorsunuz, buna tedavi diyorsunuz.
When I show a glimmer of independent thought... When I show a glimmer of independent thought, you strap me down, inject me with drugs and call it a treatment!
ve bağımsız bir düşünce pırıltısı gösterdiğimde... ve bağımsız bir düşünce pırıltısı gösterdiğimde... beni kayışla bağladınız, uyuşturucu enjekte ettiniz.
When you walk through the woods... if you walk through the dark woods at night... if you have a glimmer, a small gleam of light before you... then you needn't feel the night... nor darkness, fatigue. Nor the branches as they whip your face.
Ormanda yürürken gece, karanlık ormanda yürürken uzakta, hafif parlak bir ışık görürsünüz o anda, geceyi, karanlığı, yorgunluğu yüzünüze çarpan dalları unutursunuz.
Allow them to see a glimmer of enlightenment... as the offender realises that the end is near.
Aydınlanmanın ışığını görmelerine izin verin onların. sanık sonunun yaklaştıgının farkına vardıkça
Wake up, Glimmer Twins.
Uyanın, Yapışık İkizler.
Suffice to say, to the people he hunted for us he was known as "The Glimmer Man."
Öldürdüğü adamlardan dolayı ona... "Parıldayan Adam" deniyordu.
There'd be nothing but jungle then a glimmer then you'd be dead.
Ormandan başka bir şey yok sonra bir şey parlar ve sen ölmüş olursun.
That leaves me a glimmer!
Lanetleneceğim. Kıçlarını gösteriyorlar!
If his own desperate hope for his son's cure has eluded him, I now share his desperation... that among these drawers is a sign, a glimmer, some small confirmation that the journey which has brought me here has not been in vain.
Eğer oğlu için yaptığı çaresiz aramalar onu umutsuzluğa ittiyse şimdi onun çaresizliğini paylaşıyorum bu dolapların arasındaki bir işaret, bir ümit ışığı beni buraya getiren yolculuk için küçük bir teyit nafile olmayacaktı.
It's golden finish is but a dim glimmer of the shimmering radiance of your cream-like skin.
O altından cilalanmış ama kaymak gibi teninizin ışıldayan parlaklığının sönük bir pırıltısı.
I guess we have to start somewhere and we well do Glimmer!
Biz de geleceğiz Glimmer!
missed me help hang on Glimmer! ha!
Iskaladın.
I do anything I can perhaps you can stop by convincing Glimmer how foolish it would be to trying rescue Queen Angela from who's Queen Angela?
Doğru tarafa hoş geldin tatlım, bu çok işe yarayacak. Elimden geleni yaparım. Belki Glimmer'ı ikna edip durdurabilirsin.
Glimmer's mother she was the ruler of Brightmoon the last kingdom to fall to the Horde she disappeared during the battle but one of our spies just learn that she's a slave she is my mother!
- Glimmer'ın annesi. Horde'un yıktığı son Brightmoon Krallığı'nın hükümdarıydı. Savaş sırasında ortadan kayboldu.
Glimmer in the eyes.
Gözlerdeki parıltı.