Spur перевод на турецкий
453 параллельный перевод
My boy, one doesn't meet Mata Hari on the spur of the moment like that.
Evlat, Mata Hari'yle öyle damdan düşer gibi tanışılmaz.
I came up on the spur of the moment.
Bir anda gelmeye karar verdim.
No, we can just pretend you decided to do it on the spur of the moment.
Yok, o an karar vermişsin gibi yaparız.
Darling, I've been thinking. Why couldn't there be a spur track right on Spanish Bit?
Sevgilim, ben iyice düşündüm bence demiryolu İspanyol Kayası'nın arazisinden geçmeli.
Ed, Cotton, when we get the train on the spur, start hopping.
Ed, Cotton, yan yolda yakalayınca hemen trene atlayın. Gidelim.
Give me your spur, Westy.
Mahmuzunu ver Westy.
What need we any spur but our own cause to prick us to redress?
Kurtulmaya can atmak için haklı davamızdan başka mahmuza ne lüzum var?
Titinius is enclosed at round about with horsemen that make to him on the spur. Yet he spurs on.
Doludizgin atlılar sardı Titinius'u, o atını sürüyor hâlâ dört nala.
We must have picked up a spur.
Bir desteği kaldırmış olmalıyız.
Uh... I don't want you to think that that's spur of the moment stuff.
Bunun bir anlık zırvalama olduğunu düşünmeni istemiyorum.
Spur your proud horses hard... and ride in blood!
Atlılar, vurun mahmuzu atlara, kanatıncaya kadar!
As if it would happen on the spur of the moment!
Ha deyince olacak şey değil bu!
But if it was a spur of the moment thing, the way it looks... he's got a problem getting clothes.
Ama böyle de göründüğü gibi kıyafet bulma gibi bir problemi olurdu.
The spur of the moment and it's done.
O anın siniriyle öldürüverecektim.
I invited them on the spur of the moment.
Onları son anda davet ettim.
It was no spur of the moment plan.
Rastgele bir plan değildi.
That may be on the spur of the moment.
Düşünmeden verilmiş bir karar olabilir.
Oh, you mean we can steal a spur on the fur of the moment.
Oh, yani bir küçük kürkü yalnız başımıza da çalmak gibi..
You know how I do things on the spur of the moment.
Nasıl ani kararlar verdiğimi bilirsin.
First dig of the spur.
Beni teşvik ediyorsun.
- stepped up on him and sunk spur.
Eyeri takıp atına atladı... -... ve mahmuzlarını dürttü.
Something's been running on this spur.
Bu hat kullanılıyor.
According to this, Grant's railroad spur branches off three miles up.
Buna göre, Grant demiryolu üç mil yukarıda kol olarak ayrılacak.
Who figures it out they put a spur there?
Bu kadar acele edecekleri kimin aklına gelirdi?
We're simply using a laboratory animal, Mrs. Kinnian... to spur the subject on to his best effort.
Sadece denekten en iyi performansı almak üzere onu teşvik etmek için bir laboratuvar hayvanı kullanıyoruz, Bayan Kinnian.
But those things would spur my imagination, make it swell.
Bu gibi şeyler hayal gücümü kışkırtıyor, genişlemesine sebep oluyordu.
All I could think of on the spur of the moment.
O anın heyecanı içinde aklıma sadece bu geldi.
It must be that garrison rail spur.
Bu garnizon demiryolunun yan hattı olmalı.
Mrs Beethoven used to have to get up at midnight to spur on the mynah bird.
Bn. Beethoven gece yarısı kalkıp sığırcık güdermiş.
- I got a taste of the spur.
- Mahmuz tadı var!
They're building a spur on the railroad.
ancak onlar düzgün bir demiryolu yapıyor.
It was on the spur of the moment I admit.
Kabul ediyorum, okuduğum an hiddetlendim.
I have no spur to prick the sides of my intent.
Amaçlarımın bağrına batıracak mahmuzlarım yok.
On a single spur of track 4000 miles long.
6500 km uzunluktaki kör bir hatta tek bir rota izleyerek.
The chicken differs from the pheasant... by virtue of its spur, which does not touch the ground.
Tavuk, sülünden yere değmeyen fazilet güdüsüyle ayrılır.
Ma'am, I rode over 300 miles to bring you that spur.
500 km. yolu şaka yapmak için gelmedim, hanımefendi.
"Lat" he said to me. "There's nothing I got left in this world except this one spur."
Bana dedi ki, "Lat, bu dünyada şu bir tek mahmuz dışında hiçbir şeyim kalmadı."
From the minute this man walked into my place carrying'a spur...
Sözünü ettiğim bu adam salonumdan içeri girdiğinde elinde bir mahmuz taşıyordu...
You need somebody back here to spur your flanks, don't you?
Sizi eğlendirecek biri lazım, değil mi?
There are the dreams that spur and inspire based on aspiration to a high ideal.
İnsanı coşturan ve ilham veren rüyalar vardır yüksek bir ülküye erişmeye dayalıdır.
It was just on the spur of the moment.
Bir anda oldu.
We must be certain... that his untimely death... will spur us all... to greater determination and dedication.
Bu zamansız ölümün hepimizi şahlandırıp, daha büyük kararlılık ve bağlılığa ulaştıracağından emin olmalıyız.
Nothing gonna kill that red devil, except a spur.
Bu kırmızı şeytanı hiçbir şey öldürmez, teşvik dışında.
Yes, I know, but to do all that on the spur of the moment?
- O anın telaşıyla olamaz mı?
Once and for all, mon Colonel, it was not on the spur of the moment, it was carefully planned.
Tekrar söylüyorum, telaş falan yoktu. Cinayet planlanmıştı. - Doyle tarafından mı?
Look, I'm no good at spur-of-the-moment alibis.
Bak, anında alibi uydurmayı beceremiyorum.
Do killing weapons have thoughts which spur them to rebel?
Silahın düşünmeden öldürüyor. Bir asi gibi.
I know you're not a man to act on the spur of the moment so don't feel that you have to rush into a decision.
Anlik b ¡ r ¡ tk ¡ yle harekete geçecek b ¡ r ¡ olmadigini b ¡ l ¡ yorum. O yüzden karar vermek ¡ ç ¡ n acele etme.
Let us assume the brim of the hat was suddenly let out but our trousers became tighter, fitter and at the command of the spur they set in motion thousands of horses.
Hadi varsayalım şapka siperine izin vermedi, ama bizim pantolon prova yapan terziye tam oldu, ve mahmuz emriyle, binlerce atı hareket etrtirdiler.
A man named Owens. They got the sleeper off on the spur.
Vagonu, barınma hattına çekmişler.
- Spur?
- Mahmuz mu?