Unfathomable перевод на турецкий
123 параллельный перевод
Now I'll show you an example... of the strange and unfathomable power... of hypnotism.
"Şimdi sizlere hiptonizmanın... "... garip ve anlaşılmaz gücüyle ilgili... "... bir örnek göstereceğim. "
Polly... gentlemen... before you stands a man whom the king, in his unfathomable wisdom, elevated high above his fellow men. And yet this man remained my friend through every storm, and so forth and so on.
Polly baylar önünüzde duran bir adam ki kralımız akıl almaz bilgeliğiyle diğer adamların üstüne yükseltti ama bu adam tüm fırtınalarda arkadaşım olmaya devam etti vesaire, vesaire.
" Humanity's soul must be shaken to its very depths, frightened by unfathomable and seemingly senseless crimes.
" İnsanlığın ruhu akıl ermez ve anlamsız görünen suçlarla ta en derininden sarsılmalı.
The reality of these camps, despised by those who built them, and unfathomable to those who endured them - what hope do we have of truly capturing this reality?
Bu kampların gerçekliği, yapımcıları tarafından aşağılandı, ve onları sürdürenler tarafından hiç bir zaman anlaşılamadı gerçeği görebilmek için nasıl ümidimiz olabilr?
- Attention, you unfathomable finks!
- Dikkat, inanılmaz alçaklar!
The boy was gripped by a massive and unfathomable love for his mother.
Çocuk garip ve şiddetli bir sevgiyle annesine bağlıydı.
It's unfathomable.
Bu belli olmaz.
I often find them unfathomable, but an interesting psychological study.
Onları anlaşılmaz buluyorum. İlginç bir psikoloji araştırması olurdu.
Herself, the child-bearer and the begetter of sons, were there upon the unfathomable waters.
Çocukları taşıyan Yapıcı ile çocukların babası Yaratıcı uçsuz bucaksız suların üzerinde dururdu.
I beseech Thee also today and each day... to let the angels watch over and protect my little girl... whom Thou in Thy unfathomable wisdom tookest unto Thyself... in Thy homeland. Amen.
Bugün ve her gün sana yalvarıyorum ki küçük kızımı cennetinde barındır ve ona sahip çık engin bilgeliğinle yanına aldığın kızımı Amen.
Her unfathomable way fascinated and stirred up young men. My friend Robert, who had tried in vain to attract Eve stood with me and looked at her as she danced.
Arkadaşım Robertle birlikte Eve'nin dikkatini çekmek için dikilip onun dansını izliyorduk.
This will be an unfathomable loss for Japan.
Bu Japonya için de derin bir kayıp
Obscure forces whose laws are unfathomable.
Kanunları idrak edilemez belirsiz güçler.
The mysteries of the mail are unfathomable. "
Postanın sırrını çözmek mümkün değil. "
Unfathomable!
Mümkün değilmiş!
The devil's ways are unfathomable.
Şeytanın yöntemleri anlaşılmazdır.
A great unfathomable mystery.
Çok gizemli bir olay. Anlaşılamaz.
All right, let's proceed on the premise that what we have just seen happened and that, in less than four hours from now the Enterprise will be destroyed and, somehow, although this is unfathomable
Şu anda gördüklerimizin gerçekten olduğunu, ve 3 saatten daha kısa süre sonra... Tamam. Atılgan'ın yok olacağını, ve buna pek akıl ermese de,... benim, hem de tek başına,... bundan kaçtığımı varsayalım.
So it is not for us, mere mortals, to seek to fathom the unfathomable, to know the unknowable.
Öyleyse bizim için değil sadece ölümlüler için, akıl almaz şeyleri anlamaya çabalamak, bilinmeyeni bilmek..
That's deplorable, unfathomable, improbable.
Bu, içler acısı, anlamsız, inanılmaz bir şey.
He is called the Omniscient, the Magnanimous, the Unfathomable.
O herşeyi bilen, en büyük ve derinliği ölçülemeyen olarak anılır.
A man so deep, he's almost unfathomable.
Anlaşılamayacak kadar derin!
Show your great and unfathomable mercy. For the sake of our Saviour Jesus Christ.
Kurtarıcımız İsa Mesih yüzu suyu hürmetine büyük ve sonsuz merhametini göster bize.
It's an unfathomable hatred of women, uh, probably going back to his mother.
Kadınlara karşı, kökleri muhtemelen annesine kadar uzanan, anlaşılmaz bir öfkesi var.
You're unfathomable.
Sen inanılmazsın.
We are but visitors on this rock, Hurtling through time and space at 66,000 miles an hour, Tethered to a burning sphere by an invisible force in an unfathomable universe.
Bizler bu kayadaki uzay ve zaman içinde 100.000 km hızla geçen ziyaretçileriz,... erişilmez kâinat içindeki görünmez bir güç bizi yanan bir küreye çekti.
In the terrible caves of primaeval times people assembled and in an unfathomable excess of desire painted figures on the damp walls, carved or hammered out ornaments.
İlkel çağın korkunç mağaralarında dipsizlikte, insanlık sınırları aşan tutkularını keşfetti ve nemli duvarları renkli figürler çizerek, oyarak veya çekiçle döverek süslediler.
His methods are unfathomable to me.
Metotları bana anlaşıImaz geliyor.
Samantha uttering those words to us... was an event as unfathomable... as Moses parting the Red Sea.
Samantha'nın bu kelimeleri Musa'nın kızıldenizi ikiye ayırması gibi inanılmaz gelmişti.
From mine unfathomable will, the universe hath its beginning.
Benim iç yüzü anlaşılamayan isteğim, kainat onun başlangıcı.
I don't need to be criticized for a hypothetical feeling over a hypothetical situation that is completely unfathomable.
Dipsiz bir olay yüzünden çıkmış varsayılan bir duruma karşı varsayılan bir duygu üzerine saldırıya uğrayamam.
He was one of those transporters, who by the grace of countless activity, could carry unfathomable quantities in the deepness of his rectum, even if given a thorough ass check.
Yaptığı sayısız faaliyetin vermiş olduğu esneklik sayesinde anüs kontrolü yapılsa bile fark ettirmeden çok miktarda malı rektumunun derinliklerinde taşıma kabiliyetine sahip olan o ender taşıyıcılardan biriydi.
Imagine my surprise when, 30 years later, I saw my boyhood plan carried out at Niagara and wondered at the unfathomable mystery of the mind.
30 yıl sonra, çocukluk planımın Niagara'da gerçekleştiğini gördüğümde ve aklın çözülemez gizemine hayretle bakakaldığımda duyduğum şaşkınlığı, bir hayal edin.
And occasionally... amongst our most immediate needs... each of you should take the time to sit on a bench... with one foot set squarely on the ground... then, leaning over... rest an elbow on one knee... then approach the chin... rest the head on the back of our hand... and with gentle eyes, watch the movement of the sun... and the rains... and the winds... with these same gentle eyes... watch time's mysterious manipulation... of the other tools it skillfully wields... in its transformations... never once questioning its unfathomable... meandering designs... just as you never question the pure flat plains... or the winding trails drawn by the herds on the pasture.
Ara sıra en önemli işleri bir kenara bırakıp her biriniz, ayağınızın biri yere dosdoğru olacak şekilde oturmak için zamanını ayırmalı ardından dirseğinizi dizinizin üzerine koymalı buna ilave olarak elinizi çenenize yaklaştırmalı başınızı ellerinizin tersi üzerine koyarak güneşin ve yağmurun hareketlerini uysal gözlerle seyretmeli ve yağmurlar ve rüzgarlar bu aynı narin gözlerle zamanın kendi dönüşümlerinde diğer araçları ustaca kullandığı gizemli dalavereyi izlemelisin. Sen nasıl ki saf ve düz ovaları ya da çayırdaki sürülerin açtığı kavisli izleri sorgulamıyorsan o da bir kez bile akıl sır ermez dolambaçlı oluşumları sorgulamaz.
Is it so unbelievable, unfathomable that a man could love me?
Birisinin beni sevmesi çok mu inanılmaz?
If by some... unfathomable circumstance, your vessel survives...
Eğer bir çeşit akıl sır ermez işle geminiz kurtulursa...
The tears of unfathomable sadness.
Oh, idrak edilemeyen üzüntünün gözyaşları!
Distances unfathomable to man.
İnsanoğlunun akıl sır erdiremeyeceği yerlere.
unfathomable.
Aklım almıyor.
They abandoned themselves to their unfathomable idiocy.
Anlamsız manyaklıklarıyla kendi kendilerini terk ettiler.
IT WAS AS IF HE'D BOARDED A VERY LONG TRAIN HEADING FOR A DROWSY FUTURE THROUGH THE UNFATHOMABLE NIGHT.
Sanki çok uzun bir trene binmiş anlaşılmaz gece boyunca çakırkeyif bir geleceğe doğru yol alıyordu.
As the monk and the priest crossed paths Pai Mei in a practically unfathomable display of generosity, gave the monk the slightest of nods.
Keşiş ile rahip karşılaştıkları sırada Pai Mei neredeyse fark edilemeyecek bir cömertlik göstererek başıyla ufacık bir selâm vermiş.
The human soul is unfathomable.
İnsan ruhu akıl ermez.
During this time of solitude there were revealed to me things innumerable and unfathomable.
Bu yalnızlık sırasında haddi hesabı olmayan ve akıl sır ermeyen şeyler açıklığa kavuştu.
And as we mourn the loss of this beloved wife, mother and friend it only makes her choice that much more unfathomable.
Bu sevilen eşin, annenin ve arkadaşın kaybının yasını tuttukça onun seçimini kavramamız çok daha zorlaşıyor.
- Unfathomable.
- Akıl almaz.
It's just unfathomable how many mountains are out there.
Burada kaç dağ olduğunu tahmin bile edemezsiniz.
Well, considering the rapidly growing demand for fuel in nations like China and India, not to mention the world's oil production is expected to peak in the next five years, and then sharply plummet, I think it's pretty clear we're looking at an exponential rise in global conflict, along with an energy crisis of unfathomable proportions.
Çin ve Hindistan gibi ülkelerdeki artan benzin talebini ve önümüzdeki beş yılda petrol üretiminin azalmasının beklendiğini düşünürsek, akıl almaz miktarda bir enerji krizinin yanında küresel çıkar çatışmaları olur.
It's not only unconscionable, it's unfathomable.
Bu sadece vicdansızlık değil, aynı zamanda mantıksızlık da.
There is truly nothing as unfathomable as a person's heart much less the heart of an enemy.
Bir düşmanın neler hissettiğini anlamak bir insanın ne hissettiğini anlamaktan çok daha zor.
His eyes... Those two unfathomable eyes... even for an enemy's...
Onun şu akıl sır ermeyen gözleri...