Só перевод на турецкий
438,437 параллельный перевод
Tu estás? - Não, estou só... Estou a questionar tudo, acho eu.
Hayır, sadece... her şeyi sorguluyorum.
E as notícias desta manhã só deitam mais achas para a fogueira.
Bu sabahki haber de tuzu biberi oldu.
Tinha só uma pergunta.
Tek bir sorum var.
- E só estou aqui para o proteger.
- Seni korurum.
Só tem de dizer a verdade.
Gerçeği söyleyin yeter.
Só para que esteja preparada, receberá uma intimação em breve do Comité Judiciário.
Hazırlıklı olmanız açısından, Yargı Komitesi'nden bir celp gelecek.
- Eu só...
- Ben sadece...
Só ao final da noite. Melhor dizendo, ao final da manhã.
Gece daha bitmedi.
Nunca falas de trabalho à mesa, é só quando vais receber.
Masada değil, sadece paranı alırken iş konuşuyorsun.
Ninguém te diz como votar. Só te dizem o que acontece se não votares como querem.
Kimse şöyle oy ver demez, sözünü dinlemezsen neler olacağını söylerler.
Só duas gotas.
Sadece iki damla.
Sr. Presidente, se me desse só um momento do seu tempo.
Efendim, lütfen izin verin. Bir saniyenizi alacağım.
Só ligou para um número e esse número era o seu.
Sadece sizin numaranız aranmış.
Há noites em que vou dormir a um hotel, só para sair do meu apartamento.
Bazı geceler sırf evimden çıkmak için bir otelde kalıyorum.
Diga-me só isso.
Bari onu söyle.
Só aos domingos.
Pazar günleri.
Só costumamos falar quando um de nós está em sarilhos.
Sadece başımız beladayken görüşürüz.
Eles só têm de acreditar que é possível.
Elde ettiğimize inanmaları yeter.
Só queria que tivesses noção. - Filho da mãe.
Sadece bilmeni istedim.
Eles são cem, só precisamos de metade.
Bize yarısı yeter.
- Não acho boa ideia. - Só uns minutos.
- İyi bir fikir değil.
Eu só a queria manter em segurança.
Sadece onu korumaya çalıştım.
Sabia que ela só desapareceria de facto, se eu me certificasse disso.
Sadece kendim halledersem tamamen yok olacağını biliyordum.
Não és só linda, de beleza.
- Sadece güzel de değilsin.
Só nos dizem que o Presidente não sabia de nada do que se passava na Casa Branca.
Şimdiye kadar tek öğrendiğimiz, Başkan'ın Beyaz Saray'da yaşananlardan bihaber olduğu.
Também os acuso de jogarem à política só quando vos convém.
Ayrıca sadece işinize geldiğinde politikayı kullanmakla suçluyorum.
Não precisam que eu represente algo, só precisam que eu represente, que seja um homem forte, um homem de ação.
Buna bayıldınız. Hiçbir şeyi desteklememe ihtiyacınız yok. Ayakta durmam yeter.
Só lhe queria agradecer pela sua tenacidade.
Sadece kararlılığın için teşekkür etmek istedim.
Digamos que detivemos o Comité Judiciário. Os outros teriam avançado só para continuar com as acusações.
Diyelim ki yargı komitesini kapattık, bu kez suçlamaları sürdürecek başka komiteler çıkacaktı.
Como Presidente, só tu o podes fazer.
- Bunu sadece başkan yapabilir.
É só isso.
Hepsi bu.
Estou só a dizer que tem de se afastar por uns tempos.
Hayır, sadece bir süreliğine gitmen gerekiyor.
Só é oficial quando eu entregar uma carta assinada.
Yazılı bir mektup sunana kadar resmî sayılmaz.
Agora o teu objetivo está ao teu alcance e tu só vês traição? Não me convences.
Şimdi hedefine bu kadar yaklaşmışken gözün sadece ihaneti mi görüyor?
Acho que vou só ficar aqui sentado um bocado.
Bir süre burada oturacağım.
Quero confirmar, é só isso.
- Sadece araştırmak istiyorum.
Só acho que, se não fizermos isto direito, aos olhos do público, o meu mandato vai resumir-se à sobrevivência para ambos.
Ama bence bu durumu doğru ele almazsak halkın gözünde benim dönemim ikimizin ayakta kalma mücadelesi olmanın önüne geçemez.
E parece cumprir promessas só quando lhe convém.
Verdiğiniz sözleri de işinize geldiğinde yerine getiriyor gibisiniz.
Para já, são só sugestões.
Şu anda sadece öneri aşamasında.
Só quero que mas diga antes.
İsimleri önce bana danışmanı istiyorum.
Só por enquanto. - Eu pensei que...
Elbette sadece şimdilik.
Isso nunca esteve em dúvida, só tive de pensar em como o fazer.
Bu konuda hiç şüphem yoktu. Sadece nasıl yapacağımı düşünmem gerekiyordu.
Um regime que ataca hospitais, campos de refugiados, escolas e filas de alimentação, só para manter o poder, tem de ser confrontado.
Gücü elinde tutmak için hastaneleri, mülteci kamplarını, okulları ve ekmek sırasındakileri hedef alan bir rejime karşı durulmalıdır.
Um líder que sacrificaria o bem-estar físico e emocional dos seus cidadãos, que trata o seu povo como peões, só para se manter no poder... Bem, esse líder tem de ser detido.
Sırf iktidarda kalmak için kendi vatandaşlarının fiziksel ve duygusal refahını feda eden, onları piyon olarak kullanan bir liderin... durdurulması gerekir.
- Agora só preciso de estar sozinha.
- Biraz yalnız kalmak istiyorum.
Há bocado fui com o meu amigo a uma loja, só tinha chapéus!
Arkadaşımla bir dükkâna gittim. Sadece şapka satıyordu!
Só que melhor porque hoje em dia é tudo mais difícil.
Daha da iyisi. Çünkü modern çağda her şey çok daha zor.
- Só vens à igreja agora?
- Kilisede yenisin.
Só estou preocupada com ele.
Onun için endişelendim.
Quase só catálogos, não tem amigos.
Çoğu katalog. Arkadaşı da yok.
Ele só observou.
O sadece izlemiş.