Evidence перевод на английский
30,934 параллельный перевод
Arızalı olduğunun kesin bir kanıtı var mı?
Is there any actual evidence of a malfunction?
Ama kanıtlar gösteriyor ki yüksek işlevlerinden bazıları hala çalışıyor.
But evidence suggests that some of her higher functions are still active.
Senin, savaşa girme konusunda tezini destekleyecek kanıtları...
You implied the CIA showed us evidence
Sahte kitle imha silah kanıtları.
The false WMD evidence.
Suriye ile biyoterörizmi alakadarlandıran sahte kanıtlar oluşturuluyor.
Where he's creating false evidence connecting Syria to bioterrorism.
Bunun kanıtı var mı?
You have evidence of this?
Onun cinayeti işlediğine dair itirafı kaseti ve senin işi batırıp bunu kanıtlardan çıkarttığının ispatı.
- It's the tape we had of him admitting that he murdered that man that you shit the bed with and got excluded from evidence.
Babasının masum biri olduğuna dair bir kanıt bulduğumuzu söyledim.
- I told her we found new evidence that her father is an innocent man.
Sayın Hakim savunma kanıt olarak 12 yıl önce Allison Dobsen'ın Pathways Rehabilitasyon merkezine giriş belgelerini sunmak istiyor.
- Your Honor, the defense would like to admit into evidence the admissions form for an Allison Dobsen into the Pathways Rehabilitation Center from 12 years ago.
Bazıları iş sonrası içmeye gidebiliyor bazen ne hızda belge yok edebildiğimizi görmek için toplanıyoruz, hepsi bu kadar.
Some people go out for a drink after work, and I like to run the occasional group drill to see how fast we can shred evidence, but that's it.
Dördü 18 yaş altında olan bu çocuklar, DNA verileri hepsinin suçsuz olduğunu kanıtlayana kadar altı ile on bir yıl arasında yetişkin cezaevlerinde yattılar.
These children, four of them under 18, all went to adult prisons for six to eleven years, before DNA evidence proved they were all innocent.
Köle Gordon'un sırtını gösteren ünlü bir fotoğraf var. Yaralı dokunun oluşturduğu desen görünüyor. Yediği kırbaçların kanıtı bu.
There's a famous image of slave Gordon and his back, and you can see just this kind of lattice of scar tissue that is evidence of the whippings that he received.
Görevin davasını inceleyip, kanıt sunmak.
It was to assess his case and present evidence.
Masumlar Projesi yeni kanıtları inceledi ve davanı üstlenmeme kararı aldı.
The Innocence Project looked over the new evidence, and... they decided not to take your case.
DNA'ya dair kanıt bulunmayan davaları neredeyse hiç üstlenmiyorlar. - Senin davanda da hiç yok.
They almost never take cases without new DNA evidence, and yours had none.
- Bana delil bulduğunu söylemiştin.
You said you found compelling evidence.
Yeniden yargılanması için gerekli kanıt var. Ama bunun yerine biz idam beklemesine göz yumacağız.
There's enough evidence in there for him to get a new trial, and instead we're gonna let him rot on death row.
- Aması maması yok. Mahkemeye sunacağın başka bir kanıtın var mı?
- No buts, do you have any other evidence to present to the court?
- Kanıtlara bakın.
- Look at the evidence.
Hepsini inceleyip tersine mühendislik yapıp, içeriden bilgiye kanıt bulmanı istiyorum.
I need you to go through it, reverse engineer it, and find any evidence you can of insider trading.
Kanıtlara baktım ve adamı tanıma fırsatım oldu.
I looked at the evidence and I got to know the man.
Sen de elimizdeki her şeyi tekrar gözden geçir, çünkü bu bize biraz zaman verecek ama yine de bir şeyler bulmalıyız.
You start going back through every piece of evidence we have because this gives us some breathing room to find something, but we have to deliver.
Kanıt deposuna gizlice girip'beyaz kadın'dan bulmam mümkün olabilir.
I might be able to sneak back into the evidence locker and scrounge up some of the "white lady."
Sence bu kanıt olabilir mi?
You think it might be evidence?
Sonunda M.E.'yi göstermek için bazı sert kanıtlarımız olurdu.
We'd finally have some hard evidence to show M.E.
Yaptığınız her şeyin delili bu kamerada!
I have evidence of everything you people have done on this camera!
Ama ne ceset ne de büyük bir ateşin varlığına dair kanıt bulunamamış.
But no body or evidence of a giant fire was ever found.
Saat 2 : 15, Çarşamba, ayın 12'si ve bu kayıt bugün sette gerçekten olanlarla ilgili kanıt niteliğinde olacak.
It's 2 : 15 on Wednesday, the 12th, and this video will serve as evidence of what really went down on set today.
Kanıt makbuzuna göre, bu bir yeşim taşı gövdeli, kenarları 10 cm tepesinde birbirine dolanmış bir ejderha.
The evidence receipt says it's a "jade block, four inches square, topped by intertwined dragons."
Sence polisin ona kanıt olarak ihtiyacı kalmayınca mühre ne olacak?
What do you think will happen to the Seal when the NYPD no longer has it in evidence?
Polis ona saldıran zanlının peşinde. Ancak henüz kesin bir delil bulunamadı.
The police are tracing the man... who attacked President Kang, but there is no clear evidence.
Onun burada olduğuna dair bir kanıt buldun mu?
Have you found any evidence he's here?
Aile olmayı o kadar istedim ki birbirimize uymadığımızı gösteren sekiz katrilyon ipucunu görmezden geldim.
I wanted a family so badly, I was willing to look past the septendecillion pieces of evidence that screamed, "We are wrong for each other."
Ancak maalesef bulgular bize bunun yeterli olmayacağını söylüyor.
But unfortunately the evidence shows us that it will not be enough.
Kanıt odasına gidip içindekileri bilgisayarına atmak benim için zor olmaz.
It wouldn't be hard for me to go to an evidence locker and upload what's on there onto your laptop.
Sadece birilerine kendi yerine cinayet işletmiyor, ayrıca ona resim yollamalarını da sağlıyor, yaptıkları işin kanıtını yanı.
He doesn't just have people killing for him, he has them sending him pictures, evidence of his work.
Lau bu adamları... çok çeşitli cinayet davaları... kapanmamış davalar için araştırıyormuş.
Lau was looking at each of the men for various open homicides, cold cases. Hey! There was just never enough evidence to arrest.
Peki, senden yapmanı istediğim şey delil toplamak.
Well, what I need is for you to gather evidence.
Biz varız, suçlular var, kanıtlar var...
There's us, there's criminals, there's evidence...
Burada öyle bir iz yok.
I don't see any evidence of that.
Garcia'ya göre çalıştığı bankada herhangi bir sahtekarlık yokmuş, mali durumunda da şüphe uyandıran bir şey yok.
According to Garcia, there's no evidence of fraud at the bank where she worked and nothing suspicious about her finances.
En son oğluyla arkadaşlarını AVM'ye bırakırken görülmüş, çocukları almaya gelmeyince oğlu komşuyu aramış ve evde boğuşma izleri görmüşler.
Last seen dropping her son and his friends off at the mall, and when she didn't show to pick them up, he called a neighbor who found evidence of a struggle at her home.
Annesinden kanıt toplamasını istedim.
I told the mother to gather evidence.
Kanıtlarının Al-Sakar'ı işaret etmek üzere manipüle edildiğini, böylece diğer şüphelileri değerlendiremeyeceğimize inanıyor.
She believes that the evidence was manipulated to point toward Al-Sakar so we wouldn't consider any other suspects.
Hangi kanıt?
What evidence?
Kanıtlarını toparla, iblisi bekle- -
Collect your evidence, wait for the demon...
Kanıtlarını topla, Piskopos'a git ve şansın yaver giderse o birini gönderir.
Get your evidence, run to the bishop, and if you're lucky, he'll send someone.
Söylenti delillerle arama izni alabileceğimizi sanmıyorum.
I doubt we'll get a warrant on hearsay evidence.
Onun bu konuyu bildiğini gösteren bir delil de yok.
There is no hint of evidence that he was aware.
Tüm kanıtlardan kurtuldun. Sesini değiştirdin, minibüsü yaktın tanığı öldürdün, kulübeyi temizledin.
Get rid of all the evidence, disguise your voice, you burn the van, kill the witness, bleach the cabin.
İkinci bir yaratılışın delillerini bulursan...
If you find evidence of a second genesis.