Excite перевод на английский
369 параллельный перевод
- Onu korkutma.
Do not excite her.
Heyecana kapılma.
Don't excite yourself.
Unutma, kendini heyecanlandırma.
Remember, don't excite yourself.
Samimi olmak gerekirse Peder, uzun bir ömür beni heyecanlandırmıyor.
To be candid, Father, a prolonged future doesn't excite me.
Doktor fazla heyecanlanmamanı söyledi.
The doctor said you shouldn't excite yourself.
Heyecanlanma, uyumaya çalış.
Don't excite yourself, try to sleep.
Size iştahınızı açacak bir şey getirdim.
Got something over here that'll excite your palate, yes, sir.
Hayatım, seni niye heyecana düşüreyim ki?
Darling, why should I excite you?
Haydi, heyecanlanma.
Now, come on, don't excite yourself.
- Seni heyecanlandırmıyor mu?
- Doesn't it excite you?
Aileyi tahrik etmeye gerek yok.
Now there's no need to excite the family members.
İstediğimiz şey vücuda yoğunlaşmak ve daha çok heyecanlanmak böylece büyüleyici bir deneyim yaşamış oluruz.
What we want is to concentrate on the body, tease and excite it more, so that it becomes a cathartic experience.
Ama bir skandalı nasıl tetikleyeceğinizi, seyirciyi nasıl heyecanlandıracağınızı biliyorsunuz.
But you know how to trigger a scandal. Excite the audience.
Senden daha iyi kılıç kullanıyorlar.
Does not their skill excite your admiration?
Kendini üzme tatlım.
Now, dear. You mustn't excite yourself.
Lütfen, mösyö. Heyecanlanmamaya çalışın.
Please, Monsieur, you must not excite yourself.
Lütfen, madam biraz sakin olun.
Please, Madame, do not excite yourself.
Ama sana söylemeyeceğim, boşuna heyecanlanma.
But I won't tell you what it was, so don't excite yourself too much.
Bunun jüriyi etkilemek için tezgahlandığı çok bariz.
It's obviously been rigged to unduly excite the jury.
Bu yaştaki çocukların yeri kışla değil, okuldur!
He can't ive in a barracks at his age! He should be going to a kindergarten! Don't excite yourself!
En az senin hayal ettiğin kadar kahve seni bir gün uyanık tutar ve diğer gün sakinleştirir.
A little of what you fancy... Coffee can excite you one day and calm you the next
Sanırım sıkışmış üzgünüm.
Moment, sister. Excite not.
Telaşa kapılmayın.
Don't excite too much.
Sonra, Marta için verdiğim savaş bana heyecan vermeye başladı.
Then the fight for Marta, against Marta, began to excite me
Beni heyecanlandırıyorsun.
You excite me.
Fakat neden beni bu kadar heyecanlandırıyor?
But why does he excite me so much?
Aşırı heyecanlanıp, bitkin düşersem.
Only if I excite or exert myself.
- Heyecanlanmayın.
- Now, don't excite yourself.
Herhangi bir şekilde heyecanlandırdınız mı kendisini?
Did you excite her in any way?
Riviera'da batan güneşi ne kadar izlesem doyamıyorum.
No matter how many times I stare at the sun setting on the Riviera it never fails to excite me.
Kaç kere izlersem izleyeyim, asla doyamıyorum.
No matter how many times, it never fails to excite me.
Bunun hakkında konuşmamı istediler. Duygularım onları daha da heyecanlandıracaktı.
They wanted me to talk about it, so that my sensations would excite them.
Sen beni neden heyecanlandırıyorsan, o yüzden.
For the same reasons you excite me.
Beni tahrik etmeye mi çalışıyosun?
Is that supposed to excite me?
Fakat doktor, kardinal boş yere heyecanlanmış olmaz mı?
But, doctor, wouldn't that unduly excite the cardinal?
Onun merakını uyandırdınız.
You excite his curiosity.
Sizin gösteriniz polisi tahrik edebilir.
Your rally might excite people.
Diğerlerini kışkırtır.
It'd excite the others.
- Onları öyle bulmak seni heyecanlandırdı mı?
- Does it excite you to find them like that?
Seni biraz heyecanlandırıyorum, değil mi?
I excite you a little, don't I?
Yani, onları heyecanlandırmalıyım, mutlu etmeliyim.
I mean, I got to excite them, you know, make them happy.
Seviş onunla canlandır onu.
Caress her. Excite it.
Hep tamponla geziyorum, onu çıkarıp s * kişmem için beni maksimum derecede uyarmanız gerekir.
I keep a Tampax in, so to get me to take it out, and to fuck, you'd have to excite me a maximum. I don't give a fuck.
Sen heyecanlandırıyorsun.
You excite me
Bu tür şeyler beni çok heyecanlandırıyor!
These things excite me so!
Bir yandan eski bir hile olan kırık saat 1 : 1 5'i gösteriyordu, bu da beni yanlış bir yöne çekiyordu.
The clumsy cliché of the smashed watch registering 1 : 15 had been done deliberately to excite my disbelief.
- Bu tür bir şey seni heyecanlandırır mı?
Does this kind of thing excite you?
Bu kadar meşhur birisiyle sevişmek... seni heyecanlandırıyor mu?
Does it excite you to make love... to someone so famous?
Sen heyecanlandırıyorsun beni, Dawn, ünün değil.
You excite me, Dawn, not your fame.
- Walter, heyecanlanma lütfen.
THE MAN'S AN IDIOT. WALTER, DON'T EXCITE YOURSELF, PLEASE.
Nasıl istersen.
To make love in your house doesn't excite me at all, I assure you.