Hardly перевод на английский
12,466 параллельный перевод
Kendini pek de geliştirmiş gözükmüyor.
It hardly sounds progressive.
Paul iyi biri gibi duruyor, her ne kadar onları pek tanımasak da.
Well, Paul seems nice enough- - Although we hardly know them.
"Aman Tanrım, çok heyecanlandım" a benzemiyor pek bu.
That hardly sounds like, "Oh, my God, I'm so excited."
- Yine de buna kimya demek epey zor.
Although I'd hardly call it chemistry.
Bir laboratuvarda ilişkiye başlamak hiç de uygun bir flört yöntemi değil.
Starting a relationship in a lab is hardly a proper courtship.
Bu deneyin herhangi bir bilimsel standarda dayandırılması zor.
This is hardly an experiment that would stand up to any scientific standard.
İki ay oldu, çökse çökerdi.
It's been two months. He's hardly wasting away.
Benim de farklı kalır yanım yok.
I'm hardly one to point the finger.
O kadar çok dulla tanıştım ki artık takip edemiyorum.
I meet so many divorcees that I can hardly keep track.
Bana annemi tanımadığını söyledi.
She told me that she hardly knew my mother.
Kabul ediyorum, bu izin günlerimde biraz saldım ama bunun adil olduğunu düşünmüyorum.
I admit, I've taken the occasional day off to recharge, but hardly think it's fair...
Birini vurmaya pek değmeyecek şeyler.
That's hardly anything worth shooting somebody over.
- Bu ilk yarışmam değil.
It's hardly my first rodeo.
Neredeyse en az önemsiz nokta bu.
That's hardly the most important point here.
Başkent'te bile mahsuller anca yenilebiliyor.
Even here in the capital, crops are hardly edible.
Zar zor nefes alıyor ama hayatta.
Hardly any breath, But she is alive.
1982'de beni aradı, burada, Paris'teydi çok az bir parayla küçücük bir dairede yaşıyordu.
She called me in 1982 and she was here in Paris, living in a very small apartment, hardly with any money.
Silahımız da yok.
Hardly weaponless.
Çok az oynuyordum genç takımda.
I'd been hardly playing for the youth team.
- 18 yaşımdaydım. Benimle ilgilenmezler.
I'm hardly someone they're interested in.
Bu akşam burada, oldukça ihtişamlı bir eğlence düzenlemişsiniz, ha?
Lisa didn't happen to be on the guest list, was she? Hardly.
Çapraz çekilmiş manzaralar ve oda arkadaşıyla mesajlar var.
They're a thousand Dutch angle landscapes and texts with her roommate- - they're hardly a treasure trove.
İngiltere Kralı'nın kız kardeşinin başına bir şey gelirse neler olacağını hatırlatmama gerek yok sanırım.
I need hardly remind you the consequences if the King of England learned that his sister had been murdered on the way to see him.
Roman'ı gören pek yok. Yakın zamana kadar biz de efsane olduğunu düşünüyorduk.
Hardly anyone has ever laid eyes on Roman- - up until recently we thought maybe he was just a myth.
Göğsümde kullanacak hâlim yok herhalde, değil mi?
Well, I'm hardly going to use it as a breast pump, now am I?
Artık fark etmiyorum bile.
Ah, sure, I hardly notice it any more.
Burada öyle bir tehlike yok.
Well, that's hardly a risk here.
Hayır, hiç de bile.
No, hardly.
Üstelik ihtisas yapıyor ve geceleri zar zor eve geliyor.
And he's a resident and hardly home at night.
Hayır, gerek yok.
No, he's fine. There's hardly any...
Onu çok zorluyorsun.
You can hardly blame him.
Çünkü seni çok az görüyorum ve sen pizzayı seviyorsun.
Because I hardly ever see you and you like pizza.
Aynen. Senin için mutluyum, kardeşim.
hardly.
- Neredeyse hiç yok.
No. Hardly.
Önemli bilgiler.
Hardly major news.
- Sokağa artık nadiren çıkıyoruz.
Here boundaries are hardly go out anymore.
- Ağzına lokma koymuyor.
And she hardly eats anything.
Shastry ji, saçını bile zar zor tarıyor.
Shastn / ji hardly ever makes his hair..
Benim ailem zayif falan degil.
My family is hardly weak.
O kadar da büyük birşey değil.
This is hardly unraveling.
Yani A Takımı da değiliz, değil mi?
'I mean, we are hardly the A Team, are we?
Öfken beni duygulandırdı, ama bu ayrılığı ben istediğim için pekte üstüme almıyorum.
Your outrage is touching, but I can hardly take offense when I'm the one who suggested we live separate lives.
Hiçde bile.
Hardly.
Bunun konumuzla hiç ilgisi yok ama.
But that's hardly relevant.
"Tüm gün yapayalnızım ve artık bunu kaldıramıyorum."
I'm alone here all day and I hardly can handle it anymore.
Bazen onu zar zor tanıyabildiğim anlar oluyor.
There are moments when I hardly recognize him.
Neredeyse eşit gibiyiz.
Hardly seems fair.
Biz çingenelere bile zor bakardı o sadece kurnaz kocakarılarıyla konuşurdu.
She hardly even looked at us Gypsies, she only talked with her sly crones...
Pek değil.
Hardly.
" Neredeyse herkesin yayınlandığı takdirde...
" There is hardly anyone whose sexual life
Bu da beni katil yapmaz.
That hardly makes me a murderer.