Kanıt перевод на английский
37,088 параллельный перевод
Evliliği tamamladığınıza dair kanıt var mı?
Do you have proof of consummation?
Kanıt doğrulanacak.
Well, proof will come from pen and ink.
Kanıt hazırlanması için tahsilli bir zenciyi atamışlar.
They have appointed some educated blackamoor to prepare the evidence.
İllegal nakliyenin irsaliyesini düzenleyenleri suçlayacak hiçbir kanıt da bırakılmamış.
Leaving no evidence of the illicit cargo to incriminate those who had arranged the shipment.
... James Delaney'e karşı o mühim kanıtı bize veren hanımlar şimdi Doğu Hindistan Şirketi'nin gözetimi altında bulunuyorlar.
... the ladies who are to give the crucial evidence against James Delaney are now in the protective custody of the East India Company.
Tüm isteklerimizi yerine getirip söylediklerinizi kanıtla desteklerseniz o zaman bu insanlara ihtiyaç olmaz. Thomas Moore'un da kaldığı hücrede duruşmayı beklersiniz. Hücrenin Thames Nehri manzarası gayet iyidir.
Now, if you can give me all that and what you tell us is corroborated, then... then these people won't be needed and you will await trial in the same cell that Thomas Moore occupied, with not an unpleasant view of the River Thames.
Hiçbir muteber kanıt olmadığına ve bu sebeple de ulusal güvenlik adına bir tehlike arz etmediğine hükmettiler.
They concluded that no credible evidence existed and therefore they posed no threat to national security.
Bir şey kanıtlamaz. Başka bir şehre gitmiş olabilirler.
Still doesn't prove that they're not just out of town.
Claudia, bu bizim aradığımız şeyin kanıtı olabilir.
Claudia, this could be the proof we're looking for.
Dolandıracak, soygunlar yapacaksın ama beni de dahil edeceksin. Böylece kanıt toplayıp milleti tutuklayabileceğim.
Setting up cons, pulling jobs, but looping me in so that I can collect evidence, make arrests.
Bu suçlamayı destekleyecek bir kanıt bulmak için çok uğraşacaksınız.
You're gonna have a very hard time finding evidence to support that charge.
Sizi tutuklayıp telefonunuzu alırsam son 24 saatte sizinle konuştuğuna dair bir kanıt bulamayacak mıyım yani?
If I arrest you and take your cellphone, I won't find any evidence that he's contacted you in the last 24 hours?
Bir şeyi kanıtlamaya gelmedim buraya.
I ain't here to prove anything!
Bu polis kanıtı.
It's police evidence.
Polis kanıtı başka nereden gelir dedektif?
Where else does police evidence come from, inspector?
Aslında bu ölümlerin bağlantılı olduğunu bile kanıtlayamadık.
In fact we couldn't even prove that the deaths were related.
Evet ama bunu kanıtlayacak gerçekler lazım, ifade veremiyor.
I know, but I need facts that prove it, and he can't make a statement.
Hata yapıyorsun. Flora Salazar, soruşturma kanıtına el koymaktan tutuklusun.
Flora Salazar, you are under arrest for appropriating evidence regarding an investigation.
Ailen doğrudan zan altındaysa kanıtların mahkemede geçersiz olacağını bilmiyor musun?
Don't you know that with your family's direct implication the evidence would never be valid in a trial?
Ama seninki gibi aşırı cinsellik içeren davranışlar bazen çocukluk travmalarının kanıtıdır ve benimle rahatlıkla konuşabilirsin.
But when people have oversexualized behavior like yours, sometimes that's evidence of past childhood trauma and I just wanted you to feel safe talking to me.
Fotoğraflı kanıt?
Photographic evidence?
O sanki yaşadıklarının kalan tek kanıtı ve onu kaybedersen her şeyi kaybetmekten korkuyorsun.
She's like that last bit of proof that it even happened and I think you're afraid that if you lose her, you've officially lost it all.
Ama sanırım evdeki her şey kanıt olarak değerlendiriliyor.
But I guess everything in the apartment is considered evidence now.
Sanırım sürekli bir kanıt arıyorum.
And i... I think i'm constantly looking for evidence that she- -
Artık seni sevmediğine dair kanıtlar.
Evidence that she doesn't- - doesn't love you anymore.
Lan elinde kanıt var mı?
What fucking evidence do you have?
Eğer geçerli bir sebep ve kanıt varsa birçok şeye inanırım.
I believe in plenty when there's reason and evidence to believe.
Ben şahsen göreceğim Her bir kanıt kanıtı Burada çalıştığınız şimdiye kadar hiç yok oldu.
I will personally see to it that every single shred of evidence that you ever even worked here is wiped out.
Kanıtlar etkileyici değil, kesin olmalı.
Proof shouldn't be overwhelming. Proof should be definitive.
Kanıtlar etkileyici değil, kesin olmalı.
Proof shouldn't be overwhelming. It should be definitive.
O grupta daha sık görülseler de para için seks yapmalarının buna sebep olduğuna dair ortada bir kanıt yok.
And while they may occur more frequently in that population, there's no evidence that their receiving sex for money caused that problem for them.
Kanıt mı istiyorsun Alex?
You want evidence, Alex?
Hannah'nın zorbalık görmediğini kanıtlamaya çalışacaksın.
So you're going to try to prove that Hannah wasn't bullied.
Ama somut bir kanıt yok. Üzerinden zaman geçmiş.
But there's no actual evidence,'cause it happened a while ago.
Kurban konuşmazsa, tanık konuşmazsa, bunu kanıtlayan bir delil yoksa...
If the victim won't talk, the witness won't talk, there's no evidence to prove it...
Ne kanıtı?
Proof of what?
Haftalardır kanıt saklıyoruz.
We've been sitting on evidence for weeks.
Bunlar kanıt.
They're proof.
Elinde kanıt mı var?
You have proof?
Yalan olduğunu kanıtlayabiliriz.
We can prove that it isn't true.
Kaptan Flint'in ortadan kaldırıldığına dair kanıt talep etmiştiniz.
You asked for proof of Captain Flint's removal.
Böyle bir kanıt sunamam.
I cannot give it to you.
Siz de duygusal konularla pek iyi baş edemediğinizi kanıtlamıştınız.
You guys have proven that you don't do so good with emotional.
O bir kanıt.
It's evidence.
Karmaşık doku yenilenmesi olduğunun kesin kanıtı var.
- There's clear evidence of complex - tissue regeneration.
Yemek yemek için insanların kanını satmasından hoşlanmıyorum.
I don't like people selling their blood to eat.
Ağzından çıkan sözlere inanamıyorum!
I can't believe what comes out of your mouth!
Kanını akıt onun.
Bleed him dry.
Onlarla beraber yaşayıp sarhoş olan ve kan akıtan sen değildin.
You weren't the one who has lived with them and drank with them and bled with them.
Bu sikko herife "adam" denmez ama, yine de bir kişi eksildi ve sende de plaj topu büyüklüğünde kadın taşağı var ve ben onlardan çıkan hiddetten yararlanmak isterim.
Hell, you can't really call this piece of shit a man, but still, I'm short, and you got those beach-ball-sized lady nuts, and I wanna harness the heat comin'off of'em.
Kanında hâlâ etilen glikol dolaşıyor. Antifriz, soğutma sıvısı, emin olamıyoruz. O yüzden diyalize bağladık.
Traces of ethylene glycol still in his blood, antifreeze, coolant, can't be sure... that's why we have him on dialysis.