Mahvolmuş перевод на английский
1,074 параллельный перевод
Benim hayatım çoktan mahvolmuş.
My life's already ruined.
Ciğerlerim mahvolmuş.
My lungs are shot.
Hayatınız mahvolmuş gibi davranın.
Look as if your life's been shattered.
Ben mahvolmuş bir kadınım.
I'm a ruined woman.
Bu çocuğu yakalayıp geleceğini mahvedeceğim. 15 yıl sonra, mahvolmuş hayatına geri dönüp baktığı zaman, Edward Rooney'i hatırlayacak.
I'm going to catch this kid and put a dent in his future 15 years from now, when he looks back on the ruin his life has become, - he will remember Edward Rooney
" Bak, bu arada sadece işimi değil, bu berbat, mahvolmuş ülkeyi de terkedip gidiyorum.
" See, I'm not only quitting this job but also this sad ruin of a country.
Uzun zaman önce mahvolmuş.
It must've broken down long ago...
Gemim mahvolmuş benim!
My galleon's wrecked...
Açlıktan mahvolmuş insanlara eziyet ediyorsun.
You crush people who fell down with hunger.
Batarya mahvolmuş!
The battery's gone dead!
- Okul mahvolmuş!
- The school has been destroyed!
Mahvolmuş, lanet olası mahvolmuş.
Ruined, bloody ruined.
Ben mahvolmuş bir adamım.
I'm a broken man.
Bu yüzden mahvolmuş durumdayım.
That's why I'm so torn apart.
Tabii gelinlik mahvolmuş. Kız kardeşi öfkeden morarmış.
THE SISTER IS LIVID.
Onu işe götürüyordum bu sabah, çocuk üzüntüden mahvolmuş.
I'm driving to work this morning and I see the kid Standing in the middle of the road immobilized by grief
Mahvolmuş.
This is ruined.
Aynen öyle, mahvolmuş rahibenin cesedi üzerinde dikilen asilzadeyi.
Precisely, standing over the body of the ravaged nun.
Laboratuar mahvolmuş.
The lab is an awful, awful, awful, awful mess.
Sanırım arkadaşın mahvolmuş.
I think your friend is screwed up.
Resmen mahvolmuş!
They made a mess!
Ayakkabıların mahvolmuş oğlum.
Yo, man, your Jordans are fucked up!
Ufka kadar uzanan çiğnenmekten mahvolmuş devasa araziyi görmemek imkansızdı.
"It was not hard to find... " a gigantic swath of torn-up ground extending to the horizon.
Limuzinin arka koltuğunu anlat mahvolmuş hayatını anlat.
We want to hear about the back seats of limos about the ruined lives of people we want to be.
O şuna inanıyordu, 1 Adamın ihtiyacından fazla zenginliği, 10.000 mahvolmuş adamın hayatının anlamı üzerine inşa edilmemeliydi.
She believed that a fortune for one man that was more than he needed should not be built on 10,000 ruined men who were left without the means of life.
Dodgers, tamamen mahvolmuş.
The Dodgers are a lock.
Bu mahvolmuş aşk hikâyesini anlatan.
It tells the story of this buried love.
Ben mahvolmuş bir adamım.
I'm a dead man.
Bir insanın metroda çalışması, mahvolmuş biri olması demek değildir.
J ust because someone works in a subway doesn't mean they're miserable.
Hepsi yanıp mahvolmuş.
They're all scorched and ruined.
Sabah sabah iki mahvolmuş bahçe bir parçalanmış mangal... - Sana bir sanık vermiştim! - Sivilleri tehlikeye attın, bana borçlusun.
You gave me two destroyed lawns, a weather grill, a chaise lounge.
Dünya onun ölümüyle mahvolmuş olabilir. Bugün, 4 Mart.
The world may well be shattered by his death, today, March 4th.
Mahvolmuş. Çöp haline gelmiş.
Completely ruined.
Ona yaptıkları yüzünden suçluluk ve utançla mahvolmuş.
He Was So Overwhelmed With... Guilt And Shame At What He Had Done,
Bir sonraki gün, her şey mahvolmuş olacak.
Tomorrow, everything's going to be destroyed.
Birkaç hafta önce, içki sorunu olan mahvolmuş bir aktördüm.
- Shh. A few weeks ago, I was a washed-up actor with a drinking problem.
Bir gün, bira yüzünden mahvolmuş durumdaydım...
The other day, I was so desperate for a beer...
Mahvolmuş da olur.
How about devastated?
Patatesler mahvolmuş!
Potatoes are ruined!
Ben, mahvolmuş, sürülmüş ve ölüme terk edilmiş derdim.
"Challenged"? I'd say, "Defeated, exiled and left for dead."
Mahvolmuş.
No, it's ruined.
Araçlarımız ne kadar görünmez olursa, kendimizi, kamera ve mikrofonlarımızla olmamamız gereken bir yerde bulma tehlikemiz de o kadar büyüktü. Yani bir insanın yalnız kalmaya hakkı olan yerde, mutlu ya da sessizce, acıdan mahvolmuş biçimde...
the bigger the danger that we would end up somewhere where we shouldn't be with our cameras and microphones namely in the place where one has a right to be left alone happy or tormented by pain in silence
- Mahvolmuş.
- Shot.
Besleyiciler : Donup mahvolmuş bu kayaçlarda neredeyse hiç yok.
Nutrients : there's virtually none in this frost-shattered rock.
Mahvolmuş.
- He's a train wreck.
Mahvolmuş kariyerden daha kötü şeyler de vardır.
There are worse things than a ruined career.
Bazıları mahvolmuş durumda ama, doğru.
In some broken-down form, yes.
- Sırtı mahvolmuş.
- His back is all fucked up.
Lauri'nin ayakkabıları mahvolmuş.
Lauri's shoe's gone.
Her şey mahvolmuş!
Totally wrecked!
Siz mahvolmuş durumda değilsiniz, efendim.
You are no ruin, sir.