Ought перевод на английский
11,496 параллельный перевод
Seni hücreye geri atmalı ve orada çürümene izin vermeliyim.
I ought to throw you back in seg and let you rot.
Öğrenmemiz gerektiğini düşünmüyor musun?
Don't you think we ought to find out?
Kendinizden utanmalısınız.
You ought to be ashamed of yourselves.
Bunun Venüs'ü Dünya'dan daha soğuk yapacağını düşünebilirsiniz.
That ought to make Venus much colder than the Earth.
Doktor geri döndüğünde birlikte daha fazla vakit geçirelim, olur mu?
Doc, when you get back, you and me, we ought to hang out more, okay?
Birisinden nefret etmek günah olduğunu ve böyle yapmamamız gerektiğini biliyorum.
I know it's a sin to hate anybody and we ought not to do it.
- Efendim, İmparatorluk politikası olarak ilk olarak Viyana'dan nasıl düşünceler çıkacak görmeliyiz.
In terms of Imperial policy, sir, we first ought to see what line of thinking emerges from Vienna.
Balkanlar'daki güç dengesini değiştirmeyi gerçekten arzuluyorsak ödemeye hazır olduğumuz bedelin ne olduğunu düşünmemiz gerekiyor.
If we really wish to change the balance of power in the Balkans we ought to think about what kind of price we are prepared to pay.
Savaş zırhı giymen gerekiyor.
You ought to be wearing body armour.
Şunu söylemeliyim ki Max, bir görüşümüz var ki bu Avusturya'nın umursamaz davranışının muhtemel sebebi Almanya'dan gizli destek alması.
- I ought to say, Max, there is an opinion amongst us that a possible reason for Austria's reckless behaviour is the tacit support she enjoys from Germany.
- Anlatmalısın.
You ought to.
Uluslararası hukuk bir şeyler ifade etmeli kuralını önemsiyor muyum?
Do I care for the principle that international law ought to mean something?
Daha fazlası olmalı hatta.
There ought to be more of it, not less.
Ültimatom sunmadan önce sömürge hükümetleri hesaba katmalıyız diye düşünmüyor musunuz?
- Yes. Do you not think we ought to consult the Dominion governments before we issue an ultimatum?
"Bunu bir süre düşündükten sonra nasıl bir şey olduğunu merak etti."
"When she thought about it afterward, it occurred to her that she ought to have wondered at this."
Hector hikâyesini yargıca anlattığında, herhangi bir yarı-düzgün savunma avukatı bile makul şüphe uyandırabilir.
Hector tells his story to a judge, any half-decent Public Defender ought to be able to establish reasonable doubt.
Ama fiilen ofisteyken bana "efendim" demeniz gerekiyor.
But really, around the office, you ought to be calling me sir.
Mark, sence de biraz geri adım atmanın vakti gelmedi mi?
Mark, don't you just think we ought to hold back and regroup?
Seni de gebertmeliyim.
I ought to kill you too.
Tüm o vampirleri kişisel olarak tanımıyorum. Ama sence de onlara kendilerini kanıtlamaları için bir şans veremez miyiz?
Now, I don't know all these vampires personally, but don't you think we ought to give them a chance to prove themselves?
Benden tavsiye istemedin ama sence de biraz yavaşlaman gerekmiyor mu?
Not that you asked me my advice, but don't you think you ought to just slow down a little bit?
Kurtulmak için anana ağlarsın diye düşündüm.
In order to get rid I ought to get your mother to cry.
- Iskartaya çıkartılmalısın.
You ought to be scrapped.
Karşımıza ayı falan çıkarsa işe yarar.
Ought to come in handy if we run into any bears.
Onlar çok ilginç bir yastık konuşması oluştururlar.
That ought to make for some very interesting pillow talk.
Bir süreliğine içkiyi bıraksan yararına olacak galiba.
Maybe you ought to lay off the sauce for a while.
Aslında tutuklamalıyız.
We ought to arrest your ass.
Şimdi ben küçük bir şey yapmak olduğunu biliyorum gerek.
You ought to know by now that I do nothing small.
Bence buna zorunluyuz, ne dersin?
I very much think we ought to, don't you?
Bu rezalet bittiğinde gelip benim kirli çamaşırlarımı yıkamalısın. Sana her şeyi anlatırım.
When this ugliness blows over, you ought to come on over and do my laundry, and I'll tell you all about it.
Sana uçuş pisti modeli yapmalıyım.
I ought to give you a skullet.
Ona en azından hüsnü zanla yaklaşman gerekmez mi?
Don't you think you ought to give him the benefit of the doubt?
Böyle oynayacaksan buradan gitmelisin!
You ought to buy a ticket if you're going to play like that!
Senin bacağı delmek lazımdı.
Ought to plug you in the leg.
Aaron, insanın kendine sürekli "şu an üzerinde çalışabileceğim dünyanın en önemli şeyi nedir" sorusunu sorması gerektiğine inanıyodu.
Aaron believed that you literally ought to be asking yourself all of the time : What is the most important thing I could be working on in the world right now? And if you're not working on that, why aren't you?
Onu tedavi edebilecek birini bulmak senin sorumluluğunda.
You ought to be able to find one who can treat him.
Bilmem lazım.
And I ought to know.
Pekâlâ, konunun çoğunu anlamadım ama şunu yapmam gerektiğini düşünüyorum.
Okay, I didn't follow most of that, but it feels like I ought to do this :
- Biraz daha iyi giyinmeliyiz.
- We ought to dress a little better.
- Olmalı çünkü pahalı.
- Ought to be, it's expensive.
Şu keşiş olayından vazgeçmen lazım.
You ought to give up this, uh, monk thing.
Senin bir yere kapatılman lazım.
You ought to be locked up.
- Bilmen gerekmez miydi sence?
Well, don't you think you ought to have known?
Diğer üç hatunun ne hale geldiğini görmeniz lazım.
You ought to see what the other three chicks look like.
Belki de bu konuyu erkek arkadaşına sorsan daha iyi olacak.
Maybe you ought to ask your "boyfriend" about that.
Bölünmeden uyumana ve biraz dinlenmene yardımcı olacaklar.
They ought to help you get some uninterrupted rest.
Birinin seni öpmesi gerekiyor Laura.
Someone ought to... ought to kiss you, Laura.
Sadece bunu mu hatırlıyorsun?
I thought you ought to know.
Sanırım birinin "Bir, iki, üç, başla!" demesi gerekecek.
In a knife fight? I guess somebody ought to yell, "One, two, three, go."
Sanırım minnettar olmalıyım.
I ought to be thankful.
Şimdiye alışmışsındır.
You ought to be used to it by now.