Personal перевод на английский
25,547 параллельный перевод
Sanki Flemenk bir adamla bir Fransız ferdi kaza pratiği yapıyormuş gibi geliyor, kusura bakmayın ama.
That just sounds like a Dutch guy and a Frenchman with a personal injury practice. With all due respect.
Açıkçası ben böyle acılı bir deneyim yaşadığın için üzüldüm ancak ben kişisel duygularımı klinik bilgilerimden ayırabilirim.
Obviously, I feel sorry that you had to go through such a painful experience, but I can also separate whatever... personal feelings I might have from my clinical understanding.
Profesyonel ve kişisel tüm geçmiş ilişkilerini kontrol et.
TO BE CLOSE TO HER. LOOK INTO ALL OF HER PAST RELATIONSHIPS, PROFESSIONAL AND PERSONAL.
Şimdi bu benim kişisel cehennemim mi olacak?
Is this now to be my personal Hell?
Berbat kişisel hafızamda saklandı.
Tucked away in a terrible personal memory.
kişisel algılama..
Nothing personal.
Şahsi doğruların ilgimi çekti.
I am interested in all of your personal truths.
Az önce kişisel bir konuşma falan mı yaptık biz?
Did we just have, like, a personal conversation?
Kişisel bir not, bir daha eskisi gibi olmayacağım.
And on a personal note, I'll never be the same.
Müsaadenizle Phil'e kişisel vedamı etmek istiyorum.
And now, I would like to say my own personal good-bye to Phil.
Ve gerçekten kişisel.
And it's... it's really personal.
Ama herkes için kişiseldir, değil mi? Yani bunu herkes bilmeli.
But it's personal for everybody, right?
Bunca zaman bunun kişisel olduğunu düşündün. Mesele daima alfa köpekle ilgiliydi.
This whole time, you thought it was personal, but it's always been about the alpha dog.
Özel bir rica mı?
A personal appeal?
Aramızda artık özel bir ilişki yok Meg.
We no longer have a personal relationship, Meg.
Olay artık onun için kişisel hâle geldi.
It's personal to him now.
Vücut sanatı en kişisel alanlardan biridir.
Body art is the most personal statement you can make.
- Onu mu hackledin?
- You hacked his personal schedule?
- Bunu kişisel algılama.
- It's not personal.
I onunla şeyler kişisel olun.
I made things personal with her.
Ben buraya eşit ödeme konuşmaya gelmişken sen kişisel meselelerimden hikaye çıkarmamı istiyorsun.
I came here to discuss equal pay and you're sitting here asking me to use a personal relationship to hook a story.
Yani bu kişisel mesele mi yoksa iş mi?
So is this personal or is this business?
Özel hayatım iş yeteneklerimi etkilemez.
My personal life will not affect my professional abilities.
Size kişisel sorular sormam gerekecek.
Uh-huh. It involves a lot of personal questions.
Başa dönersek, Ock beni yeni canavarları ile kandırdı. Şeytani organizasyon HYDRA, şu televizyon suratlı olan, Arnim Zola, Triskelion'u yok edip, Tri-Carrier'i kişisel HYDRA Adası'na çeviren kişi.
Turns out, Ock tricked me with his new besties, the evil organization HYDRA, led by TV-face himself, Arnim Zola, who destroyed the Triskelion and turned the Tri-Carrier into his own personal HYDRA Island.
Bak dedektif... Cinayet işleneli dört gün oldu. Birkaç tane kişisel eşyayı istemenin saçma olduğunu düşünmüyorum.
Well... it's been four days since the murder, Detective, and I don't think that it's unreasonable to ask for a few personal items.
Normalde kendine çok iyi bakıyorsun zaten ama işler kişiselleştiğinde kararlarına güvenememe düşüncesine engel olamıyorum.
You're perfectly able to look after yourself normally, but when things get personal... I can't help but worry about your judgment.
İmzaladığım tüm sözleşmeler kendi kişisel etik kurallarım tarafından zorla yaptırılmaktadır.
Any contract I sign is enforced by my own personal code of ethics.
İsteyeceğini düşündüğüm kişisel eşyalar var içinde.
It's got some personal items I thought you might want.
Hem kişisel hem de pratik.
It's both personal and practical.
Özel bir ismim yok.
I possess no personal designation.
Kişisel nedenlerden dolayı izin alması onu kötü bir polis yapmaz.
Look, he needed some personal leave... doesn't make him a bad cop.
- Bir soru sorabilir miyim?
- All right. - Can I ask you a question? Kind of personal.
- Yani muhtemelen kişisel bir saldırıydı.
So, it was probably a personal attack.
- Yani yine kişisel.
Personal, again.
Sizin sosyal medya profilinizi daha tutkulu, samimi, kişisel bir şeye dönüştürüyoruz.
We transform your public profile To something more passionate, immediate, personal.
Kişisel tecrübelerime dayanarak, ki ben de üç çocuk babasıyım çocuklarım Julio Amcalarını çok sever bu arada evet, muhtaç bir çocuğa harika bir yol gösterici olurdu.
Speaking from personal experience And as a father of three boys who, by the way, Love their uncle julio, yes, he would be a great mentor
Özel hayatınızı ve iş hayatınızı birbirinden ayrı tutmayı gerçekten iyi beceriyorsunuz.
Oh. And, uh, really good work keeping your personal and professional lives separate. It...
Sonra özel çalıştırıcısı geldi ve evin spor salonunda ağırlık kaldırarak bir saat geçirdiler.
Then his personal trainer got here, and they spent an hour lifting weights in the home gym.
Çok özel olabilir belki.
Maybe very personal?
Bay Cushing'in özel hayatında bariz biçimde ters giden bir şey var mı?
Was anything obviously wrong in Mr. Cushing's personal life?
Üstelik de şahsi gibi görünüyor.
Very. And it looks personal, too.
"Ah, Bobby" derdim, "sen benden çok daha fazla çalışıyorsun bırak da faturaları ben halledeyim." Şirkete ait kredi kartından yapılan devasa şahsi harcamaları kapatmak için giden çekleri gördüğümü anlamıyordu sanırım.
"Oh, Bobby," I'd say, "you work so much harder than I do. Let me handle the bills." I don't think he understood that I was seeing checks go out, to cover these giant personal expenses
- Kendi kişisel, günlük hayatında sen, Dwight, hangi hakkını kaybettin bir örnek verebilir misin?
Can you give me an example of how, in your personal, everyday life, you, Dwight, have lost your rights?
Kişisel nedenlerden dolayı İndian motorsikletlerinden erken emekli olacağım.
Due to personal reasons, I shall be retiring early from Indian motorcycles.
Hemşire şahsi eşyalarını getirecek.
The nurse will bring up his personal things.
Aramızda kişisel bir mesele var.
It's personal between her and me.
Yemeğe değer tek şey o.
Nothing personal.
Kendi hesabında da öyle.
So were his personal accounts.
- Kişisel bir olaya benziyor.
Seems personal.
Bir de kurbanın oğlunu tanıyorsak kişisel hâle getirdiğimiz oluyor.
well, the interest can be personal.