Present перевод на английский
23,208 параллельный перевод
İleri yaşına ve sağlık durumuna bakarsak sözleşmenizin en fazla bir iki yıl devam edeceğini söyleyebiliriz. Değil mi?
Well, given her advanced age and present condition, it seems fair to assume that your arrangement would not extend beyond another year or two at maximum, wouldn't you say?
Eğer nüfusu düşünüyorsan Ya da neyin mevcut olduğu esnasında.
If you think of population or what used to be present.
Wenthworth'un en gözde yüzünün bizi temsil etmesini istiyorum.
I want us to present Wentworth's very best face.
- Bu operasyon Dedektif Çavuş Arnott'un sizin evinizde olmasını içerdi mi?
Yes, I did. Did any of these operations involve Detective Sergeant Arnott being present at your home?
Üstün cesaretinden ötürü, ona bu ödülü vermek benim için bir onurdur.
It is an honour to present DI Cottan with this award for Outstanding Bravery.
Nazik tavırların, hediye almaların, tüm o sorduğun sorular...
Your being so nice, your present, all your questions...
Sonra da anıtı takdim edersin.
Then you'll present the memorial.
Anlıyorum, ama eğer sana en azından birini görmen gerektiğini söylemezsem görevimi yapmış olmayacağım.
I get that, but I wouldn't be doing my job if I didn't at least present the option of seeing someone.
D.A.'den orijinal antlaşmayı talep et, Yargıç.
Demand the D.A. present the original deal, Judge.
Şimdi babamın durumunu anlatacağım.
Now I will present my father's case.
Çocuğa hediye alamadım, sen alır mısın?
And I haven't been able to pick up the kid's present, can you do it?
Artık hediyemi alabilir miyim?
Can I get my present now?
Ramón'un sana bir hediyesi var.
Ramón has a present for you.
- Ne berbat bir hediye.
What a shitty present.
Beni yanlış anlama, popüler kültürü öğrenmek hoşuma gidiyor ama argo kullanımı tamamen gereksizdi kadın başrolse sanki sadece erkek başrol tarafından kurtarılmak için vardı.
Don't get me wrong, I love catching up on popular culture but the harsh language was entirely unnecessary, and the female lead seemed to only be present in order to be rescued by the leading man.
Bugünün işini yarına bırakma.
Okay. Well, no time like the present.
Şimdi tam zamanı.
There's no time like the present.
- Bugünün işini yarına bırakma.
- No time like the present.
Prenses Hazretleri, tanıştırayım.
Your Royal Highness, may I present
Gecmisin geyikleri bugünün kurtlarina donüssün.
May the deer of the past become the wolves of the present.
Bu benim doğum günü hediyemdi.
It was my birthday present.
Aslında biliyor musun, senin aptal hediyeni istemiyorum.
You know what. Don't want your stupid present.
- Zehir... sizin için özel hediye!
Special present for you.
Öğrenci Olsen, bulgularınızı bizimle paylaşır mısınız?
Trainee Olsen, will you please present your findings?
Avukat tutma hakkınız var Sorgulamada avukat bulundurabilirsiniz.
You have the right to speak to an attorney and to have an attorney present during any questioning.
Avukat tutma, sorguda yanınızda avukat bulundurma hakkına sahipsiniz
You have the right to an attorney and to have an attorney present during any questioning.
O zamana kadar, dünyamızın sunacağı şeyleri sizlere sergilemek istiyorum.
Until then... I present a small notion of what our world has to offer.
Bizi düşmekten alıkoyacak olan ve bize kusursuzu sunacak olan O'dur. O'nun senasının varlığının önünde, artan sevincimizle tek bilge Tanrı olan kurtarıcımıza anlı ve şanlı olsun, hakim ve kudretli olsun şimdi ve ebediyete kadar.
Unto Him that is able to keep us from falling, and to present us faultless before the presence of His glory, with exceeding joy, to the only wise God our Saviour, be glory and majesty, dominion and power,
6 yaşındaymışım veya burada değilmişim gibi konuşmasak olur mu rica etsem?
Can we not talk to me like I'm about six, please, or not even present?
Hadi bugün mahkemede bulunacaksınız.
Come on... you've to be present at the coun today.
- Şimdiki iddialarla sınırlı kalın Bay Bull.
Confine yourself to the present allegations, Mr Bull.
İstediğim hediye hiçbirinizde yok.
The present I want, none of you have.
Regina'ya doğum günü hediyesini götürelim.
Regina needs her birthday present.
Donald Ressler onun transferini denetlemek için burada olacak.
Donald Ressler present, to oversee her transfer.
Konuşurken şimdiki zaman kullanıyor.
Well, he's using the present verb tense when speaking.
En başta imkansız geliyor ama birkaç saatliğine 50 senelik dosyaları araştırınca çok ilginç şeyler ortaya çıkabiliyor.
Sounded impossible at first, but when you can plow through 50 years of files in a couple of hours, interesting things can present themselves.
Düşüncelerini şu ana odaklamalısın.
You need to recalibrate your thoughts to the present moment.
Soyuldun ama yine de bana doğum günü hediyesi mi aldın?
You got mugged and you still bought me a birthday present?
Ama bunun pazarlığımızla ne ilgisi var pek anlayamıyorum.
And I hardly see what it has to do with the present negotiation.
Size takdim edeyim...
May I present...
Bunu Naz'a nasıl sunacağım?
How am I supposed to present this to Naz?
Sana bir hediye aldım.
I got you a present.
Dylan, günümüzdeki cinayetlere odaklandığını biliyorum ama ebeveynlerimle ilgili yeni bir şeye rast gelmedin değil mi?
Dylan, I know you've been focusing on the present-day killings, but... you haven't come across anything new about my parents, have you?
Bana verebileceğin en iyi hediye rahat bırakmak.
Best present you can give me is just to leave me alone.
# Takacaksın sana verdiğim bu hediyeyi #
♪ You will wear this little present from me ♪
Saygısızlığına rağmen sana bir hediye vereceğim.
Well, despite your insolence, I have a present for you.
Numaranı telefonuma yaz, kız kardeşim hediyesini açınca mesaj atarım. Tamam.
Put your info in my phone, and I'll text you after my sister opens her present.
Doğumgünü partimizi görecek kadar yaşamak isteyeceğim tek doğumgünü hediyesi olurdu.
Getting to actually live to see our 13th birthday party is the only birthday present I want right now.
Kitabı bana ver ve bu işi kökünden bitirelim.
Present the book to me and we'll finally end this.
Sonrasında hep kötü hissederdi... bu yüzden bana oyuncak falan alırdı.
He'd he'd always feel bad the day after so he'd buy me a present.
Her iki tarafın avukatı, sizin karşınıza kanıt, şahit ve görüşlerini sunacaklar.
The lawyers from both the sides.. ... will present their evidences, witnesses and arguments before you.