Zorunda перевод на английский
84,049 параллельный перевод
- Bunu yapmak zorunda değilsin.
You don't have to do this. Yeah.
Bak, bunu gerçek olarak tutmak zorunda kalsaydım, hala bazen şunu düşünüyorum Jason bizim olabilirdi.
Look, if I had to keep it real, uh, I still sometimes think about... Jason could have been ours.
Söylemek zorunda olduklarımı söyledim.
I say what I have to say.
Doğru olanı yapmazsak okula olan tüm ilgisini kaybedip okulu bırakabilir. Sonra bir bakmışız ona ve avantacı sevgilisine destek çıkıyoruz. Birikimlerimiz suyunu çekince de evi satmak zorunda kalırız sonra.
If we don't do this right, she could lose all interest in school and drop out, and the next thing you know, we're supporting her and her deadbeat boyfriend and our savings are drained, and then we have to sell the house!
Peki, artık bir yerden burs bulmak zorunda kalabilir. Çünkü senin bu şarkının kendisi de, eski bir country parçasından çalma çıktı. Adı da " Ağlıyorum'", parantez içinde "Gözlerimle".
Okay, well, he may want to consider financial aid, um, because that little song there was itself stolen from an old country song called " I'm Cryin'"
Ajan Coulson halletmek zorunda.
Well, Agent Coulson will have to handle it.
Ama kendimi korumak için uzun plana geçiş yapmak zorunda kaldım.
But I had to protect myself... switch to the long game.
Radcliffe ile uğraşmak zorunda kalacağını düşünmedim.
Didn't think you'd get stuck on a milk run to Radcliffe's.
- Baskı yapmak zorunda değilsin.
You don't have to twist my arm. I wouldn't dare.
Ama May'in hiç sorun çıkarmayacağını ve onu feda etmekle karşı karşıya kalmak zorunda kalmayacağımızı umuyorum.
But I hope that May won't give us any kind of problem at all, and we don't have to face... sacrificing her.
Çoğu zaman, insanların seni sevmesi için rol yapmak zorunda olduğunu hissetmişsindir.
I imagine a lot of the time, it felt like you had to perform to convince people to like you.
Çünkü her odaya girerken dans edip şarkı söylemek zorunda olduğunu düşünürsen eninde sonunda her şey bir performans hâline gelir.
Because if you enter every room thinking you got to do a song and dance, eventually everything becomes a performance.
Ama çoğu zaman, Nainsanlar kendilerini daha az kaynak ile savunmak zorunda kalıyor.
But more often than not, Inhumans are left to fend for themselves with few resources.
- Beni öldürmek zorunda kalacaksın.
You'll have to kill me.
O şey burada olmak zorunda mı? Tabii ki hayır.
- Does that thing have to be in here?
Böylece bu lafı hergün duymak zorunda kalmıyorum.
So I don't have to hear that every day.
Ateş etmek zorunda kalırsanız, kesin emin olun.
If you have to shoot, be precise.
İlk deneyimleyen olmak zorunda bile değilsin.
You wouldn't even be the first to experience it.
Seni öldürmek zorunda değilim, sadece teslim edeceğim!
I don't have to kill you, just deliver you!
Sen bedeninin değiştirildiğini keşfetmek zorunda kaldın.
You had to discover that your body had been replaced.
Sırasıyla herbirinin acısını azaltmak ve pişmanlıklarını düzeltmek için simülasyonu o anlardan başlatmak zorunda kaldım.
In order to reduce their pain, to fix a regret for each of them, I had to restart the Framework simulation - from those moments in time.
- Bak hâlâ Lincoln'ın fedakârlığını telafi etmek zorunda hissetiğini biliyorum ama kendini feda etmek bir cevap değil.
Look, I know you still feel like you have to atone for Lincoln's sacrifice, but sacrificing yourself is not the answer.
Acı hissetmek zorunda değilsin.
You don't have to feel pain.
Mezardan ellerimle kazarak çıkmak zorunda kaldım.
I had to claw my way out of a mass grave.
İkisi de gerçeği ortaya çıkaramadığı zaman korkunç seçenekleri kullanmak zorunda kalırız.
When neither motivates the truth, we face unspeakable choices.
Öldürmek zorunda kaldığım biri.
Someone I had to kill.
Zorunda mı kaldın?
"Had to?"
Uzun süre bu şekilde yaşamak zorunda değilsin.
You won't have to live like this for much longer.
Hayır Ward, bunu yapmak zorunda değilsin.
No, ward, you - - you don't have to do that.
Lütfen bunu yapmak zorunda değilsin.
Please... you don't have to do this.
Evet, neyse ki bunu yalnız yapmak zorunda değiliz. Destek yolda olmalı.
Yeah, well, hopefully, we won't have to do it alone.
Yolunda gitmek zorunda.
It has to go our way.
Hemen gitmek zorunda mısın?
You really have to leave right away?
Davetlen acil aynlmak zorunda kaldım.
I had to leave the party in a hum ].
Arabaya sokmak için sakinleştirmek zorunda kaldı.
He had to put her in a bear hug to get her in the car.
Her şeyi birlikte yapmak zorunda değiliz.
We don't have to do everything together.
Nathan'a vermek zorunda kaldığın ekstra paraya dayanarak mı?
Based on that extra cash that you had to throw at Nathan?
Bunu dinlemek zorunda değilim.
- I don't have to listen to this.
- Onun gibi olmak zorunda değilim.
- You don't have to be her.
Euro'nun çökmesini istemiyorlarsa... ambargoyu kaldırmak zorunda kalacaklar.
They'll have to lift the embargo if they don't want the Euro to collapse.
Ve kapıya vurdu, vurmak zorunda.
And he knocks. He has to knock.
Benimle gelmek zorunda değilsin.
You don't have to go with me.
Gerçekten hayvan gibi olanlar, toplumun çürükleri, yalnız yaşamak zorunda olanlar.
You know, real animals, society's waste, people so bad that they live alone.
Onu beklemek zorunda mıyız?
Do we have to wait for her?
Tabii ondan ayrılmak zorunda kaldım.
Obviously, I had to break it off with her, mmm.
Büyüdüm ve bunu bırakmaya çalıştım ama aptal kız kardeşim boşandı ve ona yardım etmek zorunda kaldım.
I grew up, I tried to get out of it and my dumb sister gets a divorce so I end up having to help her out.
Burası sadece kullanmak zorunda olduğum değil, kullanmak istediğim de bir yer.
This room isn't just a place I have to use, it's a place I want to use.
Bunu görmek zorunda kaldığın için çok üzgünüm.
I am so sorry that you had to see that.
Ya sana... bir daha Dan'i dert etmek zorunda kalmayacağını söylersem?
- What if I told you... that you never had to worry about Dan ever again?
- Bir şey olmak zorunda.
- Has to be something.
İnanmak zorunda değilsin.
But, yes, he loves me.