Ağıt перевод на испанский
736 параллельный перевод
Aşk nağmesi, hala ülkedeki ağıt sesini bastırıyor.
El canto del amor aún puede oirse sobre lai miseria de la tierra.
Duyuruda içeride ağıt olduğu yazıyor.
En el cartel decía que era una misa de réquiem.
Ve her sabah Wenceslau ağıtını duyduğunuzu söylediniz.
Dijo que oía todos los días el himno Waclaw.
Her yıl zenginler kralın ağırlığınca altın ve kıymetli taşlar bağışlar. Sonra kral mahsul yoksunu yerlilere dağıtır onlar da paylarıyla buğday alırlar.
Cada año, los ricos donan el peso del rey en oro y piedras preciosas... que se reparten entre los nativos... que han tenido malas cosechas para que lo cambien por grano.
Şu an ihraç ettiğimiz bir mal ile uğraşıyoruz. Kağıt Ağırlığı.
Estamos ocupados por el momento con una de nuestras líneas de exportación Pisapapeles.
Şey şeklinde... şöyle desek mi Eyfel Kulesi Kağıt Ağırlıkları?
en la forma de, podemos decir...
Kağıt Ağırlığı.
Es para sostener los papeles.
Ağıt gibi.
Es como... un lamento.
Ağıt vermeye başlamayalım.
¡ No hablemos de cosas tristes!
İzin verin, durmuş kalpleri ağıt sesi duymasın yalnızca kaderlerini gerçekleştirmenin. coşkusunu yaşasınlar.
Que sus inmóviles corazones no oigan gritos de lamento solo de regocijo pues su destino ha culminado felizmente.
Zamansız ölümünün ardından ağıt yakayım. Lancaster sülalesinden soluk bir kül yığını şimdi.
¡ A tierra vuestra honorable carga mientras derramo un instante mis luctuosos lamentos por las pálidas cenizas de la Casa de Lancaster!
Yasak da olsa, senin ruhuna sesleniyorum * ben zavallı Anne'in ağıtını duyasın diye.
¡ Séame permitido evocar tu espectro, para que escuche los gemidos de la pobre Ana!
Kaybettiği aşka ağıt yakmak için.
Es su lamento por un amor perdido.
Sanki ağıt yakıyorsun. Bu yanlızca başlangıç.
Hablas como si fuera un réquiem, esto es sólo el principio.
"Karga benim için ağıt yakıyor olmalı!"
"El cuervo se debe lamentar por mí"
Sesleri kulağa sanki binlerce hayalet Choochoolan'ın mezarı başında ağıt yakıyormuş gibi geliyor.
Se diría que son un centenar de demonios reunidos sobre la tumba de uno de sus grandes jefes.
Ölüsüne ağıt yakıyor.
Es la canc ¡ ónfúnebre de los ¡ nd ¡ os.
10 dakika sonra bir futbol yıldızının ağıtıyla karşınızda olacağım,
Volveré en diez minutos con el blues del futbolista,
Floransa'daki "İsa'ya Ağıt."
La Piedad del Duomo en Florencia.
"Palestrina'da Ağıt".
La Piedad de Palestrina.
... San Pietro'da bulunan "İsa'ya Ağıt". New York Dünya Sanat Fuarı'nda sergilenmekte. Michelangelo bu eserini 23 yaşındayken vermiştir.
La famosa Piedad de San Pedro, ahora en la Exposición de Nueva York... creada por Miguel Ángel cuando tenía 23 años.
Rondanini olarak da bilinen ve sanatçının vasiyeti olarak kabul edilen bu İsa'ya Ağıt'a ne kadar da tezat.
En un marcado contraste con esta Piedad... está la conocida como Rondanini, considerada el testamento del artista.
San Pietro'daki İsa'ya Ağıt'ın mükemmelliğinden bitirilmemişliğin damgasını taşıyan bu son başarılı eser arasında Michelangelo'nun hayatı adeta bir köprü gibi uzanır.
Desde la perfección de la Piedad de San Pedro... hasta su logro final con su impronta inacabada... se extiende el arco de su vida.
Bayan Starr..... kağıt ağırlığı odama ait sanıyordum.
Srta. Starr el pisapapeles es de mi habitación.
- Peder Brown için ağıt tutturuyorum.
Tocaba un requiem por el padre brown.
Tüm bu jizo heykelcikleri, onun için yoksul ölü ruhlara ağıt yakmanın bir yoludur.
Todas estas estatuillas jizo... es su manera de lamentarse por las pobres almas de los muertos.
Bakıcıyı bırakıp ailesi geldikten sonra üçü birden benim için Verdi'nin Ağıt'ını söylemişlerdi.
Después de que él se fue, llegaron la portera y su familia. Los tres me cantaban el "Requiem" de Verdi.
- Ben olsam "Ağıt" koyardım.
- Yo la llamaría "Elegía".
# Ağıt ve kederle son bulacak
Tenga té.
Fena bir ağız tıkacı değilmiş.
Vaya, no es un mal truco.
Wenceslas ağıtı?
¿ El himno Waclaw?
Benim maceralarımı kayıt altına alman gerekiyorsa, duygusal yönü daha az vurgulayıp, içerdiği entellektüel hususlara daha fazla ağırlık vermeni isterim.
Si ha de explotar mis hazañas, por favor... haga menos énfasis en los aspectos melodramáticos... y más en los intelectuales. ¿ Intelectuales?
Fakat bazan kanıtın ağırlığı sırf kayıtta yer aldığı için gerçeği ezecek büyüklüktedir.
Pero a veces el peso de las pruebas, sólo por constar en actas... es tan pesado que aplasta la verdad.
Kaplanlar çok güçlüymüş, ağızlarında eşeklerle ağaçlara tırmanıyorlarmış.
Los tigres son tan fuertes que trepan árboles con burros en la boca.
- Ardından ağıtını sonra yakarsın.
Llórale entonces.
Veba ve ıtır çiçeği gibi ağır bir koku yayıyordu etrafa.
Emanaba un fuerte olor... a peste y a geranio.
T.C. karısının odasına gitmişken... Tigre'nin sizi ağırlamasına sevindim. El Tigre'nin ününü biliyorum elbette.
Me alegra que el Tigre la entretuviera mientras T.C. Visitaba la habitación de su mujer.
Çekiştirilip durulan battaniyeler, ithamlar, küfretmeler... Her dilde tekrarlanan emirler... Birden çıkagelen SS subayı....... hevesle kayıt tutuyor, ağır şakalar yapıyor...
La manta por la que se mataba, las denuncias y los soplones, las órdenes repetidas en cada lengua, la repentina aparición de las SS, entusiasta de rápidos registros y bromas pesadas.
Şimdi, ben yahniyi ısıtırken sen de konuğumuzu ağırla.
Ocúpate de él mientras caliento Ia cena.
Ne zaman yakıt biterse, roketin aşırı ağırlıklardan kurtulması ve Dünya'ya dönüşü için kullanılacak.
Cuando el combustible se agota, el cohete se separa, librando al tren de exceso de peso, y vuelve a la Tierra.
Tıpkı ağına kurulmuş bir örümcek gibi orada oturmuş kurbanlarının hediye taşıyan sinekler gibi kendisine gelmelerini bekliyordu.
espera sentado y sus víctimas acuden a él como moscas portando regalos.
Yumruklarını ağızlarına sokup gürültülü sesler çıkartıyorlar korkunç sırıtışlarla gürültü yapıyorlardı.
Hacían ruidos con sus bocas se metían los puños en las bocas, hacían ruidos y sus sonrisas eran horrendas.
Kolları ağırlaşmış bacaklar lastiğe dönmüş, tıknefes bir gözü neredeyse kör.
Lo dejó hace unos años. Los brazos están pesados,... las piernas son de goma, de débil aliento,... un ojo casi perdido.
İnsanlara kendi doğal kaynaklarını işlemelerinde teşvik edici ve yardımcı tutum takınırsanız, ağızlarına ekmek tıkıştırmaktan çok daha fazlasını yapmış olursunuz, yüreklerine saygınlık aşılarsınız.
Al alentar a los pueblos a desarrollar sus propios recursos, se hace algo más que ayudarle a llevar el pan a la boca, se pone dignidad en los corazones. Mire, hasta los rusos están aplaudiendo.
Pansiyoneri ağırlamak için mi? Aralarında yakınlaşmaya dair bir kanıtımız yok.
¿ La llevaba para recibir a su huésped cuando no tenemos pruebas de que estuvieran coqueteando?
Bu yüzden midir ki ; 20 yıldır takip ediliyor hapislere tıkılıyor, pencerelerden aşağı atılıyor, vuruluyor ve en ağır cezalara çarptırılıyoruz?
¿ Y esa es la razón por la que en 20 años, nos acosan nos encarcelan, nos defenestran, nos fusilan que las penas más severas son para nosotros?
Tıpkı bir böcek gibi kıpırdıyor örümcek ağında kıvranan bir böcek gibi.
Se revuelve... como un insecto gordo en una telaraña.
Çok ısıtıp ağır yanıyorlar.
Calientan y arden despacio.
Ölüm anlarını ise ağır çekimde, siyah beyaz çekin, tıpkı Godard'ın yaptığı gibi.
Hagan estáticos planos de la muerte, en blanco y negro si les gusta el primer Godard.
# Sevinçten ağızları düşer ve sırıtırlar #
Testigos alemanes :
Sefil hayatını insanların üzerine kova kova su atmaya kafalarında yumurta kırıp ağızlarına sabun tıkmaya adadı.
Dedicó su deplorable existencia a tirar a sus congéneres cubos de agua, a romperles huevos en la cabeza y a meterles jabón en la boca.