Esaret перевод на французский
169 параллельный перевод
Makam, para ya da arazi uğruna değil de aşk için evlendi diye onu, zorluklarıyla baş edemeyeceği bir dünyada yoksulluk ve esaret içinde yaşamaya mahkum ettiler.
Parce qu'elle avait choisi l'amour, plutôt que le rang ou l'argent ils l'ont condamnée à vivre une vie de pauvreté et d'esclavage.
Dinlenmeksizin esaret, ödülsüz bir meşakkat.
Servitude sans repos, labeur sans récompense.
Neden Mısır'da esaret altındaki çocuklarının feryatlarını duymuyorsun?
Seigneur, pourquoi n'as-tu pas entendu les cris de tes enfants en esclavage en Égypte?
Birkaç bin kadarı için, özellikle de yaralı ve hasta olanlar için... beş uzun yıl boyunca sürecek olan esaret dönemi başladı.
Des milliers d'hommes, pour la plupart malades ou blessés, furent retenus prisonniers durant cinq longues années.
- Esaret.
L'esclavage.
"Esaret", efendim.
Du "Rendez-vous"...
Bana esaret tecrübelerinden bahsetmelisin ama artık başka zamana...
Vous me raconterez vos souvenirs une autre fois.
Kendi boyutunda, esaret altındaki en vahşice dövüşen canlı.
C'est le petit animal le plus féroce qui soit en cage.
Esaret yolu... Bu, ezilmeye ve çürümeye mahkumdur. Ve yıldızlara uzanan yol...
Celui du joug qui soumet, ou celui de l'étoile qui éclaire et tue...
Çok mütecessis bir beyinsel esaret.
Elle a créé la captivité cérébrale.
Esaret altında var olmayı sürdüremeyiz.
Nous cesserons d'exister si nous restons en captivité.
Esaret altındaki en donanımlı kişidir.
Un vrai spécialiste.
Esaret altında bir Avusturya Prensi olacağına ölmesini yeğlerim.
Et je préfèrerais le voir mort que le savoir élevé comme un captif.
Ama toprak ve özgürlük sözü tutulmayınca pek çok eski köle esaret ülkesinden ayrılarak nihayet özgür olacakları yeni yerler arayışına çıktı.
Dans la pratique, cependant, les Noirs restaient privés de droits et de liberté. Nombreux furent alors ceux qui partirent vers l'Ouest... á la recherche de terres où ils seraient enfin libres.
Bu nedenle bugünkü sunumumu, esaret altında doğan ilk yunusumuza ait bazı görüntülerle sona erdirmek istiyorum.
C'est pourquoi j'ai pensé vous confier le résultat de mon étude aujourd'hui avec ce bout de film, qui montre notre premier dauphin, vivant en captivité.
Ruslar, kaderlerinde esaret olan, Yahudilerden sadece bir çentik yukarıda olan, bir alt ırk olarak değerlendirilmeliler.
Les Russes doivent être considérés comme une race inférieure, destinée à l'esclavage. À peine un cran au-dessus des Juifs.
"Esaret Altındaki Emekçi Yavrular"
Gonzesses prolétariennes asservies.
Zalim Kızıl Baron ile nezih bir çatışma, düşman hatları gerisine ufak bir mecburi iniş, esaret, işkence, firar ve sonra da, çay saati ve madalyalar için yurda dönüş.
Un chic duel avec le rusé Baron Rouge... Un joli crash derrière les lignes ennemies... Capture, torture, évasion... et retour pour le thé et une médaille!
Ya baskıcı bir hükümet milyonlarca kişiyi esaret altına alıyor olsaydı?
On peut s'en prendre aux dictatures qui oppressent des millions de gens.
Senin cinsin esaret altında yetişemez.
Tu ne te reproduis pas en captivité.
Başka bir kültürün, esaret altında yaşaması fark edilmeyecek bir şey değildir.
L'esclavage ne passe pas inaperçu.
Bizi sonsuza kadar esaret altında tutamayacaklarını biliyorlardı ve gücümüzü kullanarak onları geri püskürttük.
Ils ne pouvaient pas nous dominer à jamais... et on les a fait partir par la force.
Bu esaret yılları dayanılmaz hal aldı
De ces années d'esclavage Qu'on ne peut supporter davantage
Hanımefendi Zhao'nun oğlum ile evliliğini önerdiğin vakitler yani Zhao'daki esaret günlerimizde ne Ying Zheng'in babası, ne de ben ev işi yapmazdık.
A bien y réfléchir... le mariage de mon fils est très injuste envers Dame Zhao. Quand nous étions otages à Zhao... le père de Ying Zheng ne pouvait pas faire les tâches ménagères. Et moi non plus.
Esaret çok boktan.
- La captivité, ça craint.
Bir otel sahibi onu esaret altına almaya calıştı.
C'est ma première occasion d'être dans la cour des grands.
Siz, gezegenimizi esaret altına alan bir savaşta yok oldunuz....
Vous avez perdu vos vies au cours du conflit qui règne sur notre planète.
- Bir erkek bul ve bırak tabiat gerekeni yapsın. Maalesef, bulabildiğimiz tek erkek Batı Pasifik ayısı, esaret altında yetiştirilmiş.
Hélas, le seul ours du Pacifique a été élevé en captivité.
Elimde uzmanların yeminli beyanları var. Esaret altında yetişen bir ayının yeniden vahşi hayata sokulmasının tehlikeli ve sorumsuz bir davranış olduğu görüşünde birleşiyor.
prendre un ours élevé en captivité et le rendre à la vie sauvage est dangereux et irresponsable!
Toplu katliam, tecavüz, esaret.
Les massacres, les viols, l'esclavage.
Elemanımı esaret altında tutuyorsun.
Ma mécanicienne a été prise en otage.
Ortakyaşamlarımız burada, esaret altında üretildiler.
Ils sont tous élevés ici, en captivité.
İmza dağıtmıyordu ya da kainattaki gizli gönüllülerle konuşmuyordu ya yer seviyesinde özgürlük ya da kozmos'ta bir esaret
Il ne signait pas d'autographes, ne parlait pas des secrets de l'Univers aux pionniers, ni de la liberté par absence de pesanteur ou de l'infini de l'espace.
Ayda 500 dolar, esaret altında geçen süreninki dahil.
500 $ par mois, inclus les intérêts sur le temps passé en captivité.
Cesaretin ne demek olduğunu esaret altında yedi gün geçirene kadar bilmiyordum.
Je ne savais pas ce qu'il signifiait avant de vivre l'agonie de sept jours en captivité.
O yeşil mendil. Hayır, yeşil esaret demek.
- Le vert, c'est pour la servitude.
Sen, esaret ve milyonların katliamından sorumlusun! Dışarı çık, PETA!
Tu es responsable de l'esclavage et d'un génocide massif!
Takip cihazından anlaşılana göre esaret altında yetişmiş.
L'appareil à localisation nous apprend qu'il a été élevé en captivité.
Bir esaret olayında olduğumuz için, tüm garipliği alır mısın?
Ça te trouble, cette affaire de bondage?
Ashcrofts veya Bushies'le ortak herhangi bir noktam yok. Korku ve rüşvetle biz ölümlüleri esaret altına almak. Bu bende bir mağaraya girip, bir daha asla geri dönmeme isteği uyandırıyor.
Je n'ai rien en commun avec Ashcroft ou les Bushies C'est la Chrétienté mercenaire celle qui nous captive par un mélange de peur et de pot-de-vin qui me donne envie de m'enfermer dans une cave et de ne plus sortir
Esaret altına sokulmak üzereyiz! Teknoloji ve genetik mühendisliliği marifetiyle!
Nous sommes sur le point d'êtres réduits à l'esclavage par les recherches en génétique et les nouvelles technologies.
Sen ve Sylar gibilerin diğerlerini nasıl mahvettiklerinden bahsediyorum. Bizi korku içinde, esaret altında ve saklanarak yaşamak zorunda bırakıyorsunuz.
Je parle de gens comme vous et Sylar, qui nous pourrissez la vie, nous obligez à vivre dans la peur, à nous cacher!
Tarlakuşları ötmez Esaret halinde
Les alouettes restent muettes Lorsqu'elles sont captives
" Halk kuruluşları esaret içindeyken, bana sundukları nasıl bir özgürlüktür?
"Quelle liberté m'offre-t-on " quand il est interdit de se regrouper?
Ne fark eder ki, esaret esarettir ve bu durum bir subay için çok onur kırıcı.
Quelle différence? Une prison, c'est une prison. Aucun honneur pour un officier.
Ancak yenilgiler de askerliğin bir parçası ve tabii esaret de!
Le destin d'un militaire est aussi fait d'échec... et d'emprisonnement.
Bizi korku içinde, esaret altında ve saklanarak yaşamak zorunda bırakıyorsunuz.
Nous devons vivre en captivité ou en cachette.
Üç yıl önce esaret altındayken firar etti.
Il s'est évadé il y a 3 ans.
Esaret bitti.
Le purgatoire, c'est fini.
Şey, yalnız esaret altında yaşadığını biliyorum, yani doğaya döndüğü için gerçekten mutlu olacağından eminim.
Je crois qu'il sera ravi de retrouver la nature.
Bizi esaret altında tutuyorsunuz.
Ils nous ont fourni ces images.