Fıça перевод на французский
5,415 параллельный перевод
Ya fırtına dinerse diye bekliyorum. İçeri girmem gerekebilir diye bekliyorum.
De voir si ça se calme ou si ça continue, si je suis obligée d'y aller.
Eve iki grup katil hippi getir her fırsatta başına kakılıyor.
Tu ramènes à la maison deux bandes de hippies meurtriers. Et tout à coup, on ne parle plus que de ça.
Bu biraz zayıf durdu.
Ca me semble grave.
Bunu Big Jim'in ağzından durmak ilişkilerini yeniden kurmak için bir fırsat verdi. Bununla bir sorunun mu var?
Entendre ça de la part de Big Jim était ce dont il avait besoin pour reconstruire leur relation.
Sonra arkadaşı balığı ona doğru fırlatıyor ve mors-adam hızlıca o pis ve leş haliyle sürüne sürüne balığa doğru geliyor ve yerdeki balığı ısırmaya başlıyor.
Il lui jette le poisson et l'homme-morse se précipite dessus de façon écœurante. Il le mord à même le sol.
Sen vergi veren insanların paralarını heba edip zayıf hukuk sistemini kullanıyorsun bir de üstüne ahlaki açıdan iflas etmiş olan savunma avukatları tarafından... delilikle karışık korkakça alınan bir kararla dışarı bırakılıyorsun.
Vous gaspillez l'argent des contribuables. Vous abusez d'un système légal déjà bien faible et vous seriez capable de plaider la folie devant un tribunal. Et tout ça pourquoi?
Eğer bu kadar zayıf olmasaydın hiçbir olmazdı.
S'il n'avait pas été aussi faible, rien de tout ça ne ce serait produit.
Böylelikle, senin bir mazeretin olur ve bende neşeli günler filmini izleme fırsatı bulurum.
Comme ça, t'aurais un alibi, et moi, je pourrais aller voir - La mélodie du bonheur.
Elimize hiç fırsat geçmedi.
Nous n'avons rien eu à faire de tout ça.
Yani bu Annika denen kız senin fındıklara uzandı ve tuttu mu?
Attends, alors cette... Annika est juste arrivée, comme ça, et elle a attrapé tes noix?
Yarıştaki koltuğumu fırlattığım halde bile.
Même si ça met mon siège en danger.
Ciddi misiniz? Başlıca ihracatları fıstık!
A peu près.
Ben fındık söyledi zaman ne kadar hızlı görmek?
Non, car ça ne vaudrait pas une noix.
Hızlı bir şekilde dikin ki fıtık yeniden patlamasın.
Assurez-vous que ça tienne rapidement pour éviter une nouvelle hernie.
Ekseriyetle görmezden geliniyorum. Ayrıca birinci sınıf tıp öğrencisinin yapacağı işler dışında herhangi bir işlem yapmama müsaade edilmiyor.
Je suis ignoré la plupart du temps et à peine autorisé à effectuer les tâches au-delà du niveau d'un étudiant de première année.
- Eminim iyi fışkırtıyordur.
Je parie que ça doit gicler.
Kırılamaz Şifre'nin bir varyasyonu ki bu da bir zayıf noktası var demektir.
C'est une variation du chiffre indéchiffrable, ce qui veut dire que ça a une faiblesse.
"J.F.K. suikastı"? Bu da ne böyle?
"Assassinat de J.F.K?" Qu'est-ce que c'est que ça?
Ama gel gör ki bu, Ruslar ile anlaşma fırsatını kaçırmamıza sebep oldu.
Ça nous a coûté notre contrat avec les Russes.
Ama bu hayatımızda bunu yaşama fırsatımız pek olmuyor, değil mi?
Mais on a rarement la chance de faire ça dans cette vie, pas vrai?
Arada bir oturmak için fırsatım oluyor.
Ça me donne l'occasion de m'asseoir.
- Fırtına geliyor, haklısın.
Ça, tu peux en être sûre.
Bütün haberlerde yer alan büyük bir kış fırtınası geliyor.
Une grosse tempête hivernale. On ne parle que de ça aux nouvelles.
Fırsat varken değerlendirin.
Profitez-en tant que ça dure.
Tanrı'ya karşı sürdürdüğü kişisel savaşını yaymak için bir fırsattı ayrıca.
Une autre occasion de proclamer sa guerre personnelle contre Dieu.
İki torunu hastalığa yakalandı. Ayrıca Bahçıvanının ve bulaşıkçısının da ki mercimeği fırına vermiş olabileceği veya olamayacağı.
Ça a blanchi deux de ses petits-enfants plus le jardinier et la fille de cuisine qui badinaient peut-être ensemble.
Bu fırsatı hayatta kaçırmam.
Je ne voudrais manquer ça pour rien au monde!
Kimleri nasıl seçiyor, kimse bilmiyor eğer bu kazada onun parmağı varsa çalışma tarzıyla ilgili nadiren bir şey bulup yakalama fırsatın olabilir.
Personne ne sait, comment il recrute, mais si cet accident est son oeuvre, ça te donne un aperçu de la façon dont il opère et une chance de le trouver.
Çok kötü bir hal alabilirdi,... birbirimize sandalye fırlatıyor da olabilirdik,... birbirimize bıçaklarla saldırıyor olabilirdik.
Ça aurait pu être bien pire que ça, avec des chaises qui volent et des coups de couteaux.
Senin söylediğin fırsatçı, iki yüzlü bariz yalanlar gibi!
Comment peut elle faire ça?
Lords, Skins, Bysas... Hepsi fırsat kolluyorlar.
Les Lords, les Skins, les Bysas... ils n'attendent que ça.
Böyle fırsatlar çok sık elimize geçmiyor.
Tu sais, on obtient pas d'opportunités comme ça.
Birinci sınıf şakaları gelenekseldir ama bunlar başka bir şey.
Le bizutage est une tradition, mais ça, c'est autre chose.
Saniyede 0,9 km hızla fırlatmıyorsa eşekler tepsin beni.
Que je sois damné si ça ne tire pas au moins à 90 mètres par seconde.
"Mercimeği fırına verme" işi benim düşündüğüm şey mi?
veut dire ce que je crois que ça veut dire?
Ama galiba fırsatı kaçırmak aptalca olur.
Mais j'imagine que ça serait stupide de ne pas y aller.
Görüşümüze göre sadece sığınmacının tanımladığı hain profilini karşılamıyor. Ayrıca erişimi, fırsatları ve gerekçeleri vardı.
Selon notre rapport, il ne correspond pas seulement au profil du traître décrit par le déserteur russe, mais il avait l'accès, l'occasion et le motif.
Muhtemelen ikiye bölüp sınıf yaparım.
Ça sera probablement deux salles de classe.
Frank, şunu burada içeceksen en azından bir fırt ver.
Tu sais, Franck, si tu veux fumer ça ici, donne-moi au moins une taf'.
Önemli biri. Fısıldadıklarını duyuyordum.
Quelqu'un d'important, je les ai entendu chuchoter à propos de ça.
F Gate o almak zorunda anlamına gelir bagaj iddia tramvay, onu kontrol çanta almak.
La porte F ça veut dire qu'elle a dû prendre le tram pour le tapis à bagages, pour récupérer ses bagages.
Eminim fırsatı isterim.
ça serait super.
Peki, ona sebep ve fırsat verin.
Et bien ça lui donne un mobile et une opportunité.
Ben buna bir fırsat derim.
J'appelle ça une opportunité
Evet, Julia Kış Fırtınası'na gidemeyeceğini söyledi, ben de buna göz yumamam o yüzden- -
C'est vrai. Julia m'a dit que tu n'allais pas au bal d'hiver, et je peux pas laisser ça arriver, donc...
Çünkü eğer bahsedersen, tüm ofisi devasa boyutta bir bok fırtınasına sürükler, değil mi?
- Car si tu le faisais, ça conduirait tout le bureau dans un merdier aux proportions bibliques.
Teşekkür etmeye fırsat bulamadım.
Merci pour ça, à propos.
Bu medya fırtınasının ortasında buraya gelmek akıllıca bir şey olmayabilir ama bir müttefike ihtiyacım var.
Venir ici au milieu d'une tempête médiatique n'est peut-être pas la chose la plus maline à faire, mais... j'ai besoin d'un allié.
Nasıl bitiyor söyleyeyim eğer şimdi gidersen fıstıklarını kurtarırsın.
Oh, voilà comment ça fini si tu pars maintenant tu peux garder tes noisettes.
Birleşme programını geliştirmek için sürekli yeni yollar arıyor bu yüzden bunu da bir fırsat olarak kullanıyor.
Elle cherche toujours des nouveaux moyens de promouvoir le programme d'intégration, alors elle voit ça comme une opportunité de relations publiques.
Tamam, bu duruma rahatlamak için bir fırsat olarak bakalım.
Vois ça comme une chance de te détendre.