Kısım перевод на португальский
47,703 параллельный перевод
Yok, bu kısım şaka.
Não. Estava só a brincar com essa parte.
Eğlenceli kısım ise herkesin aynı kişiyi nasıl yorumladığını görmek olacak.
Sim, uma parte do gozo será ver uma interpretação diferente.
Celeste başarılı bir avukat. Şehirdeki bir kısım insan bunu çekemiyor.
- A Celeste é uma advogada talentosa e há quem não goste disso.
Arabanı garaj kapısını kırarak çaldığım için kendimi kötü hissettim.
Eu senti-me muito mal por bater com o carro na porta da garagem.
- Yakmış olsaydım bile Tanrı'nın yasası gereği oğlu, kızından çok daha fazla önceliğe sahip olacaktır.
Mesmo que eu o fizesse, o filho teria prioridade natural sobre a filha, segundo a lei de Deus.
Öyleyse şunu anlayacaksınızdır ki Nootka Boğazı'nda karaya çıkılacak özel bir mülkiyet sınır çekme zamanı geldiğinde bağımsızlığına itiraz eden düşmanlarımıza bir fırsat sunacaktır.
Bem, então entendeis que a propriedade privada do estreito de Nootka representa uma oportunidade para os nossos inimigos que disputam a sua soberania quando chega a hora de traçar a fronteira.
Canım James nihayet içinde yaşadığım kafesten çıkış yolunu buldum.
Querido James. finalmente, encontrei saída da jaula onde tenho vivido.
Beynini tamamen kızartmış olmayalım diye hepimiz Tanrı'ya dua edelim.
Resta-nos rezar para não termos acabado com ele.
Bu kadar sıkı bağlarınız olmasına rağmen bunu bilmediğinize şaşırdım.
Para alguém com tantos amigos influentes, surpreende-me que não o saibais.
Sıkıldım ve daha önce bir adamın vurulduğunu da hiç görmedim.
Estava aborrecida e nunca na vida presenciei um homem a ser alvejado.
Hanımefendi ve ben bu sabah kahvaltımızı nehir kıyısında yapacağız, sağ ol.
Esta manhã, eu e a senhora tomaremos o pequeno-almoço à beira-mar, obrigado.
Bu tertemiz kar tanesini, kızım, ışığım aşkım, Winter'ımı sevgi dolu kollarına al.
Acolhei nos Vossos amáveis braços este floco da mais pura neve, a minha filha, a minha luz, o meu amor... a minha Winter.
Büyük salonda bazen aynı yatağı paylaşmamış mıydık?
Não partilhamos cama algumas vezes no salão nobre?
Karım kızarmış ekmek yer.
A minha mulher come torradas.
Sabahları ben gazete okurken karım sevimli bir küçük kuş gibi kızarmış ekmeğini yiyor.
E, de manhã, leio o jornal e ela come uma torrada... como um doce passarinho.
Yünümüz çıkıyor ve tam ısınmaya başladığımız anda elektrikli kırpıcılarıyla çıkagelip yünümüzü kesiyorlar. Öyle çığlık çığlığa dımdızlak küçük puştlar olarak kalıyoruz!
A nossa lã cresce, e logo que estamos a ficar quentes, eles aparecem com as máquinas eléctricas e tosquiam-nos a lã, e nós ficamos uns desgraçados nus e a guinchar!
Telefonunun çalmasını beklemekten sıkıldım ama.
Muito bem, estou cansada de esperar que o telefone toque.
Ama şimdi Duncan Todd aleyhine tanıklık etmeye hazır mısın?
Mas agora... está disposto a testemunhar contra Duncan Todd?
Double R'a saygısızlık etmek istemem fakat piyasa araştırmalarımızda insanların seni adına çok daha olumlu yaklaştığını hatırlarsın.
Não quero desrespeitar o Double R, mas deves lembrar-te que o nosso estudo de mercado mostrou que as pessoas respondem muito melhor ao teu nome...
Bir kırılma sesi duydum ve... Bu arada kafası yana yatmıştı ve konuşmaya çalışıyordu. Boynunu kırdım diye korktum.
Ouço algo a rachar, e... pela maneira como a cabeça dele está inclinada, e ele a tentar falar... temo ter-lhe partido o pescoço.
- Kim ne demiş olursa olsun, seçimler sırasında asker artışı pek yakışık almaz,... o yüzden olacağı bu. Kusura bakmayın. - Bu arada ben ne yapacağım?
- Independentemente do que foi dito, um aumento de tropas e uma eleição não se coadunam, portanto, é assim que tem de ser.
Sanırım hepimiz sıkıntını anlıyoruz Glen. Fakat bu seçimler olaysız geçmeli.
Acho que todos compreendemos a tua frustração, Glen, mas estas eleições têm de decorrer sem problemas.
Yazımın bir fark yaratmış olmasını isterdim ama ne yazık ki öyle olmadı.
Infelizmente, embora tivesse gostado de pensar que a minha história tinha feito a diferença, não fez.
Ve sonra buradan çıkıp hayatımıza bunların hiçbiri yaşanmamış gibi devam edeceğiz.
E saimos daqui para fora e continuamos as nossas vidas como se nada tivesse acontecido.
Sinirsel bir sıkıntım var.
É uma condição nervosa.
- Nasılmış kızlarım?
- Como estão as minhas meninas?
- Onu beyaz ve sıkı tutmak zorundayım.
Tens que o manter impecável.
Ne oldu biliyor musun? Dış kapımın kolu yine sıkıştı.
Sabes uma coisa, a minha maçaneta da porta está a prender outra vez.
- Yakaladım. - Sık taşaklarını.
- Apanha-lhe os tomates.
Emin olun para konusunda sıkıntım yok. Ne isterseniz.
Prometo que arranjo o dinheiro e muito mais.
- Tanışmış mıydık?
Já nos conhecemos?
Bir şeylerden ısırık mı alsak?
Vamos comer qualquer coisa?
Hayatımın büyük bir kısmını gazilere adadım. Özellikle posttravmatik stres bozukluğu için. Dolayısıyla ufak bir bağış yemeği düzenleyeceğim.
Como dediquei a minha vida aos veteranos e sobretudo à PTSD, vou organizar um jantar de angariação de fundos para ajudar a pagar os custos e manter a unidade aberta.
- Kızım fareli köyün kavalcısı gibi.
- Ela é o flautista de Hamelin. - O quê?
Ama konu kızımın sosyal eğlence hayatı olduğunda özellikle de konu üreme organlarını kalıcı şekilde etkileyecek ilaçlarsa konuyu halletmem için bana bırakır mısın?
Mas quando se trata da vida social da minha filha, sobretudo medicamentos que vão permanentemente afectar-lhe os órgãos reprodutivos, podes chutar esse monte de vermes para mim.
Cinayet soruşturmasının yanı sıra saldırı suçunu ve ayrıca yardım ve yataklık ihtimalini de araştırıyoruz.
Além da investigação do homicídio, investigamos também ataques e conspirações destinados a incitar a violência.
O kadar sık hapse girip çıkardı ki hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapardım.
Ela estava sempre a entrar e a sair da prisão e eu tive de fazer o que foi preciso para sobreviver.
Hepinize teşekkür eder, kış gündönümünüzü kutlarım.
Portanto, obrigada, e feliz solstício de inverno.
Afrika'dan senin için vahşi filler aldım. Pranahita nehri kıyısında...
Eu comprei elefantes direto de África.
Lütfen, fırtınada sıkıştım.
Basta! Por favor, fiquei presa numa tempestade, numa tempestade...
"Hastalık" kapmışım.
Eu tenho "sangue mau".
Sıkı çalıştım.
Estudei muito.
Sıkıştım kaldım.
- Está a negar o acesso.
Sadece Kansas'tan bir kız mısın?
És apenas uma rapariga que veio do Kansas?
Sadece annesini özleyen bir kız mısın?
Apenas uma rapariga que tem saudades da mãe?
Bu kadar kişiyle Nassau'nun dışında arama imkânımız kısıtlı.
Tem de haver. Com os nossos números, a nossa capacidade de procura fora da cidade de Nassau é limitada.
Bu, Los Angeles'ta hapisten çıkış kartı mı?
Este é o cartão de impunidade em LA?
- Sıkı mıydı?
- Grosso?
Hatırlar mısın, yeni tasarımından sonra içinde dolaşıp her şeyin ne kadar mükemmel olduğuna bakmıştık.
Lembras-te depois da remodelação, andarmos por aqui e de ficarmos abismados por estar tudo tão perfeito?
Biri kızımızı ısırıyor!
Alguém anda a morder a nossa filha!
Buradayım çünkü çocuğun teki dur levhasını kırmış.
Estou aqui por causa de um miúdo que não parou no stop.