Uzlasma перевод на португальский
534 параллельный перевод
Orada rüsvet, açgözlülük, yalan... uzlasma özgürlükle birarada duramaz.
Näo há sítio para fundos, ganância ou mentiras, ou comprometimento com a liberdade humana.
Para konusunda onunla uzlaşma sağlayacağım.
providenciarei que receberá o dinheiro.
Hiçbir uzlaşma olmadığı için kuralları uygulayacağız.
Já que não há reconciliação, prosseguiremos.
Uzlaşma ne demektir, biliyor musun?
Sabes o que é um compromisso?
Hayır, uzlaşma, karşılıklı kabulle yapılan bir anlaşmadır.
Não, é um acordo obtido por mútuo consentimento.
Aramızda bir tür uzlaşma.
É uma espécie de entendimento que temos.
Bir uzlaşma sağlayamadık Sayın Yargıç.
Não conseguimos chegar a um consenso, Excelência.
Uzlaşma, uyum sağlama olması gereken diye addedilen şeyler, değil mi?
Acomodação, ajustamento, isso parece ser a ordem natural das coisas.
Uzlaşma görüşmeleri devam ederken, Almanya hidrojen deneylerini tamamladı.
Enquanto as negociações de paz se prolongavam, a Alemanha completava as experiências de água pesada.
Bana öyle geliyor ki bir anlaşmaya varabiliriz, geçici bir uzlaşma sağlanabilir.
Parece-me que podíamos chegar a um acordo, atingir um modus vivendi.
Bunların, sözcüklerin sükûnetine yol açan dil tuzakları çoktan tükenmiş bir kültürün suç ortakları, bir strateji dilsel bir mazeret, dilsel-ideolojik bir uzlaşma olduğunun farkına varmıyor musunuz?
um ardil, uma coartada lingüística ; um arranjo lingüístico-ideológico que pode nos levar à paz mental das fórmulas?
Belki bir tür uzlaşma zorluklarına yardımcı olabilir.
Talvez uma mediação o possa ajudar nas dificuldades.
Uzlaşma mektupları?
Cartas comprometedoras?
O bana teklifler getiriyor, ben uzlaşma öneriyorum.
Ele apresenta-me propostas e eu ofereço-lhe concessões.
Tokyo, tahkikatlarımı görmezden geliyor ve Bakan Hull'un sunduğu uzlaşma önerilerine hala cevap vermedi.
Tóquio ignorou os meus repetidos pedidos de informação e ainda não respondeu às propostas de compromisso apresentadas pelo Ministro Hull.
Şu anda orada işler bayağı kötü. Ama bir anayasal uzlaşma umudu var gibi görünüyor.
Bem, neste momento, as coisas estão muito mal, mas parece haver esperança de uma decisão constitucional.
- Şimdi anneme söylüyordum. Şu anda orada işler bayağı kötü. Ama bir anayasal uzlaşma umudu var gibi görünüyor.
- Era o que estava a dizer à mamã, neste momento, as coisas estão muito mal, mas parece haver esperanças de uma decisão constitucional.
Anneme ve Mervyn'e söylediğim gibi şu anda orada işler bayağı kötü. Ama bir anayasal uzlaşma umudu var gibi görünüyor.
Como já disse à mamã e ao Mervyn, neste momento, as coisas estão muito más, mas parece haver esperanças de uma decisão...
Ulusumuzla kilise arasındaki uzlaşma tam olarak gerçekleşti ki bu da ulus ve kilise üyelerini düzene soktu çünkü sonsuz bir disiplin ve kişisel hayatın her detayına karışma hakkı gerekiyordu.
Esta reconciliação entre estado e igreja ocorreu através de um demiurgo, que impôs a ordem aos membros do estado e da igreja exigindo uma dura disciplina e o direito de intervir em todos os aspectos da vida individual.
Bakın, uzlaşma ve beraberlik içinde olmak ne güzel!
Vêem? Vêem como é bonito estarmos todos em paz e harmonia?
- Uzlaşma sağlandı mı?
- Compreensão?
"Uzlaşma gerginliği azaltacak"
'A transigência ajudará a diminuir a tensão'
Şey, şu anda patronunuzu Amerika Birleşik Devletlerinin gelecek başkanı olmasını sağlayacak uzlaşma yemeğini pişirdiğinize emin olabilirsiniz.
Creio que era. fizeste um arranjo que fara de seu chefe o proximo vice-presidente dos Estados Unidos.
Madem öyle dürüstçe konuşmak gerekirse bu pislik yuvasında ya da başka bir pislik yuvasında sözleşmeli veya sözleşmesiz olarak hapsedilmişken uzlaşma yapabilirim dememin hiçbir anlamı yok, değil mi? - Dürüstlük olarak buna ne diyorsun?
Bom, para ser honesto, eu não acho que vocês possam manter a paz prendendo a mim ou qualquer outro nesta senzala, com contrato ou sem contrato, logo não há razão em dizer que posso!
Uzlaşma niyetinin olmadığını sen söyledin.
Vou jogá-lo de volta. Ele não tem a intenção de manter a paz.
Doktorlarım uzlaşma istemediler.
Os médicos não queriam um acordo.
Bence en kısa zamanda uzlaşma sağlamak üzere birini oraya göndermeliyiz.
Acho que temos de mandar um negociador para o local.
Uzlaşma komitesi.
Comissão de negociação.
- Sendika uzlaşma kurulunda?
Na comissão de negociação do do sindicato.
Size New York Times'tan bir gazeteciyle röportaj ayarlarız uzlaşma için şirket karşısında bir duvar bulur.
Iremos pôr-te em contacto com um repórter do "New York Times"... colocaremos a empresa contra a a parede durante as negociações.
Bu tesisteki çalışanlar bizi temsilcileri olarak görevlendirdiler o yüzden artık gerçek uzlaşma görüşmelerine başlamalıyız.
Os trabalhadores desta fábrica... Escolheram-nos como os seus representantes... por isso, devemos começar negociações reais.
Anladım, alıp vermek esastır. Bir tür uzlaşma.
Está bem, vamos fazer troca por troca vamos chegar a um acordo.
Bildiğiniz gibi İmparatorluk Fremenlerle tam bir uzlaşma sağlayamadılar.
Como sabe, o Império nunca conseguiu recensear os Fremen.
iBaron ve imparator bizzat bizimle uzlaşma yolu arayacak.
O Barão e o próprio Imperador serão obrigados a negociar connosco.
Biraz düşünürsek bir uzlaşma noktası bulabiliriz.
Se pensarmos bem, podemos chegar a um compromisso.
Uzlaşma yolunu bulmalı...
Temos de negociar...
Acıma yok. Uzlaşma yok.
Não têm compaixão nem se comprometem.
Tanrım, bu ruhani huzur sığınağına gelirken adımlarımıza yön verdin çünkü sen de biz Fransiskenler kadar uzlaşma istiyorsun.
Senhor, guiastes os nossos passos até este refúgio de paz espiritual, porque desejais a reconciliação, tal como nós, os Franciscanos.
Bu cinayetler uzlaşma için bir işaret...
Estes homicídios são um sinal de que a reconciliação...
Roosevelt ve Japon büyükelçisi arasındaki uzlaşma ümitleri giderek azalıyor.
Há poucas esperanças de entendimento entre o Presidente Roosevelt e o embaixador japonês em Washington.
Janero'yla uzlaşma vakti gelmişti.
Já era tempo de apanharem o Janero.
Bu uzlaşma değil.
Não é uma concessão.
Bayanlar bir uzlaşma turu için dışarı çıkmışlar, sanıyorum.
As mulheres foram dar um passeio. Uma reconciliação, acho eu.
Toplayıcılarla uzlaşma imkansız. Bu daha önce denendi.
A reconciliação com os Colectores é impossível.
Sence, avukatın bir uzlaşma bulmaktan yana ama bu adinin tek sorumlu olmasını istemezsin?
O teu advogado quer fazer um acordo... ... mas não queres apanhar com a culpa sozinho, não é?
Bu uzlaşma Mahkeme tarafından kabul edildi.
O tribunal aceita o acordo.
Oturup sorunu halledelim ve bir uzlaşma yolu bulalım.
Sentemo-nos e cheguemos a um acordo.
- Uzlaşma falan yok.
- Não há acordo.
Ondan sonra, uzlaşma süratle gelmişti.
Depois, o acordo chegou por si só.
Bu onunla uzlaşma gibi bir şey,... onun yapmaktan hoşlanacağı bir şey.
É o cume. Uma memória final, do tipo que ela teria gostado.
Makul bir uzlaşma.
É um compromisso razoável.