Vakit перевод на португальский
17,299 параллельный перевод
Hem savcı Leigh hem de Bayan Keating ile konuşmaya çalıştım ama hiçbiri beni dinlemeye vakit ayırmadı!
Tentei falar com a procuradora Leigh e a Srª Keating sobre os meus desejos e nenhuma teve tempo de ouvir-me.
- Vakit ve para kaybı demek bu.
- É uma perda de tempo e dinheiro.
Belki senin yanında olmaktan evdeki herkesle vakit geçirmekten karar verdim bundan sonra hayatımı yaşayacağım.
Talvez por estar perto de ti, e... toda a gente na casa, mas... Finalmente decidi, que a partir de agora, vou viver a vida. Aproveitar, como a Annalise disse.
Güzel vakit geçirdim.
Foi divertido.
Tamam vakit, ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Obrigado pelo seu tempo.
O halde hiç vakit harcamasak iyi olur.
Então é melhor não desperdiçarmos mais tempo.
Aynen sizin gibi Komutan ben de pazarları ailem ve arkadaşlarımla vakit geçirmek için tatile ayırıyorum.
Sou como você, general. Tiro domingos de folga para estar com amigos e família.
Olan biten göz önünde bulundurulunca, vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.
Agradeço-lhe que tenha perdido tempo, dado tudo o que se está a passar.
Söylentilerle vakit kaybedemeyiz.
Não podemos perder tempo a transmitir informação.
Öldürmenin ne demek olduğunu bilen birisi olarak asla geri alamayacağım bir şey yapmadan önce kendine vakit vermelisin.
E falando como alguém que sabe o que significa matar, devem a vocês próprios mais tempo antes de fazerem algo irreversível.
Normalde değerlendirmen için vakit verirdim ama bugün vaktimiz hep kısıtlı.
Normalmente, dar-lhe-ia tempo para reconsiderar, mas hoje não temos tempo.
Sizi vakit taniyarak sereflendirdim.
Honrei-te com tempo.
Güzel vakit geçirdin mi? Vay anam vay.
- Divertiste-te?
Tedavinin aktif olması Zambia'da da vakit almıştı.
Na Zâmbia, a cura também levou algum tempo a actuar.
Vakit kaybı!
Uma total perda de tempo!
Onun için vakit yok.
- Não temos tempo.
Bilmiyorum, başsavcı eğlenceli vakit geçirirdi.
O Ministério Publico ia adorar isso.
Çıktıktan sonra Misyon'da vakit geçirdiği olmuştu.
Costumava aparecer no Centro de Apoio depois de ser libertado.
Haydi, vakit doldu. Ne zamanı?
Vamos lá o tempo acabou.
Şimdi git, vakit doldu.
Saia agora o tempo acabou.
Çok vakit alan bir iş.
Ocupa-me muito tempo.
- Vakit geldi Reid. - Hayır.
- Reid, está na hora.
- Tahmin yürütecek vakit yok.
Não temos tempo para adivinhas.
Harika vakit geçiriyorlar.
Oh, estão só a passar uns bons momentos.
Seninle geçirdiğim bu vakit esnasında düşünmeye, karar vermeye zamanım olmadı.
No tempo que estive contigo, não tive de pensar nem escolher.
Şimdi, bunun umduğumuzdan daha fazla vakit aldığının farkındayım fakat bana göre, bir sonraki patlama, diğer tarafa ulaşmamızı sağlayacak.
Agora, estou ciente que levou mais tempo do que esperávamos, Mas é minha convicção de que a próxima explosão vai ver-nos romper.
Okuyup bizle daha çok vakit geçirmeyi düşünmeni istiyorum.
Olha, quero que o leias, e quero que consideras em passar mais tempo connosco.
Bir kadınla iyi vakit geçirirse kimse olayların bağlantısını kuramazdı.
Portanto, se quisesse divertir-se com uma mulher, ninguém dava por ela.
Ama "Netflix ve takılma" çağında düzgün birini aramak için vakit yok.
Mas nesta época de "avacalhar," não é altura de procurar alguém decente.
Vakit geldi Senatör.
Está na hora, Senador.
Vakit geldi.
Está na hora.
Dürüst olmak gerekirse de o kısımda biraz vakit kaybettim ama şu an çok iyiyim. Yani oturmak veya ayakta durmak istersen fark etmez. Ne istiyorsan yap, yalnızca odaklan çünkü Kuzeybatı Bölgelerinden konuşacağız.
E, para ser sincero contigo, perdi aí algum tempo, mas sinto-me muito bem agora, por isso, se queres sentar-te ou ficar de pé, não tem importância, concentra-te apenas, porque temos de falar acerca dos Territórios do Noroeste.
- O yüzden vakit kaybetmeden gitmeliyiz.
Devíamos ir depressa.
Birlikte güzel vakit geçirebilirsiniz.
Podem passar tempo de qualidade juntos.
Hem, şey... son Görev'imi tamamlamadan önce seninle biraz daha vakit geçirmek için elimde bir bahane oluyor.
E também me dá uma desculpa para passar o mais tempo possível contigo, antes de completar o último Trabalho.
Hey, belki benim şoförüm olup bana yardım edebilirsin, ve ben de vakit ayırdığın için sana biraz ödeme yapabilirim.
Ei, talvez me pudesses levar aonde preciso ir e ajudar-me, e eu até te podia pagar alguma coisa pelo teu tempo.
Sıradan olmayan biriyle vakit geçireceğim.
Passar tempo na companhia de alguém notável.
Hayır, ben arkadaşlarımla yalnız vakit geçirmek istiyorum.
Não, quis dizer... Preciso de passar algum tempo com os meus amigos.
- Vakit ayıramayacağım bir şeye benziyor.
Parece uma coisa para a qual não tenho tempo.
- Vakit ayır o zaman.
Bem, arranja tempo.
Jack, genelde kahve almak için dışarıya çıkmam. Ama çıktığım zaman, biraz yalnız vakit geçirmeye ihtiyacım var demektir.
Jack, não costumo sair para tomar café, mas quando o faço é porque sinto necessidade de estar um pouco sozinha.
- Harvard'da okuyan tüm bu çalışanlar bana hiç vakit ayırmadılar.
- Os miúdos que andaram em Harvard nunca me deram importância nenhuma.
- O vakit bana yaramazsın.
Bem, então não me serve de nada.
Ama şimdi sevdiğim kadınla vakit geçirip, işleri düzeltmeliyim.
Mas, neste momento, preciso de passar tempo com a mulher que amo e redimir-me.
Salonda üç yatak odasında ise bir tane uykucumuz var. Vakit az.
Há três corpos na sala e um no quarto principal.
Henüz vakit bulamadım.
- Quando tiver tempo.
Ne zaman vakit bulacaksın?
- Quando tiveres tempo?
"Vakit nakittir" sözünü hatırlatmama gerek var mı?
O tempo urge.
Sonra kiminle vakit geçirdiğini düşündüm. Çözmek çok zor olmadı.
Quando me pus a pensar com quem ela saía, não foi difícil de perceber.
Bence sadece güzel vakit geçiriyoruz sanmıştım, değil mi?
- fazer outra estupidez. - Claro.
Malzeme almam ve mikrodalgada epeyce vakit geçirmem lazım.
Preciso de comprar ingredientes e de tempo para usar o micro-ondas.