But i can't do that Çeviri Türkçe
1,061 parallel translation
but i do know that you can't play with jeff anymore.
Ama biliyorum ki artıık Jeff ile bir daha oyun oynayamazsın.
But I don't think you can keep that girl here and do your job right
Ama bu kız burada kalırsa, işini doğru yapabileceğini sanmıyorum.
Excuse me, I know that all sounds great, but the fact is David has to go on living, and he can't do that in an institution.
Afedersiniz, Biliyorum ki herşey harika görünüyor, ama gerçek şu ki David yaşamaya devam etmek zorunda, ve o bunu bir enstitüde yapamaz.
I don't know if I understood correctly, but I think he meant to say, that if we are on the brink of war, we can't do a thing about it.
Ben doğru anladım mı bilmiyorum, ama öyle demek istediğimi düşünüyorum, eğer biz savaşın eşiğinde isek, bu konuda bir şey yapamayız. Saçmalık!
But, to this day, whenever I ask Al to do something for me, that he doesn't want to do, he lifts up that leg and says he can't and that it's my fault.
Fakat bu güne kadar, yapmak istemediği bir şeyi ne zaman yapmasını istesem, bacağını kaldırıp yapamayacağını ve benim suçum olduğunu söylüyor.
Maybe you can do that, but I can't, at least not in cold blood.
Sen yapabilirsin belki ama ben bu şekilde acımasızca, yapamam.
But I can't do that alone.
Ama bunu yalnız yapamam.
But you can't tell anybody that I paid you to do this.
Ama kimseye sana para ödediğimi söyleme.
You know, Sam, I think you're looking for someone to tell you it's all right to break your vow, but I can't do that.
Sam, bence sen yeminini bozmanın sakıncası olmadığını söyleyecek birini arıyorsun. Ama ben bunu söyleyemem.
I don't know that I can do that, but I can tell you who the murderer is.
Orasından emin değilim, ama katil kim, söyleyebilirim.
They taught him how to do it at Carnegie Tech. It's the strangest thing, but I just can't shake the feeling that I know you well.
Çok garip ama seni çok iyi tanıyormuşum hissini içimden atamıyorum.
It's not that I don't like playing pool. - But why can't we do it at my house?
Bilardo oynamayı sevmediğimden değil ama neden eve gitmiyoruz?
But I can't do that.
Ama bunu yapamam.
That's a nice dream, Steve, but I can't do it.
Güzel bir hayal, Steve ama yapamam.
But I was with Elvis, and my dog told me to do it, so, you know, you can't really blame me for that, can you?
Ama Elvis'le beraberdim ve köpeğim bana bunu yapmamı söylemişti. Beni bunu için suçlayamazsınız değil mi?
But I do know that I can assure you that my piece of it is gonna work, and it won't fail because of me.
Ama size bu işin benim görevim olan kısmını yapacağım konusunda güvence verebilirim bu işte benim yüzümden çuvallamayacağız.
Well, I... Can't say that I do, but... I guess it's what I'm used to.
Şey, tam öyle denemez, ama alıştım sonuçta.
But I just can't believe that Edward Dodd has nothing better to do... than invoke exalted legal issues to get off guilty little pricks.
Ama EdWard Dodd'un çapsız hergeleleri kurtarmak için yüce hukuki kavramlara... sığınmaktan başka yapacak işi olmadığına inanamıyorum.
But I can't do that to you. Thank you.
Çok tatlısın ama bunu sana yapamam.
Yeah, I know, but I can't do that to you.
Biliyorum fakat bunu sana yapamam.
I can't explain it, but I get the same thrill from jumping stuff that you do from reading.
Lisa, bunu nasıl açıklayacağımı bilemiyorum, ama atlayışlarımda senin kitap okurken aldığın aynı heyecanı alıyorum.
You have destroyed my prestige respect. But I can't do that. But cannot play with their prestige
Bunu hakedecek hiç birşey yapmadım sen benim şerefime tecavüz ettin Madhu ben birine şaka yapabilirim ama o kişinin gururu ve şerefiyle oynamam.
I'm a relative, but I can't do that.
Akrabayım ama bunu yapamam.
I really don't think that this is something that I should get involved in... but I'll tell you what I can do.
Bunun karışmam gerek bir şey olduğunu hiç zannetmiyorum ama sana ne yapabileceğimi söyleyeyim.
But that gives you no reason, do you hear me, no reason to tell me that I can't be a mother to my son.
Ama bu sana hiçbir, tekrar ediyorum, hiçbir şekilde oğluma anne olamayacağımı söyleme hakkı vermez.
- But I didn't... I can explain. It's a thing that I do regularly.
Biliyor musun bu durumu açıklayabilirim, bu düzenli olarak yaptığım bir şey.
I can do that, but I don't want to.
Ben de yapabilirim, ama istemiyorum.
I don't know why, but I believe that I can do anything for him.
Nedenini bilmiyorum ama onun için, herşey yapabilirim.
- I'll explain it because I find that's the easiest way to do it - is I need a shot where you're sitting and seeing and listening while I'm asking you a question. We can use the shot to introduce you, explain who you are, where you fit into my piece. But if you don't speak to me, I can also use...
Toplumdan topluma değişir ama bizimkisinde toplumda olacaklara dair önemli kararlar,... yatırım, üretim dağıtım vb. ile ilgili kararlar büyük şirketler, holdingler ve yatırım firmalarından oluşan bir grubun ellerindedir.
But I do know there's a little kid back home... who's absolutely falling in love with his coach... and if you can't deal with that, if you're just playing around, then you better let me know.
Ancak biliyorum ki evde bir çocuğum var... ve koçuna tamamen tapıyor. dolayısıyla eğer bunu kabullenemeyeceksen eğer sadece takılıyorsan bunu bilmemede fayda var.
I'm not suggesting that we do, but we can't act as if we were adults.
Yapmamızı tavsiye ettiğim şey bu değil ; yetişkinmişiz gibi hareket edemeyiz.
I'm sorry, but I can't do that.
Afedersiniz, bunu yapamam.
Any other time, that punk would die, but I can't do that shit no more.
Eskiden olsa, o serseri canlı kalmazdı, ama bu boktan işleri bıraktım artık.
But I can't do that.
Ama yapamıyorum.
But you know I can't do that!
Ama biliyorsun bunu yapamam!
Gee, I'd like to do that but I don't have the money to buy a new car. And, of course, if I lied then that would be cheating.
Vay canına, ben de yapmak isterim bunu ama yeni bir araba alacak param yok ve eğer yalan söylersem, bu sahtekarlık olur.
I appreciate that, but I can't do that.
Çok sağol ama bunu yapamam.
That's what I thought... that he should know what it's like... but a woman can't rape... so I thought it would be something you would have to do.
Yaptığının nasıl bir şey olduğunu anlasın diye düşündüm ama bunu bir kadın yapamaz o yüzden de bunu senin yapabileceğini düşündüm.
But I can't do that.
Ama ben bunu yapamam.
Well, that's all well and good, but, frankly, I can't think of anything else we can do.
Peki ala daha iyi bir şeyler yapalım, ama dürüst olmak gerekirse, herhangi birinin, bir şeyler yapabileceğine inanamıyorum.
I know this is gonna sound stupid but I feel that if I can do this if I can actually do my own laundry there isn't anything I can't do.
Kulağa çok aptalca geleceğini biliyorum..... ama bana öyle geliyor ki kendi çamaşırlarımı yıkayabilirsem yapamayacağım hiçbir şey kalmaz.
I can't argue with your biblical rhetoric, but I do know that the law will find you innocent!
Dini inançların için seninle tartışamam, ama şunu biliyorum ki, kanunlar masum olduğunu ispatlayacaktır!
But he lives entirely by his instincts, and I can't do that.
Ama o tamamen içgüdülerine göre yaşıyor. Ben bunu yapamam.
But if you can't do that, I'd take a kind word or a visit.
"Fakat bunu yapamayacaksanız, bana güzel bir şeyler söylemenizi veya ziyaret etmenizi isterdim."
You saw that I tried, but I just can't do this anymore.
Denediğimi gördün ama buna daha fazla katlanamam.
I know that, beetle brain, but it's common knowledge that if you tongue kiss a boy, he'll automatically think you'll do the deed with him, they can't help it, they are driven, it's the male curse!
Bunu biliyorum. Ama şu da bilinir ki, bir oğlanı dilinle öpersen otomatik olarak onunla imzayı atacağını düşünür. Buna engel olamazlar.
- And I want to do that, see, but I can't do it, and I want to do that so badly.
- Ben de bütün bunları yapmak istiyorum. Ama yapamıyorum. Çok yapmak istememe rağmen yapamam.
I can't help everything else that is going on but talking, that I can do.
Dışarıda olanlara bir faydam olmaz ama konuşmak benden sorulur.
I'm afraid we can't do that, but I am sure that my government will find some productive activity for them.
Maalesef bunu yapamayız. Hükümetimin onlara verimli olacakları iş alanları yaratacağına eminim.
But I can't do that, can I?
Ama bunu yapamam, değil mi?
- I can't do that. - But why?
- Bunu yapamam.