Embraced Çeviri Türkçe
553 parallel translation
Lelouch embraced destruction and took on a false name.
Lelouch farklı bir isim aldı ve intikama sarıldı.
The godmother then embraced her.
O zaman peri anne dileği kabul etti.
They met so near with their lips that their breaths embraced together.
"Dudakları birbirine o kadar yakındı ki, nefesleri kucaklaşıyordu."
When you found them thus embraced, what happened?
Onları böyle sarılmış bulduğunuzda ne oldu?
Man and woman dancing embraced by pall.
Erkekler ve kadınlar kollarını birbirine dolayarak dans ediyorlarmış.
- It was when I embraced her
# It was when I embraced her #
The new owners closed their inn and embraced this new venture
Yeni sahipleri oteli kapatmış ve bu riskli işe el atmıştı.
You must have kissed... and embraced each other many times.
Onu birçok defa öpmüşsündür... ve birçok defa birbirinizi kucaklamışsınızdır.
You seem to have embraced it vigorously.
Kendini iyice kaptırmışsın.
He has just embraced me!
Az önce bana sarıldı!
I turned off the light and we embraced each other.
Işığı kapattım ve birbirimize sarıldık.
He is the only one that you have embraced
İçinin aldığı yegane kişi o mu?
They embraced the ideologies of the Third Reich as educated adults, when they, most of all, should have valued justice.
Üçüncü Yönetim ideolojilerini eğitimli birer yetişkinken kucakladılar. Yani tam da adaleti uygulayacakları zamanda.
And then he embraced me, crying.
Ve sonra ağlayarak beni kucakladı.
When the inspector met Giuliano and Pisciotta, they embraced like friends.
Müfettiş, Giuliano ve Pisciotta'yı görünce, yakın arkadaş gibi kucaklaştılar.
I said they embraced like friends.
Yakın arkadaş gibi kucaklaştılar dedim.
Your Honor, they embraced.
Sayın Hâkim, kucaklaştılar.
Strong as a god when he embraced me.
Beni kucakladığında Tanrı kadar güçlüydü.
But if the blackout area increased or, worse still, embraced the whole screen... ( Peel ) We would be in trouble.
Ancak, kararan bölge artsa... ya da tüm ekranı sararsa... - Başımız belada demektir.
When he came she embraced him and made herself come with his hand.
Çocuk boşaldığında Katarina ona sarılıyor ve eliyle mastürbasyon yapıyordu.
The two of them did as they were told, and they embraced when they met again.
İkisi de söyleneni yapmışlar. Ve tekrar buluştuklarında kucaklaşmışlar.
You fell toward me, and I caught and embraced you.
Benim üstüme düştün, seni yakalayıp kucakladım.
- They say that you embraced the bandit Villa.
Haydut Villa'ya yardım ettiğini söylüyorlar.
I had embraced solitude but couldn't bear it now.
Yalnızlığı benimsemiştim ama artık katlanamıyordum.
My knees, embraced uselessly so many times, by this miserable man who owes me everything and over whom I have lost all hope.
Dizlerim, pek çok kez boşu boşuna okşanıp durdu! Herşeyini, bütün umutlarını yitirmiş karısına borçlu olan... bu zavallı adam tarafından.
And besides that... I've been... embraced by some creature
Bir insan... beni bağrına bastı.
who would have embraced me even if... I'd murdered someone...
Öyle biri ki, birini öldürmüş olsam da beni bağrına basardı...
I embraced her and that was it.
Ona sarıldım, hepsi bu.
Then she embraced me.
Sonra da beni kucakladı.
He embraced me and almost knelt at my feet when I first met him. I was moved.
Münih'te iyi birkaç orkestra yöneticisi var.
We all embraced...
Hepimiz kucaklaştık...
- Embraced me.
- Sarmaş dolaş olmuştuk.
Only today... a man of 60 died... upon the virgin body... of the girl he embraced.
Sadece bugün... 60'ında bir adam öldü... Bakir bedeninin üzerinde... Kucakladığı kız.
I embraced him and became drunk with his perfume.
Onu kucakladım ve kokusundan sarhoş oldum.
Millions of years of evolution embraced on this island.
Evrim milyonlarca yıl bu adayı kucakladı.
We embraced Mahmut teacher and he made us miserable.
Mahmut hoca dedik, bağrımıza bastık, rezil etti bizi.
Omar Ibn Al Khattab, and all powerful Koraichians which embraced Islam.
Ömer Bin Hattab,... ve Kureyşlilerin güçlülerinden bütün iman edenler vardı.
SYBIL BEGAN THE DEEPEST HEALING OF HER SELVES. IN EMBRACING PEGGY, SHE EMBRACED HERSELF.
Peggy'yi kucakladığı sırada, Sybil kendini en derin yerinden iyileştirmeye başladı.
You embraced me coincidentally.
Yanlışlıkla mı sarıldınız yani?
When you embraced me I was particularly angry with myself.
Bana sarıldığınızda önce, sizden çok kendime kızdım.
Till you crave to be embraced by me I won't even touch you. This is my promise.
Eğer benimle olmak istemiyorsan sana dokunmayacağım bu benim sana vaadimdir
It had just declared its independence from the powerful but stagnant Spanish empire and with a newfound self-confidence Holland embraced, more fully than any other nation of its time the spirit of the European Enlightment.
Güçlü İspanya krallığından bağımsızlıklarını elde ederek yeni ve atılımcı Hollanda'yı kurdular dönemin toplumlarına göre oldukça ileriydiler ve Avrupa'nın öncü ruhunu temsil ettiler...
Deadly enemies have embraced and begun to work together.
Ölümcül düşmanlar birlikte çalışmaya başladı ve birbirini bağrına bastı....
He finally embraced the absolute, was finally ravished by truth and it goddamn near destroyed him!
Nihayet, mutlak olana kavuştu ve kendini gerçeğe teslim etti. Bu da onu neredeyse mahvetti!
We never touched each other. Perhaps we embraced the way good friends... embrace. - Please excuse my bluntness.
Birbirimize hiç dokunmadık.İyi arkadaşların sarıldığı şekilde sarılmış... olabiliriz.
My son and I... already have embraced our fate.
Ben ve oğlum... çoktan kaderimizi kabul ettik.
Her slender hips are then embraced to see how tightly she is laced.
Güzel ince bellerinden, Anlamak için ne denli sıkı bağlandığını korselerinin.
But when His Majesty embraced my husband
Ama Majesteleri kocama sarıldığında
Warden Beale, I'm most surely impressed... with the way you've gone and embraced these new concepts in penology.
Müdür Beale, yeni rehabilitasyon konseptini böylesine kabullenmenizden gerçekten çok etkilendim.
- He embraced me.
- İllâ ki bilmeniz gerekiyorsa bana sarıldı.
When war broke out, God, I embraced it. With some inexplicable sense of relief and the kind... of enthusiasm I hadn't shown for anything for... I don't know.
Savaş başladığında, Tanrım, beni daha önce göstermediğim çeşit şevk ve rahatlama duyguları sardı.