It had to be him Çeviri Türkçe
169 parallel translation
It could have been anyone, but it had to be him.
Başka biri de olabilirdi, ama Jimi çok uygundu.
- It had to be him.
- İsterdi.
Yeah, it had to be him.
Evet o olmalı.
I thought it had to be him... the one who raped Jen.
Onun olabileceğini düşündüm yani Jen'e tecavüz eden.
When I saw that skull ring today, I knew it had to be him, this Julius.
Bugün kurukafa yüzüğünü görünce o olduğunu anladım. Julius'tu.
It had to be him.
Bu o olmalı.
It's impossible for him to report tonight. There isn't a horse to be had.
Bu gece gitmesi imkansız.
- You searched him? - It had to be done, didn't it?
Yapılması gerekiyordu, değil mi?
It seemed to him unbearable that what he had done could never be undone.
Yaptığı şey dayanılmazdı, asla yapılamayacak bir şeydi.
And it must be explained that at the time, Kosorotov's wife, a quarrelsome and frivolous person, had just returned to him, and that her name was Anna.
Ve bunun açıklaması gerektiği zaman, Kosorotov'un karısı, anlamsız ve kavgacı biri, sadece ona dönmüştü, ve onun adıda Anna'ydı.
They told him that Monseigneur Myriel had left the palace because it was going to be changed into an hospital, and that he was living over there.
Ona Monsenyör Myriel'in sarayı terk ettiğini söylediler. Orası bir hastane olacağı için artık şurada oturduğunu söylediler.
I've had to give him a key for it in case I have to be out.
Stüdyoda olmam diye ona bir anahtar vermiştim.
If he had the impudence to be here and say it to my face, I'd lend him a flick.
Eğer bu lafları karşımda edecek olsaydı, suratına bir tane otuttururdum.
Any trouble to be had, he'll have it with me. Not I with him.
Bir sorun çıkacaksa, o bana çıkaracak, ben ona değil.
and had even absented himself without letting him know where. Since no admonition nor living care could longer help, the father had to bear his cross in patience, leaving the son to God's mercy, not doubting that it would hear his sorrowful plea, and effect that he should learn how conversion is to be attributed solely to the Divine Goodness.
Artık ne uyarılar ne de himaye bir fayda sağladığından, baba, acısına sabırla katlanmak zorundaydı, ızdırap dolu ricasını işiteceğinden kuşku duymadan, oğlunu Tanrı'nın merhametine bıraktı ve değişimin sadece ilahi erdemin bir vasfı olduğunu öğrenmesini diledi.
It had to be something that would incriminate him.
Onu ele verecek bir şey olmalı.
It had to be him.
O olmalı.
Would it be so terrible if something had happened to him?
Ona birşeyler olması çok mu kötü sanki?
They took him, so he had to be a spy, though he wasn't and for a year I tried to explain it to her
Onu yakaladılar, onu ajan diye yakaladılar, ki öyle değildi ve bir yıl boyunca bunu ona açıklamaya çalıştım.
It happened to be on his way. He invited me to go with him if I had nothing better to do.
Meğer orası yolunun üzerindeymiş, yapacak daha iyi işim yoksa eğer ona eşlik etmemi istedi.
But if the membership saw fit to elect a man who had been tagged - tagged, mind you, as a Communist - and no proof was presented under our constitution, and you don't have to read it to me because I helped write the article, we would be not allowed to discharge him from his elected position.
Ama eğer üyelik fişlenmiş birini - komünist olarak fişlenmiş - seçerse ve bizim kurumumuza karşı bir delil yoksa, ve onu bana okumana gerek yok, yazılmasında yardımcı olmuştum, onu seçilmiş pozisyonundan indirme hakkımız olmaz.
I had to pretend to be him until you figured it out.
Sen fark edene kadar onun gibi davrandım.
It had to be him.
Yani o olmalı.
It would be better if Uncle had someone to be with him... because he is hard of hearing and can't talk to me.
Amcamla yaşayacak birinin olması iyi olur çünkü o zor duyuyor ve benimle konuşamıyor.
Well, I told him that that isn't what we agreed- - that he had said that it was going to be different with us because I wasn't Tavnian.
Ona bu şekilde anlaşmadığımızı,... bana Tavnianlı olmadığım için durumun farklı olacak dediğini hatırlattım.
It gave him such a shock that he fell halfway out of the helicopter, and had to be rescued himself.
Onbaşı öyle şoka uğramıştı ki, az kalsın helikopterden düşüp kendisi kurtarılmaya muhtaç hale gelecekti.
I think, when I kissed him, I was wanting to believe that his love for me was still there because if it was, it had to be there in the first place.
Sanırım önceki gece onunla öpüştüğüm zaman, bana olan....... aşkının hâlâ orada olduğuna inanmak istiyordum çünkü hâlâ oradaysa, ilk başta da oradadır.
I just had to be sure it was really him.
Onun gerçekten "o şey" olduğuna emin olmalıydım.
I thought it had to be a him.
Onun erkek olduğunu sanıyordum.
If I went home with him, it'd be the only time I'd ever had sex to validate my life.
Eğer onunla eve gidersem, hayatım boyunca ilk kez onaylamadığım bir seks yapacaktım.
There is nothing we can do to change it... and if I had listened to him, he would still be alive.
Değiştirebileceğim hiçbir şey yok ve onu dinlemiş olsaydım, hala hayatta olacaktı.
Who, if you hear him tell it... had to be browbeaten into making the jump into the big time.
Kızın planını duyunca bir seferde büyük vurgun için hemen atladı tabii.
And I've got to say, if I owned a record label, and I had signed Shaun to it, then I would not be selling him on for a fee.
Ve söylemeliyim ki, bir plak şirketim olsaydı.. ... ve Shaun benim olsaydı.. .. onu bedavaya vermezdim.
I was always trying to maneuver him gain some kind of edge like it had to be a competition.
Bir takım manevralar yapar, bir yarışmaymış gibi ona üstünlük sağlamaya çalışırdım.
Dawson your dad's pipe dreaming, it drove me right up the wall but it was also one of the things that made me fall in love with him because, like you he had the courage to believe life could be as great as you think it could be when you're a kid.
Dawson, babanın boş hayalleri beni çıldırtıyordu. Ama aynı zamanda ona âşık olmamın sebeplerinden biriydi. Çünkü o da senin gibi hayatın çocukken hayal ettiğin kadar harika olduğuna inanıyordu.
"It occurred to him that what had seemed impossible before that he had not spent his life as he should have, might after all be true."
"Daha önceden imkânsız görünen, sonradan hepsinin gerçek olabileceği, harcaması gerektiği şekilde hayatını harcamadığı gerçeğiyle yüz yüze geldi."
It was hard to push him - and you had to be tested.
Onu zorlamak güçtü, sonra, hem senin denenmen gerekiyordu.
Oh, yeah, it used to be Mark King, but we had a thumb duel. I smashed him into the ground like a blond tent peg.
Bu benzetme Mark King için kullanılır ama bir başparmak düellosunda bir çadır kazığı gibi onu yere yapıştırdım.
Look, I had a feeling she might be there, so I told him to check it out.
Bakın, Jesse'nin orada olabileceğine dair bir hisse kapıldım, ve ona kontrol etmesini söyledim.
It was examination day for Stanley and the family because even though things had been going well recently when Stanley partook of his traditional beer with Mr. Miller nobody would be able to prevent him from revealing what had happened on the plantation
Stanley ve aile için imtihan günüydü o gün çünkü, her ne kadar son zamanlarda işler iyi gidiyor olsa da Stanley ve Bay Miller gelenekleri olduğu üzre, biralarını yudumlarken Stanley'nin çiftlikte olan biteni ifşa etmesini kimse engelleyemezdi ve bu da her şeyin sonu olurdu.
It- - it had to be brought to his attention either by someone else showing him how or he saw a picture of it.
Böyle bir şeyin aklına gelmesi için başka birinin göstermiş olması veya bir yerde böyle bir resim görmüş olması gerekiyor.
His / her mother, as queen regent... it had guided him in the decisions it ties him to reach the majority... and to be capable to assume king's " responsibilities.
Annesi, Kraliçe olarak ergenlik çağına gelip Kral olarak sorumluluklarını almaya muktedir oluncaya kadar kararlarında ona rehberlik edecek.
He had always wanted to be part of the revolution but it seemed to pass him by.
Her zaman devrimin bir parçası olmak istemiş... Ama o zamanlar çok gençmiş.
If I had the boy's contract I could work it so that we wouldn't have to book him into these small places where they can get at him. He wouldn't be driving so much.
Çocuğun kontratı bende olsaydı üzerinde çalışabilirdim ve böylece onu küçük yerlerde söyletmek zorunda kalmazdık Bu kadar yol yapmak zorunda da kalmazdı
Had I not given you a chance you wouldn't be here ls it fair if you refuse to him?
Eğer o zaman sana bir şans vermeseydim burada olamazdın. Senin onu reddetmen sence adil mi?
So, it was just a weird coincidence that I walk in and Christopher happens to be leaving a message, and it happens to be the first time you've had contact with him in a month?
Yani tam ben içeri girerken Christopher'ın mesaj bırakması tesadüf ve bu bir aydır ondan ilk haber alışın.
Well, Red and I once had a friend named Bill Anderson and everyone thought his wife was cheating on him, so one night, we were over there and I happened to see her purse and it happened to be open and
Red ve benim bir zamanlar Bill Anderson adlı bir arkadaşımız vardı. ve herkes karısının onu aldattığını düşünürdü, bir gece, biz onlardaydık ve ben tesadüfen çantasını gördüm,... tesadüfen çanta açıldı ve tesadüfen çantayı karıştırdım ve doğru olduğunu öğrendim.
I really had this feeling it was going to be him.
Artık bir şeyler yapmaya başlamamız gerek.
Tell him I'm busy. - He said it had to be now.
Hemen gitmeniz gerektiğini söyledi.
It could have had to do with him being a witness or it could be unrelated.
Tanık olmasıyla bağlantılı olabilir .. ya da alakası yoktur belki.
Two days later, - as he lay in bed, irritated by the lights from his stereo, that couldn't be turned off, it came to him : He had to get out of Oslo.
İki gün sonra, müzik setinin söndürülemeyen ışıklarından rahatsız bir şekilde yatakta uzanmışken kararını verdi.