So it's up to you Çeviri Türkçe
751 parallel translation
Perhaps it's not my place to bring it up... but it is an argument, so you'll let me use it.
Belki bunu ortaya atmak bana düşmez ama bu bir tartışma olduğundan, bunu dile getirmeme müsaade edeceksiniz.
It's got to be either you or me, so... get up and take that apron off.
Ya sen olacaksın ya da ben, şimdi üstündeki örtüyü kaldır ve ayağa kalk.
Well, if I played up to you, it was so you wouldn't break Jack, that's all.
Jack'i mahvetmemen için seninle oyun oynamıştım, hepsi bu.
¶ So you see it's all up to you ¶
Yani her şey sana bağlı
It is very sad to love and lose somebody. But in a while, you'll forget, and you will take up the threads of your life where you left off not so long ago and you will work hard. There's lots of happiness in working hard.
Birisini sevmek ve kaybetmek çok üzücüdür ama bir süre sonra unutup hayatına kaldığın yerden devam edeceksin ve çok çalışacaksın, çok çalışmak insanı mutlu eder.
- Well, if you say so, it's up to you.
Madem öyle diyorsun. Sen bilirsin.
You know what? We ought to put a limit on our take, agree between us... when we get so much we pull up stakes and beat it.
Biliyor musunuz... kendimize bir sınır koyalım, aramızda anlaşalım... o miktara ulaşınca toparlanıp gidelim.
So it's up to you and me.
Bu yüzden bu iş seninle bana kalıyor.
And it's up to you to accept or to refuse this challenge - isn't that so?
Sanırım bu mücadeleyi kabul etmek ya da reddetmek size bağlı, değil mi?
I fail to understand why it's so important for you to pick up a polka-dot blouse.
Puantiyeli bir bluz niye bu kadar önemli anlayamıyorum.
I figured you were handling half the evidence, Sammy, so it was up to me to take care of the rest.
Delillerin yarısıyla senin ilgilendiğini görünce diğer yarısıyla da ben ilgileneyim dedim.
And then, do it later on but that seems like such a hack's way of getting married, so we're going to drive up-state, or over to Jersey, or wherever it is that you do it, and do it.
Gerisini de sonra yapacaktık. Ama bu çok sıradan göründü, o yüzden... Jersey'e veya bu işler nerede yapılıyorsa oraya gidip... yapacağız.
In the half light, your skin glowed with life so warm and sweet I wanted to kiss it, but I was afraid of waking you up.
Loş ışıkta canlılıkla parıldayan tenin öylesine sıcak, öylesine güzeldi ki, onu öpmek istedim ama seni uyandırmaktan korkuyordum.
Now, when a phone call comes in, you get to the girl it's for as quickly as you can so she can answer it, have her conversation, hang up, so then it'll be available for others.
Telefon geldiğinde, kızı olabildiğince çabuk çağır. O cevaplayabilir, kapatır ve başkaları da yararlanabilir.
I know it's late, and I'm sorry to wake you up but it was so important it couldn't wait.
Geç olduğunun farkındayım, uyandırdığım için de üzgünüm ama çok önemli, bekleyemezdi.
You know, it may be she made up to him deliberately in order to gain entrée into these houses so as to, as you would put it, case the joints for her real paramour Compton.
Belki de ona bilerek yanaşmış olabilir, bu şekilde o evlere giriş imkanına sahip olacak ve gerçek aşkı olan Compton'ı izleyebilecekti.
So you just made your mind up? It takes two to wed!
- İkinci kez evleneceğine, aldırış edermi?
As long as he remains with you... he's in danger, so it's up to you.
Seninle beraber olduğu sürece o tehlikede olacak. Yani herşey sana bağlı.
Then you plug up the inlet to the test cup with chewing gum, sealing wax, anything just so that it shows a dribble, and then you open the tube and good night.
Sonra supabı test kabına sakız, balmumu ya da başka bir şeyle tutturursunuz ki böylece sadece birkaç damla gözükür, ve torpidonun kapısını açınca da her şeye elveda dersiniz.
Look, if you're trying to up the ante, why don't you just say so and get it over with?
Bak, eğer fazla para kopartmaya çalışıyorsan neden az konuşup işi halletmiyorsun?
while your man Tokuemon has set himself up as priest of Aizome Temple... in Yotsuya, and is trying to gather the money you lost... in order to get you back in good with Oboshi, so you can be part of the revenge. And then when you some forty men take your own lives after it's done,
Adamınız Tokuemon, Yotsuya'da Aizome tapınağında, bir rahip kılığında... sizin kaybettiğiniz paraları biriktirmeye çalışırken... sırf sizi Oboshi ile denk bir güç haline getirip... intikamın bir parçası olmanız için uğraşıyor ve sonra... siz ve kırk adam, her şeyi halletikten sonra, kendi hayatınıza son vereceksiniz.
Freeman, you have to find some way to jettison the dome. It's awfully dark out here, so it would be safer... if you don't blow it up. What?
- Freeman, kubbedeki son yükü atmak için bir yol bulmalısın.
It's just that things are happening so fast, sir, and I thought maybe you'd wanna be brought up to date.
Sizi de haberdar etmek gerekir dedim.
So, it's up to you.
Alıp almamak size bağlı.
It's just like you to get me so worked up and then yawn and say it's bedtime.
Bu tam senin tarzın. Önce bir tartışma başlatıyorsun sonra da uykun olduğunu söylüyor ve yatıp uyumak istiyorsun.
You tear off half of the nail, bruising the spots where it is attached to the flesh ; you tear away the cuticle nearly all the way back to the top joint until beads of blood start to appear, until your fingers are so painful that, for hours, the slightest contact is so unbearable that you can no longer pick things up and you have to go and immerse your hands in scalding hot water.
Tırnağının yarısını koparıyorsun, etine tutunduğu yerden sökerek kaldırıyorsun ölü derileri artık kanayana parmakların saatlerce en ufak temasta hiç bir şeyi tutamayacak, artık dayanamayıp elini sıcak suya sokacak derecede acıyana kadar.
You'll have to set it up... so that I'm left with no choice.
Her şeyi öyle ayarlamalısınız ki bir oldubittiye getirilmişim gibi gözükmeli.
You know, a guy up on the stage and an assistant in the audience, usually a broad, and she asks some guy in the 20th row if he has something he wants to ask the swami, so he whispers it to her.
Bilirsiniz, Bir kişi sahnede, yardımcısı izleyicilerin içinde, genellikle bir fahişe, 20. sıradaki bir adama hokkabaza sormak istediği bir şey olup olmadığını sorar, o da soracağı şeyi fahişeye fısıldar.
So it's up to you.
Yani her şey senin elinde.
I'm going to put it on Mr. Button's head, so when you say "boo" into his ear... he'll jump up with it on.
Bunu Bay Button'un kafasına koyacağım, sen kulağına "böö" diye bağırdığında... bununla birlikte havaya zıplayacak.
So I'm going to tell them that you're the best ever. And when I grow up, I wanna be just like you. It's a joy to me now that I'm going to be an Earl.
Bu yüzden ona söyleyeceğim Büyüdüğümde aynı senin gibi olacağım earl olacağım için, demokrat olamayacağım. başkan da
I'll tap three times for a decision so it's up to you.
Karar vermen için üç defa vuracağım gerisi sana kalmış.
You know, it's just that he's so funny, and then he yammers to me that he can't give up the women.
O kadar tuhaf ki kadınlardan vazgeçemediği için bana bağırdı.
It must not have been so interesting to sit across from your elderly housekeepers and look up their dresses like you're looking up mine right now.
Yaşlı hizmetçilerin karşısında oturup giydiklerini süzmek şu an beni süzdüğün kadar eğlenceli olmasa gerek.
It doesn't bother you none this guy comes to town with his pretty wife... and we roll up with this key so he can turn it down, make me look like a jerk?
Bu adamın güzel karısıyla kasabaya gelmesi, ona sunduğum anahtarı geri çevirerek beni bir sefil gibi göstermesi senin canını sıkmadı mı?
I'm sure you know this so there's no reason to bring it up but Ray is here.
Bunu bildiğine eminim söylememe gerek yoktur ama Ray burada.
You don't know how to keep yourself up, so your sweat glands have clogged up. - It's a cyst.
Kendine iyi bakmadığın için ter bezlerin tıkanmıştır.
So now it's up to you.
Artık her şey sana bağlı.
It is pleasant to me to observe, Watson, that you have so far grasped this truth that in these little records of our cases which you have been good enough to draw up, and I am bound to say, occasionally embellish,
Gözlem yaptığın davalarımda, Watson, şu küçük kayıtlarında bu gerçeği kavramış olmana sevindim.
So look, it's up to you.
Ama bak, sana kalmış.
Because maybe you stuffed the credit card so much, that when I tried to use it, it threw up.
Çünkü, sen o kredi kartını o kadar doldurmuşsun ki ben kullanmaya çalışınca, kustu.
It's just that I like you to give me a minute.. .. so I can catch up.
Sadece bana bir dakika izin ver ki ne olduğunu anlayayım.
I look up at the stars and it's so hard to believe that the same stars shine over you in such a different world as you live in.
"Yıldızlara bakıyorum.." "ve aynı yıldızın senin üzerinde parladığına inanmak çok zor," "Böyle farklı bir dünya da yaşıyorsun."
Now, it's almost time, so why don't you go down to the basement, blow up the air mattress?
Zaman yaklaştı. Neden bodruma inip de hava yatağını şişirmiyorsun?
You better be, Dobbs, or I'll shove my boot so far up your butt, you'll need a tow truck to get it out.
Dobbs anlamış olman güzel birşey, yoksa kıçına çok fena tekme atarım. Çizmelerimi içeriden çıkarmak için ameliyat gerekir.
First of all I gotta apologize, because we were trying to find you and it's a very important job, but I couldn't find you. So I had to give it to Walsh, but now he's fucking it up...
Öncelikle özür dilemem lazım, çünkü sana ulaşmaya çalıştık çok da önemli bir iş, ama seni bulamadım ve işi Walsh'a verdim.
Boy, you know, it's so pathetic when you're all dolled up and no place to go, isn't it?
- Çok yazık, bu kadar süslenip püslenmişsin ama gidecek bir yerin bile yok.
He said it was disrespectful to you, so I tricked him into coming up here.
Sana saygısızlık etmek istemediğini söyledi onu kandırıp buraya getirdim.
So many women taking the pill, you see. The problem is, it's starting to mess up the fish.
Bu yüzden çoğu kadın, balıklardan yapılan hapları alıyorlar.
You know, it's funny after a couple of hours, I realized you weren't gonna pick me up so I thought, "Well, you know, I'm dizzy and my head hurts what better time to take the bus?"
Tuhaf ama birkaç saatten sonra beni almayacağınızı anladım ve otobüse binmek için başımın döndüğü ve ağrıdığı bir andan ideali olamaz dedim.
I'm on a break too, so... talk, don't talk, it's up to you.
Ben de ara verdim... konuşmak, konuşmamak sana kalmış.