Store Çeviri Türkçe
21,744 parallel translation
And now Conrad will change the world when he goes live on the app store in three, two...
Ve şimdi dünyayı değiştirmek için Conrad'ın App store'a yüklenmesine üç, iki...
You know, I'm gonna get married and have kids, and you're gonna be wandering around the grocery store, holding a bottle of Scotch and an ear of corn.
Biliyorum evleneceğim ve Çocuklarım olacak, ve sen de manavda bir şise viski, ve kucak dolusu mısırla dolaşacaksın.
This is the only store that sells them.
Satıldığı tek mağaza burası.
The used book store lottery?
İkinci el kitap piyangosu.
Suddenly, I could walk into a store, and I could buy anything I wanted.
Birden bire mağazalara girip istediğim her şeyi alabilecek duruma geldim.
I'm gonna study at my boyfriend's. Carl, can you give me a ride to the baby store?
Carl, beni bebek mağazasına bırakabilir misin?
You want to go to the store, try them out?
Mağazaya gidip denemek ister misin? Ne yaptığını biliyorum.
Secondhand store.
İkinci el mağazasından.
- Oh, Allison, do the people at the Apple Store talk to Tim Cook?
- Allison, insanlar Apple mağazasında Tim Cook'la konuşabiliyor mu?
Yeah, I have never robbed a liquor store in my life.
Ben hayatımda hiç içki dükkânı soymadım.
STORE OWNER : Even if I did, I bet you people wouldn't appreciate it.
Olsaydı bile, eminim sizler memnun olmazdınız.
Ever since you robbed that liquor store with your brother, heard those voices... saw those demons.
O içki dükkanını kardeşinle soyduğunuzdan beri, sesler duyuyorsun... şetyanlar görüyorsun.
It's got nowt to do with the store.
Bunun mağazayla bir ilgisi yok.
Maybe from the store, but it's not like things take a day off from needing repairs, am I right?
İş yerinden evet, ama bu yine de tamirat işleri yapmayacağım anlamına gelmez. Haksız mıyım?
She said she went to a music store in Dundalk, but when we got in the car I saw this.
Dundalk'da bir müzik mağazasına gittiğini söylemişti ama arabaya bindiğimizde bunu gördüm.
Apu, face it. Our store is ruined.
Apu, kabul et ki dükkanımız mahvoldu.
Yes, well, I have given my share of the store to my son, Jamshed.
Evet, bu arada dükkandaki payımı oğlum Jamshed'e verdim.
It is down to just you and me now, store.
Şimdi sadece sen ve ben varız, dükkan.
Unless they put another store within three blocks, which I hear they plan to do.
Eğer, üç blok öteye yapmayı planladıklarını duyduğum başka bir dükkan açılmazsa. 6 Hafta Sonra...
This is my store.
Bu dükkan benim.
Each time, he paid my dad back with another piece of the store.
Her seferinde babama dükkanın başka bir parçasıyla ödeme yaptı.
Oh, I lost my store and my identity, and all I have left is my vest here.
Dükkanımı ve kimliğimi kaybettim ve geriye tek yeleğim kaldı.
We-we gotta help Apu get his store back.
Apu'nun dükkanını geri kazanmasına yardım etmeliyiz.
Well, why don't you ask him to pull a prank to help Apu turn his nice, new store here back into a rat hole?
Neden ondan Apu'nun güzel yeni dükkanını sıçan yuvasına çevirmesine yardım edecek bir şaka yapmasını istemiyoruz?
All we do is cut the power in the store for 30 seconds.
Tek yapacağımız dükkanın elektriğini 30 saniyeliğine kapatmak.
I have my store back, my friend.
Dükkanımı geri aldım, arkadaşım.
You attacked a pregnant woman, broke three of her ribs, battered her so badly she was left lying unconscious in a grocery-store parking lot.
Hamile bir kadına saldırdın, üç kaburgasını kırdın marketin otoparkında baygın bir hâlde yerde yatarken onu öldüresiye dövdün.
We're gonna have to go back to the store, okay?
Markete geri dönmemiz gerekiyor tamam mı?
Grocery store or house of God, it makes little difference to me.
Ha bir bakkal ha Tanrı'nın Evi.
And I can tell you the President doesn't want to know about what I have in store for Halcyon.
Ayrıca Başkan'ın Halcyon hakkındaki bilgileri bilmek istemediğinden eminim.
Nah, that pickup is for a store.
- Yok, o pikap markete çalışıyor.
This pickup changes hands a lot in that store.
O pikap oradaki çalışanlar arasında elden ele dolaşır.
When I say call him to come here, it's because I don't want to... go down to the store, make a scene in front of his co-workers.
Onu buraya çağırmanı istiyorum çünkü çalıştığı yere gidip herkesin önünde rezil etmek istemiyorum.
I don't live at the store, silly.
Mağazada yaşamıyorum ben, şapşal.
We went to the same store where you get your koi, as a matter of fact.
Doğrusunu istersen onları koi balığını aldığınız mağazadan aldık.
The clerk at the store put a few drops of dechlorinator in the water.
Mağazadaki tezgahtar suyuna bir kaç damla klor düzenleyici koymuştu.
That store you went to sells hundreds of fish a year, maybe thousands.
Gittiğiniz o mağaza bir yılda yüzlerce balık satıyor... -... belki binlerce satıyor.
Guys, I was at the store recently.
Millet, geçen gün bir dükkana gittim.
And he worked at a Eurotrash clothing store.
Ve dandik bir giyim mağazasında çalışırdı.
They're a good doughnut store.
Evet biliyorum iyidir orası.
We hit up a jewelry store.
Bir kuyumcu soyduk.
When was the first time you removed classified documents from the FBI's New York Office, where did you store these documents once you removed them, and were you aware at the time that you were breaking federal law?
İlk defa ne zaman New York'taki FBI ofisinden gizli dokümanları çıkardınız ve bu dokümanlar ile FBI ofisinde neyi araştırıyordunuz ve bu yaptığınız federal bir suç olduğunu biliyor musunuz?
They store and destroy all of our chemical weapons.
Kimyasal silahlarımızı saklıyor ve yok ediyorlar.
Now, these smart watches map and store movements of their users to an insane degree.
Bu akıllı saatler kullanıcıların bütün alışverişlerini ve hareketlerini kaydediyor.
Okay. How far is the store?
- Tamam, market ne kadar uzakta?
You would not believe who I just saw at the grocery store.
Az önce markette kimi gördüğüme inanamayacaksın.
- At the grocery store, herein town?
- Buradaki markette, bu şehirdeki?
I just went to the store, and I am running a little late.
Bir dükkana uğradım ve biraz geç kaldım.
They sold the drugs through a soap store.
Uyuşturucuları sabun dükkanı üzerinden satıyorlar.
They stare at me in the grocery store.
Markette bana bakıyorlar.
I did go to the store, bought this, make a big entrance, so if I was gonna propose, this would be kind of hard to top, don't you think?
Yani eğer teklif edecek olsaydım bu an muhteşem olurdu, değil mi?