Stove Çeviri Türkçe
1,708 parallel translation
No stove neither.
Soba da.
Did Zineta buy that gas stove?
Ziyneta o gaz sobasını aldı mı?
Check that I turned off the stove
Fırını kapatmışmıyım kontrol et.
Which is fully equipped,... refrigerator, stove... We have everything here.
Buzdolabı var, elektrikli ocak var.
Did you have plans with the stove?
Bu ocakla ne yapmayı planlıyordun?
When I got there to straighten things out, I found Tommy under the kitchen stove.
İşleri yoluna koymak için oraya vardığımda Tommy'i fırının altında buldum.
He'll be here any minute. So, ready or not, the pasta is coming off the stove.
Peki, hazır ya da değil makarnayı ocaktan alıyorum.
Heat your lunch up on the stove and lock up before bed.
Yemeğini sobada ısıt ve yatmadan önce de sobayı kapat.
I'm afraid that the stove Will burst into flames. Where's your brother?
Ocağın alev almasından korkarım.
A tin can on its stove pipe, and its windows were boarded up.
Sobanın bacasında teneke bir kutu vardı ve pencereleri tahta ile korumaya alınmıştı.
A good stove, two bunks and a roof that didn't leak.
İyi bir ocak, iki tane yatak ve su sızdırmayan bir çatı.
We'll clean the stove tomorrow.
- Ocağı yarın temizlerim.
You know, she leaves the stove on, and she leaves the water running
Ocağı, suyu açık bırakır.
- You left your keys in the stove?
- Anahtarını fırında mı bıraktın?
I banged my head on the stove, and it hurt like hell.
Kafamı ocağa çarptım ve çok acıdı.
I don't need that big, fancy stove from France.
Fransa'dan gelecek büyük ve lüks ocağa ihtiyacım yok. Onu pas geçelim.
One of Jackson, one of the baby, and two of that stove.
Biri Jackson'ın. Biri bebeğin. İkisi de ocağın.
You're getting that stove.
O ocağı alacaksın.
We still have no fridge, no stove, and no microwave... so nothing perishable, nothing that requires boiling water... and nothing that needs to be cooked.
- Hâlâ buzdolabı, ocak ve mikrodalgamız yok. Bozulacak şeyler olmaz. Sıcak su isteyen ve pişirilmesi gereken şeyler olmaz.
I don't want to tell you what they found when they moved the stove.
Fırını çektiklerinde ne bulduklarını anlatmak istemiyorum.
Don't touch the stove.
Sobaya dokunma.
I'll put the stove on.
Bir soba yakmalıyım.
The chili was sitting on that stove for an hour.
Acı sos ocağın üzerinde bir saat kadar kaldı.
I didn't want a fancy new stove, but he insisted.
Yeni bir ocak istemedim ama o ısrar etti.
And the stove was defective?
Ocak hatalı mı imal edilmiş?
You think one of them even knew how to turn on a stove?
Bazı kadınlar fırını bile çalıştıramadığını biliyor musun?
About holding my head over the stove.
Başımı sobanın üstünde dayadığından bahset.
- You put his head over the stove?
Onun başını sobaya mı dayadın?
I was in the bathroom, and they had some soup on the stove.
Ben banyodaydım, ocağa çorba koymuşlar.
I left the stove on too high, and the grease just went :
Ateşi çok açmışım ve yağ alev almış.
Dad's pulled his chair right up to the stove.
Babam ocağın başını tuttu bile.
And an O'Keefe Merritt stove-and-oven for the kitchen.
Mutfakta da O'Keefe and Merritt marka ocak ve fırın.
My point is, you've gotta respect her because she loves you and I've seen her pick up the stove to vacuum under it.
Demek istediğim, ona sayg göstermelisin çünkü birincisi... seni seviyor : ikincisi onu bir keresinde altını süpürmek için koca fırını kaldırırken görmüştüm.
- You have a stove in your own apartment.
- Dairede ocağın var senin.
- No, I don't have a stove.
- Hayır, ocağım yok.
Pat shut off your stove. Your muffins were burning.
Çöreklerin yanıyormuş.
Do you know how dangerous it is to be playing with the stove?
Ocakla oynamak ne kadar tehlikeli olabilir biliyor musunuz?
I've gotta get dinner on the stove.
Akşam yemeğini sobanın üstünde pişirmeliyim.
Did I not put you in a good tent with a stove to make you warm and comfortable?
Seni sobalı iyi bir çadıra koyup, ısıtıp rahat ettirmedim mi?
It ain't my skull the guy's gonna try and stove in.
Oyulup fırına sürülecek olan benim kellem değil ki.
Come on, dive into the stove...?
- Haydi, balıklama dal.
Got this - Got a new stove here!
Bunu aldım... bu yeni sobayı.
Got the refrigerator, sink, stove, and this is kind of a country eat-in dining room.
Buzdolabınız, lavabonuz ve fırınınız var ve bu bir çeşit kırsal akşam yemeği odası.
Would you let the stove alone and pay attention to me?
Ocağı bırakıp bana kulak verir misin?
Listen, I got something on the stove.
Bak, ocakta birşeyler unuttum.
- On the stove.
Şu yemek pişirmen var ya?
Supper's on the stove!
- Akşam yemeği fırında.
Actually, I have supper on the stove.
Ocakta yemeğim var.
The stove works, right?
Soba yandı mı?
I'd better go and light the stove.
Gidip, sobayı ateşlesem iyi olacak.
The stove is a thing of beauty.
Ocak çok güzel.