You don't have to believe me Çeviri Türkçe
154 parallel translation
I don't expect you to believe me but these few last months have been getting me down almost as much as they have you.
Bana inanmanı beklemiyorum ama bu son birkaç aydır seni bulmak için beni olabildiğince bunaltıyorlar.
Why have you come to me, when you really don't believe... that I can help you?
Size yardım edebileceğime inanmıyorsanız neden bana geldiniz?
You don't have to believe me!
Bana inanmak zorunda değilsin.
You don't have to believe me, Harry.
İnanmak zorunda değilsin, Harry.
Believe me, you don't necessarily have to torture and kill to satisfy your sadistic drives.
İnan bana, mutlaka işkence ve sadist dürtülerle.. .. öldürmek zorunda değilsin.
I don't have any proof to show you, so you will certainly not believe me.
Sana gösterecek bir kanıtım yok, bana hiç inanmıyorsundur.
You don't believe me, so I have to repeat myself.
Bana inanmıyorsan, sık sık tekrarlamam gerekecek.
I don't have the time to explain married life to you... and besides, if I did, you wouldn't believe me anyway.
Yani sana evlilik hayatını açıklayacak vaktim yok üstelik, bunu yapsam bile bana inanmazsın zaten.
You don't have to believe me.
Bana inanmak zorunda değilsin.
Goddamn it, you don't have to believe me! I've got it all on tape!
Tanrı aşkına, bana inanmanıza gerek yok, zaten hepsini kasede kaydettim.
You don't have to believe me.
Bana inanmak zorunda değilsin. Bilimsel kanıtım var.
You don't have to believe me, but you can't insult me.
Bana inanmak zorunda değilsin ama beni aşağılayamazsın.
Because I don't believe you have it in you to be true to me.
Çünkü bana sadık kalacağına inanmıyorum.
If I tell you, you're not going to believe me... but I have to tell you... so it really doesn't matter if you don't believe me.
Sana anlatırsam bana inanmayacaksın ama sana anlatmalıyım bu yüzden inanmasan da beni bağlamaz.
Hard to believe I'm saying this, DRUGS have done good things for us. "What do you mean Bill?" Well if you don't believe drugs have done good things for us, do me a favour then.
... haplar bizi güzel etkiler. Bunu söylüyor olduğuma inanmak güç : haplar bizi güzel yapar. - "Ne demek istiyorsun Bill?"
You don't know me. You have no reason to believe I wouldn't kill lbudan if it suited my fancy.
Hevesimi giderecekse Ibudan'ı öldürmeyeceğime inanmanız için hiç bir sebebiniz yok.
You've got to believe me. I don't have to do anything!
Bana inanmak zorundasın.
You don't have to believe me, but can you think of any unfinished business she had?
Bana inanmak zorunda değilsiniz, fakat onun tamamlamadığı bir iş aklınıza geliyor mu?
Brett, believe me, you don't have to do this.
Brett, inan bana, bunu yapmana gerek yok.
It's better that you don't believe me, but have to act like you do.
Kendini oynaman daha iyi oluyor.
I don't envy what you have to deal with, believe me.
Başa çıkman gereken şeye hiçte özenmiyorum, inan bana.
You don't have to believe me, Captain.
Bana inanmalısın, Kaptan.
If you don't believe me, you'll only have yourself to blame.
İnanmamayı seçersen, kendinden başkasını suçlayamazsın.
You don't have to believe me... because it's the truth.
Bana inanmak zorunda değilsin... çünkü bu gerçek.
If you don't believe me, you only have to come round.
Bana inanmıyorsan buraya gelebilirsin.
You tricked me before. I don't have to believe you.
Beni kandırdın, şimdi sana niye inanayım?
I don't have time to explain not that you'd believe me.
Açıklayacak vaktim yok. Söylesem de inanmazsınız.
I don't want the AP lady, and, honey, you have to believe me,
Ne garsonu ne de AP'deki kasiyeri.
You don't know me, you don't have to believe me, but that was not like me today, I'm just so grateful to God!
Beni tanımıyorsun, bana inanmak zorunda da değilsin, ama bugün oradaki gerçek ben değildim. Sadece Tanrıya şükrediyorum.
Well, then you believe me when I tell you you don't have to look over your shoulder no more.
O halde şunu söylersem bana inanırsın. Artık arkanı kollamak zorunda değilsin.
Believe me, you don't want my husband to have to come down here.
Bana inanın, kocamın buralara gelmesini hiç istemezsiniz.
I know you're not going to believe me, but I don't have a dime to my name.
İnanmayacaksınız ama beş param yok.
You know, you don't have to believe me, Chris, but this really is for the best.
Biliyorsun, sen, Chris bana inanmak yok, ama bu gerçekten iyi içindir.
You don't have to believe me.
İnanmak zorunda değilsin.
Everything that you have worked to achieve we can unravel, and if you don't believe me, just watch.
Elde etmek için çalıştığın her şeyi bozabiliriz. Bana inanmıyorsan, izle ve gör.
I should know. You don't have to believe me, but...
Bana inanmak zorunda değilsiniz.
You don't have to believe me.
Ama bana inanmıyorsunuz.
I know you don't know me, but you have to believe me.
Beni tanımadığını biliyorum ancak bana inanmak zorundasın.
You don't have to believe me, but your destiny will not be altered
Bana inanmak zorunda değilsin ama kaderin değiştirilemeyecek.
I don't know any Habib Marwan or anything about a missile. You have got to believe me.
Habib Marwan hakkında ve füze hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
If you don't believe me, ask mom. I don't have to.
- Eğer bana inanmıyorsan, anneme sor.
- You don't have to believe me.
İnanman şart değil. - İnanmadım.
- Believe me, you don't have to.
İnan bana buna gerek yok.
If I have reason to believe that there's gonna be a riot started, and somebody tells me that there's gonna be trouble if you don't stop them, then it's my duty to stop them.
Eğer bir ayaklanma başlayacağına inancım olsa ve birisi bana onları durdurmazsak sorun olacağını söylese o zaman onları durdurmak benim görevimdir.
- Believe me, you don't have to.
- İnan bana. Bunu yapmana gerek yok.
I don't know why you always have to be judging me because I only believe in science.
Niçin beni devamlı yargılıyorsun bilmiyorum. Sana söyledim, ben sadece bilime inanırım.
I don't have to believe a single word you tell me.
Söylediğin tek bir kelimeye bile inanmak zorunda değilim.
I don't have my badge and I don't have my gun, but you'd be wise to believe me.
Rozetim ve silahım yanımda değil. Ama bana inanmakla akıllılık edersin.
You don't understand, they are Fire Nation, you have to believe me!
Anlamıyorsunuz. Onlar Ateş Ulusu'ndan.
- you have to believe me- - - no, I don'T.
- Bana inanmalısın. - Hayır, inanmıyorum.
And if you don't believe me now, I'm going to have to kill you.
Ama bana şimdi de inanmazsan hepinizi öldüreceğim.